826
her bir yandan ablukaya alınmış, dostundan düşmanına kadar herkes tarafından eleştirilmiş, kimi zaman yerden yere vurulmuş, destekten çok köstek olan yorumlara maruz kalmış, maruz kalan ve maruz kalacak olan spor kulübüdür.
bugün işi gücü bıraktım, kendimi bir şeyler yazmaya odakladım. fikirlerine katılmadığım birkaç yazarın pek çok entrysini okumak da bana entry yazma konusunda gerekli isteği aşıladı. o yüzden onlara da teşekkür ediyorum. her ne kadar fikirlerine katılmasam da, bana bir şeyler yazma hissiyatı kazandırdılar bugün.
her bir yandan ablukaya alınmış, dedim kulübümüz için. taraftarından medyasına, ultraslan'ından eski futbolcularına kadar çok geniş bir merciyi oluşturan kişiler tarafından, deyip yerindendeyse, topa tutuluyor. önüne gelen herkes; teknik direktörü, yönetimi, futbolcuyu eleştiriyor. eski defterleri açıp, huzursuzluk yaratmak için alt zemin hazırlıyor.
şu an kulüp içinde en çok eleştirilen şeylere ayrı ayrı bakmakta fayda var. hepsi teker teker değerlendirilmeli ki, yanlış anlamaların önüne geçilebilsin ve doğru-yanlış diye nitelediğim şeylerin sebepleri daha rahat görülebilsin.
sezon başından beri, az çok galatasaray maçlarını takip edenler, futbolcuların psikolojileri hakkında biraz fikir sahibi olabilmişlerdir. aynı şekide, çok uzağa gitmeye gerek yok, sözlüğü biraz olsun takip edenler de bu yılki taraftar profili hakkında bilgi sahibidir. taraftarın neyi isteyip neyi istemediğini, tepkisinin neye karşı olduğunu anlayabilmişlerdir diye umuyorum. medyayı takip edenlerin, galatasaray düşmanlığını görmemesi de imkansız. ultraslan'ın bu yılki hali zaten hepimizin dilinde. yönetim de en çok eleştirilenlerin başında geliyor.
neresinden tutsak elde kalacak bir durumdayız hepimiz. yönetiminden tutun, maçla ilgisi olmayan taraftara kadar, bir karadelik içine çekilmeye çalışıyoruz.
sezon başındaki taraftar profiliyle, şu anki taraftar tutumu arasında uçurumlar kadar fark var. bana kalırsa bu durumun tek bir suçlusu yok. herkesin az çok hatası var bu durumun oluşmasında.
arda turan konusuyla başlayalım örneğin. sezon öncesi kaptanlık ve 10 numara teslim edildi kendisine, hepimiz biliyoruz. sezon başında müthiş bir ivmelenme yaşadı arda turan. herkesin düşündüğü, arda'nın kaptanlığın yükü altından başarıyla kalktığıydı. bir anda büyük kaptan arda turan oldu, birkaç haftadır kolunda bant taşıyan 22 yaşındaki genç adam.
özel hayatındaki birkaç gelişme sonrası yerden yere vuruldu nedense büyük kaptan. sevgilisi için sinema kapatması resmen alay konusu oldu. tribünde pankartlar açıldı, saçma sapan sözler söylendi. iki gün önce büyük kaptan arda turan diye tezahürat edenler, bir anda arda düşmanı oldu başımıza. sonunda yine arda tu kaka oldu, yine arda hatalı sayıldı.
