• 169
    hafta itibarıyla ahmet rasim’in şehir mektupları kitabına başladım. sait faik külliyatına hakim olduğundan, iki yazarın üslup ve betimlemelerini çok benzettim. araştırdığımda kendisinin sait faik gibi ada yazarı olduğunu, heybeliada sakini olduğunu öğrendim. türk dilini en iyi kullanan yazarlardan biri ahmet rasim. sözlük yazarlarına okumalarını tavsiye ederim, özellikle istanbul’lu olanlara.
  • 178
    amerikalı romancı cormac mccarthy 13 haziran 2023'te, yani dün ölmüş.

    https://www.theguardian.com/...carthy-dead-novelist

    amerikan edebiyatından raymond carver ve george saunders'la birlikte en sevdiğim 3 yazardan biriydi, ki bu ikisi mccarthy'nin aksine hikayecidir, amerikalıların kalemle en iyi yaptığı şeyin ustalarıdır yani. avrupa(ve rusya) romanda ne kadar iyiyse amerika short fiction'da o kadar iyi. bu bakımdan mccarthy nadide bir parçaydı. delillo ile birlikte yaşayan en büyük amerikalı romancı deniyordu kendisine.

    eğer okumadıysanız no country for old men, the sunset limited ve blood meridian'ı şiddetle öneririm. yakın zamanda the road'u yazmıştı yanılmıyorsam, hatta viggo mortensen film uyarlamasında oynamıştı.
  • 1
    moderasyon sıcak bakar mı bilmiyorum ama, benim ara ara paylaşımlarla başlatmak istediğim, sözlük yazarlarından da destek beklediğim kulüptür.

    derdi olan var, tasası olan var. insan bazen iki kelime güzel satır, dokunaklı birer pasaj ile içini ısıtmak istiyor. sporla, biricik aşkımız galatasaray ile pek alakası olmasa da böyle bir kulübün hem pozitif etki yaratacığını, hem de sözlüğün kültürel kalitesini bir tık daha yükselteceği kanaatindeyim. eminim aramızda edebiyat düşkünleri de vardır, onlar için de iyi bir uygulama olur.

    ben, hayran olduğum oğuz atay'dan birkaç satır ile bu izninizle ilk paylaşımı başlatmak istiyorum

    --- alıntı ---

    hay allah ! karşıya geçti, belki bu yaklaşan etek kurtarır, belki tam bu sırada vasıtalar sıkışır; bin, yüz bin, on yüz bin otomobil önümüzü kapar, saatlerce kaldırımın bu kıyısında dururuz. beklemek önce cesareti kırar, sonra cesaret gelir insana, "affedersiniz size bir şey sormak istiyorum, karşıdan karşıya nasıl geçilir acaba ?" hayır, anlaşmak yüzyıllar sürer böyle. "affedersiniz, ne kadar güzelsiniz; neden insan bir kelime, bir cümle yüzünden kaybediyor ? çok iyi sözler hazırlamıştım güzelliğinizin karşısında, unuttum. hava kararıyor, yalnız kurtlar inlerine dönüyor, fakire bir sadaka. siz inanmazsınız ama önünden geçip gittiğiniz dilenciler günde yüzlerce lira kazanıyor, ülkemizin bütün zenginleri böyle adam oldu, ben merhamet dilencisiyim, kolumda sargılar taşımıyorum, paçavralar içinde gezmiyorum, kimsenin anlamadığı ince metodlarım var, gecekonduda oturuyorum, seviyemin altında yaşıyorum, yüz olabilirken bir oluyorum, sürümden kazanıyorum. bana bak saydam etek ! bana bak güzel bacaklar ! kiminle konuştuğunun farkında mısın ? beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum. ben van gogh'un resmi değilim, öldükten sonra beni müzeye koyamazsınız..."

    --- alıntı ---
  • 109
    " genellikle yaşamın en güzel bölümleri hemen hemen hiçbir şey yapmadığınız anlardır. vaktinizi ense yaparak geçirirsiniz.her şeyin anlamsız olduğunu fark ettiğiniz zaman, bunun ayrımına varmış olmanız yaşamınızı anlamsız olmaktan kurtarır aslında. ne demek istediğimi anlıyor musunuz? benimkisi iyimser bir kötümserlik. "

    charles bukowski
  • 20
    ❝yapacağımız her hareketten önce ciddi olarak düşünmeye başlasak,
    vereceği sonuçları önceden kestirmeye çalışsak, önce kesin sonuçları,
    sonra olası sonuçları, sonra raslantısal sonuçları,
    daha sonra da ortaya çıkması düşünülebilecek sonuçları düşünmeye kalksak,
    aklımıza bir şey geldiğinde, bulunduğumuz yerde çakılır,
    hangi yöne olursa olsun bir adım bile atamazdık.❞
    _______________________
    [jose saramago, körlük]
  • 56
    biraz kahve, hayat kadar sert ve yoğun. ve odanın içinde dans eden sigara dumanı.
    yalnızlığın iki enstrümanı, saatler gece yarısına vurmuşken.
    tepedeki koca ay kadar yalnız ve bir başına kalpler.
    sert ve dalgın bakışlar ve manalı yüzler.

    rüzgarda savrulan hayaller ve onları kenara çekecek olan insan.
    oysa ne kadar zordur ama bu da yaşamanın bedeline gizlenmiş.

    bir çift göz sevdiğinin kalbine bakacak olan,
    bir çift söz ruhuna hapsolacak olan.
    oysa ne kadar zordur sevmek, ne kadar zordur sevilmek.
    ruhun parça parça olurken tekrar denemek.