22 yaşında gencecik bir adamın, kız arkadaşına vakit ayırıp sinemaya gitmesi bu kadar mı rahatsız etti birilerini. galatasaray kaptanı davranışlarına dikkat edecek, kabul; ama sinema kapatmanin neresi kötü davranıştır bir düşünün allah aşkına. tekrar söylüyorum, 22 yaşında gencecik bir heyecandı arda turan; ama malum olaylardan sonra ne o heyecan kaldı ne de eski arda. hayatının en verimli dönemlerinde bir adamı bitirmeyi başardı bizim taraftarımız. bunu yaparken, kendilerinin o yaşlarda karı-kız kesmek için işlek caddelerde pusuya yattığını unutarak laf ettiler kaptanlarına.
sonra arda neden ruhsuz oynuyor dendi. iğneyle maça çıktığı, o iğneler yüzünden şiştiği unutularak eleştirildi. arda sitem edince, vay efendim nasıl olur da sitem edebilir dendi. en sonunda, galatasaray'da oynama hevesi sönen bir arda diktiler karşımıza. bu adam eskiden galatasaray'da kalmak istiyorum diyebiliyorken, bu sezonun sonunda kulüp neyi uygun görürse o olur demeye başladı.
bu kadar yıprattıktan sonra, hala arda'yi bitirmek için bu kadar hevesli misiniz?
yanında rijkaard ve neeskens ikilisiyle kendini çok geliştirebilecek olan arda turan, yapılan saçma sapan hatalar yüzünden küstü taraftara, ne kadar farkındayız?
rijkaard konusu var.
pek çok taraftar eleştiriyor onu da. sebep de bu sezon kaçan şampiyonluk, kötü oynanan oyun vs. bakın, sezon başında rijkaard geldiğinde, birden büyük başarılar yakalayamayacağımızı biliyorduk. kaçan şampiyonluk ve şampiyonlar ligi, patlamaya hazır bizlere kıvılcım oldu. bir dönüp bakalım, neler olmuş neler bitmiş bir özet geçelim.
büyük teknik adamlar -bunlara rijkaard da dahildir- bir takımın başına geçmeden önce o kulübün transfer bütçesini baz alarak karar verirler. yani, kendilerinin istediği pek çok oyuncuyu almaya gücü yetmeyen bir kulübe gitmek, o teknik adamlar için başarısızlığın ilk adımı demektir. bu adamlar, dünya çapında marka olan isimlere sahipler, o adı karalamak ve o isimle başarısızlık kelimesinin aynı cümlede geçmesi en son isteyecekleri şey.
rijkaard da galatasaray'a gelmeden önce bazı isteklerde bulunmuştur, bundan şüphe yok. bir uzlaşma sağlanmasa takımı çalıştırmayı kabul etmezdi. rijkaard kendine güvenmiş ki, galatasaray gibi mali açıdan mütevazı sayılabilecek bir kulübe gelmiştir. kimsenin rijkaard'dan büyük bir devrim bekleme hakkı yok. çünkü bu mali şartlar altında, 2 yıllık bir sözleşmeyle devrim falan olmaz. rijkaard, yapılanma yolunda atılmış bir adımdır. bu adımların devamı gelmezse, rijkaard galatasaray tarihindeki başarısız hocalar sınıfına sokulacak kimilerince.
2 yılda, yıllardır değişmeden gelmiş belirli bir şablonun tamamen dışına çıkıp, bambaşka bir resim çizmek hayaldir. bu yüzden, rijkaard'dan çok çok büyük başarılar beklemek de, onu şimdiden yerin dibine sokmak da yanlıştır diye düşünüyorum. biliyoruz ki, bir şeyleri değiştirmeye çalışmadığımız sürece, en büyük başarımız 10 yıl önceki uefa zaferi olmaktan öteye gitmeyecek.
yani rijkaard'ı eleştirirken olaya salt rijkaard gözüyle bakmamak gerekiyor. mali açıdan çok da güçlü olmayan bir kulübü, dolayısıyla yöneticileri de bu eleştirileri yaparken göz önünde bulundurmak şart.
işin yönetim kadrosu boyutuna geçelim.
aslında yönetimle ilgili ana meseleyi rijkaard'a değinirken anlatmış oldum. yönetimin yapması gereken ve ilk planda çözüme ulaştırmak için çalıştıklarına inandığım mali kalkınma. ekonomik olarak çok rahat dönemlere ulaşamadığımız sürece, bir şeyler hep eksik kalacak. futbol takımının başına gelen dünyaca ünlü bir hocaya, istediği tüm transferleri gerçekleştirebileceği güvencesi verilmedikçe takım istenen seviyeye gelemeyecek.