    her gün aynı sabaha uyanıp,
    aynı güne başlayıp,
    mücadele etmek.
    oysa ne kadar zordur...
  • 13
    en sevdiğim yazardır kendileri; paul auster. sıradan insanların, sıradan hikayelerini anlatır paul abim. ama bunu öyle ustalıkla yapar ki olay örgüsünün içinde hiç sıkılmadan kitabın son sayfasına gelivermişsiniz, keşke kitap bitmeseydi diye üzülürken. hayat hikayesi de gariptir bu abinin. gemilerde çalışmış, santral telefon bakıcılığı yapmış, öyle zor zamanlar geçirmiş ki çocuklar için oyuncak fikirleri üretip pazarlamaya bile çalışmış ama başarılı olamamış. belki de iyi ki olamamış ve muhteşem bir yazarı tanıyoruz. cebi delik adlı kitabında ilginç hikayesini anlatır. senaryosunu yazdığı smoke adlı film de bulunur. harvey keitel ustanın başrolünde. brooklyn çılgınlıkları, sunset park ne güzel kitaplardır.
  • 183
    bir cümle sahibi cümlesini nerede bitireceğini bilir. ağızdan çıkan her cümle önem arz etmez. kimi cümle çok mühimdir, kimiyse alelade çıkıverir ağızdan. fakat her cümlenin biteceği sözcüğü sahibi seçer. cümleyi isterse uzatır, isterse kısa keser. bazı cümleler o ana anlam verirken , bazıları an’dan anlam kazanır. belki de sınırlı sayıda cümle ile gelmişizdir dünyaya kim bilir. yaşayan her insan kendi cümlelerini bir şekilde kuracak ve bir gün cümleler bitecek ansızın. o an geldiğinde yani söylenecek bir söz , kurulacak cümle kalmadığında bir telaş saracak benliğimizi, kuramadığımız cümleler dolduracak etrafımızı. sonra yardımımıza yerinde kurduğumuz cümleler yetişecek, kurtaracak bizi o henüz kuramadığımız ve kuramayacağımız her cümlenin sessizliğinden. birden bizim kurmadığımız, bizim yerimize kurulan cümleler dökülecek tanıdık ağızlardan ortalığa. bir zaman daha yer bulacak varlığımız ya da var sandığımız o koca boşluk. belki bir akşamüstü çayın yanında kurulacak son yer aldığımız cümle, belki bir sonbahar pazarı ; kahvaltı masasında yer bulacağız kendine adımıza kurulan bir cümlenin içinde son kez.
    o perşembe ikindi vakti ihtiyarın son cümlesi belli belirsiz saçıldı ortalığa. duyan oldumu pek önemli değildi. zaten son zamanlarda cümlelerini insanlardan çok ahbablığını ettiği kediler, köpekler ve kargalar duyar olmuştu. hem kimin duyduğunun ne anlamı var ki? artık onun için duyanın öneminden çok cümleleri bitirmekti önemli olan. yeterince hangi sözcüğün önce , hangisinin sonra geleceğini düşünmüş ; duyanın üzerine düşüneceği çok cümleler kurmuş bir ihtiyardı. ilk cümlelerini kurduğuna şahitlik edenler çoktan susmuş , en anlamlı cümlelerini kurduğunda yanında olanlar , ondan çok uzaklara gitmişti artık. fakat cümlelerinde hep onlar vardı. her cümlesinin içinde yer bulurlardı kendilerine. omuzlarında kiminin son kez yer aldığı bir çok cümlenin yükü ile o da o perşembe son cümlesini etti ve kendi sessizliğine çekildi. onun yerine bir kaç karga kendi arasında konuşmaya başladı;
    -sen nereden tanıyorsun merhumu?
    -ihtiyarı ilk gördüğümde bir pike yapmıştım valide-i cedid’e doğru mihrimah’ın üzerinden , imarethanenin avlusunda güvercinlere yem atmıştı. önce duvarına tünedim viranenin, gördü beni buyurmaz mısın fakir sofrasına? deyince emin olamadım benle konuştuğuna. tekrarladı sözlerini -bir gun ben de uçup gideceğim buralardan tıpkı senin gibi iinşallah- diye de ekledi.
    -amma yaptın ha sen de! aha musalladaki onun tabutu değil mi? uçuyor gibi mi duruyor sizce?
    bir diğeri dayanamadı
    -ulan andaval onların uçması ile bizim ki bir mi? biz uçtuk mu aha bu iki cami arasını geçeriz olmadı doğancılar'a tırmanırız geceleri de karacaahmet'teki servilere tüneriz. bazen canımız sıkılır salacağın üstünden kız kulesi’ne bir bakarız yerinde mi diye. onlar uçtu mu yerin yedi kat üstüne giderler.
    -birader sen benle dalga mi geçiyorsun? bunların hepsi toprağın altında değil mi karacaahmet'te? daha birini havada görmedim!
    tünedikleri ağacın dalında birbirleri ile didişirlerken baştan aşağı kapkara kargalar sela okunmaya başladı tartışmalarına ara vermek zorunda kaldılar. esnafça hoş karşılanmazlardi. çıkardıkları sesler ve çirkin olduklari yönündeki yaygın inanış; hep insanlarla aralarında görünmez bir duvar olmuştu. bazen bir masalda tilkiye kaptırdıkları peynir ile dalga geçilir , bazen ise onlardan beklenen sadakat duygusunun karşılığını vermedikleri için oyulan bir gözün müsebibi olurlardı. oysa ihtiyarın yalnızlığına arkadaştı çoğu. bazen sabahları kahvaltı arkadaşı, bazen çayın yanındaki simite ortak olurlardı.iihtiyar onları beslemenin karşılığında anılarını anlatır , hasret dolu gönlünü onlara dökerdi.
    gökyüzü, gümüş grisi bulutlarla kaplıydı o gün, rüzgar usulca esiyor nice cenaze namazı deneyimlemiş bu avlu giderek kalabalıklaşıyordu. avlunun eski çınar ağaçlarından birine tünemiş olan kargalar ise, alışıldık sessizliklerinin ötesinde ; duymak istenmedikçe işitilemeyecek bir fısıltıyla avludaki kalabalığı tahlil ediyorlardı. her biri gelenleri gözlüyor, ihtiyarın daha önce kendilerine anlattığı insanları tek tek tanıyarak
    -şuradaki kızı olmalı. bir gün bana cebinden bir kaç ceviz çıkarıp ikram etmişti o gün bahsetmişti kızından, siyah uzun saçlı güzel yüzlü hafif kilolu. iki de oğlu varmış kızının , bakın yanında iki erkek çocuk var kesin kızı bu! cevizi pek severmiş ihtiyar söylemişti.
    bir diğeri dile geldi
    -şu da yurt dışındaki oğlu olmalı şuradaki gözlüklü kel , bana simit verirken hep oğlundan bahsederdi yurt dışında yaşadığından en çok sıcak simiti özlermiş, o bile gelmiş onca yoldan!
    -evet evet de bir kişiyi göremedim ben siz gördünüz mü?
    -kimi yahu?
    -yahu iki lafından biri hatçam değil miydi bu ihtiyarın? hanımı nerede?
    -gerçekten her sabah avluyu süpürürken bir türkü söylerdi nasıldı dur bakim -denizin dibinde hatçam demirden evler-
    dayanamadı diğerleri
    -kapa çeneni kerkenez ne berbat sesin var!
    -karısını o kadar severdi bunca kişi geldi karısı gelmedi, yazık vallahi ihtiyara!
    sohbetlerini ezan kesti , havalanıp gitti onlar ve diğer bütün kuşlar. tabut cenaze arabasına yüklendi göğe yükselen diğerlerinin yanına karacaahmet’teki aile kabristanına defnedildi ihtiyar, karısının yanına.
  • 75
    fakat sonuçta düşüncelerin de, ne kadar herhangi bir özden yoksunmuş gibi görünürlerse görünsünler, bir destek noktasına ihtiyaçları vardır, aksi taktirde dönmeye ve anlamsız bir biçimde kendi etraflarında çember çizmeye başlarlar; onlar da hiçliğe dayanamazlar. insan bir şey bekliyordu ve hiçbir şey olmuyordu. insan bekliyor, bekliyor, bekliyordu ve hiçbir şey olmuyordu. insan tekrar tekrar bekliyordu. hiçbir şey olmuyordu. insan bekliyor, bekliyor, bekliyordu, düşünüyor, düşünüyordu,şakakları ağrımaya başlayana kadar düşünüyordu. hiçbir şey olmuyordu. insan yalnız kalıyordu. yalnız. yalnız.

    stephan zweig - satranç
  • 144
    davet

    “şunları bir araya toplayayım.
    bir güzel muhabbet edelim” diye düşündüm.

    mutfak işinden de anlarım.
    donattım sofrayı.
    bayağı uğraştım.
    hepsinin, ayrı ayrı ne
    yemekten, ne içmekten
    hoşlandığını iyi bilirim.
    bayağı da para gitti.

    birinin yediğini öbürü yemez.
    ötekinin içtiğini beriki içmez.
    dört kişilik sofra kurdum.

    mumları da yaktım.
    bak hepsi, erick satie severdi.
    hatırladım.
    müziği de ayarladım.

    geldiler.

    20 yaşında ben,
    35 yaşımda ben,
    40 yaşımda ben ve
    bugünkü ben dördümüz.

    birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum.
    kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim.
    yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.
    kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.

    yatıştırayım dedim.
    “sen karışma moruk” dediler. büyük hır çıktı.
    komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
    yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.

    evin de içine ettiler.

    bende kabahat.
    ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine…

    can yücel
  • 66
    "kafamın içinde kocaman bir ağaç ve küçücük bir maymun var. daldan dala zıplıyor, onu evcilleştiremiyorum. bütün şarkılarda senden bahsediliyormuş, onu fark ettim. ezelden beri o nazlanan senmişsin. saray çatılarında senin için düello yapılmış.
    her insan bazen gökte yabancı bir cisim görür de gözlerine inanmaz ya, yanındakine “benim gördüğümü sen de görüyor musun?” diye sorar. ben de seninleyken gözlerime inanamıyordum. kulaklarıma inanamıyordum. vücudumdaki hiçbir hücreye inanamıyordum. kimseye soramıyordum da “benim gördüğümü sen de görüyor musun?” diye."
    `
    korkma ben varım - murat menteş`

    polisiye kitaplardan hoşlanıyorsanız mutlaka okumanız gereken bir kitap. benim gibi polisiye kitaplardan hoşlanmıyorsanız da mutlaka okumanız gereken bir kitap. dublörün dilemması'yla net bir kan bağı olan murat menteş'in ikinci kitabı ve dublörün dilemması'nın da çok üzerinde bir kitap. nefes nefese, suratınızda sürekli bir gülümseme ve hatta bazı yerlerde kahkahalarla okuyacağınız, bunun yanında öyle boş çerezlik bir kitap da değil. mutlaka okuyun. etkilemiş gibi olmayayım, siz bilirsiniz ama önce dublörün dilemması'nı okuyun derim ben yine de...
App Store'dan indirin Google Play'den alın