fenerbahçe'ye bakalım. süper lig'in mali açıdan en güçlü ekibi demek çok da yanlış olmaz. pek çok futbolcuya değerinin çok daha fazlasını vermiş, medyayı satın almış, futbol federasyonunu pasifize etmiştir mali gücüyle. yani işleri kendi lehine çevirebilecek bir erk var kendilerinde, o da para. ha, para var da neden bu adamlar başarısız derseniz; adamların vizyonu yok. tek sebep bu. bizde olay tam tersi.
yani yönetim mali açıdan kalkınmadıkça, galatasaray o çok arzu ettiğimiz dünya kulübü yaftasını elde edemeyecek. biz öyle olduğunu düşünsek de, avrupa kupalarında beklenen başarılar gelmeyecek.
medyayı özetleyelim bir de.
az önce söylediğim gibi, medya fenerbahçe kulübü'nün elinde. fenerbahçe'nin en ciddi rakibi olarak görülen galatasaray, her defasında karıştırılmaya çalışıyor. gazeteler fenerbahçeli köşe yazarlatıyla dolup taşıyor, spor servislerine fenerbahçeli müdürler gönderiliyor.
galatasaray içindeki en ufak bir mesele, bire bin katılarak yansıtılıyor halka. alınan küçük bir başarısızlık, büyük bir felaketmiş gibi lanse ediliyor. bir futbolcu kötü oynadığında, sezon sonu gönderilecek haberleri yayımlanıyor. fenerbahçe'yi en çok korkutan keita, arda, rijkaard gibi isimlerin üzerine daha fazla gidiliyor. çoğu zaman yalan yanlış haberler çıkarılıyor.
bir yerden sonra, taraftar inanmaya başlıyor bu haberlere. galeyana gelen insanlar tribünde futbolcusuna küfretmeye kadar gidebiliyor. sebep, medyada çıkan yalan haberler. bir karalama kampanyası neticesinde, iş o kadar büyüyor ki, taraftar-profesyonel takım-yönetim üçgeni darmadağın oluyor. "bir zincir, en zayıf halkası kadar güçlüdür." sözünü unutmayan medya, bu zincirdeki en zayıf halkayı, yani taraftarı, kışkırtarak zinciri koparmayı başarıyor.
sezon başından beri en çok eleştirdiğim ultraslan taraftar grubu meselesi, belki de en can sıkan konu.
bana göre, galatasaray'ın sırtındaki kamburdur ultraslan. deplasmana gitmelerine, takımı desteklemelerine* sözüm yok; ama bu sezon büyük hayal kırıklıklarına ua imzasını attı bu grup. yaptıkları yanlışlar takımı bambaşka bir yola itti.
öncelikle, beleş bilet konusuna bakalım. yıllardır yönetimin sağladığı bedava biletlerle tribüne giriyor bu adamlar. "e o kadar deplasmana gidiyorlar hakları değil mi?" derseniz, yok öyle bir hak cevabını alırsınız. taraftar olmak, maddi açıdan da kulübe destek olmak demektir. yani ali sami yen'de 90 dakika boyunca arabesk şarkılar söylemek bedava bilet hakkı kazandırmıyor kimseye.
ikinci olarak, alınan o beleş biletlerin hakkı takım kötü oynayınca bilmem kaç dakika tezahürat etmeyerek, takımı desteklemek isteyenleri "susun ulan" diyerek susturmakla ödenmez. kaptanınla dalga geçmek, pek çok futbolcuyu oyundan soğutmak, pek çok galatasaraylı'yı tribüne gelmekten soğutmak o biletlerin karşılığı değildir. aldığın beleş biletleri karaborsada satarak cebini doldurmak galatasarylılık değildir.
(gbkz: reis dediğin takım elbiseli, polat alemdar özentisi adamlara yalakalık yapmak taraftarlık değildir.)
çok şey istemedik, kulübün öyle ya da böyle sağladığı bedava biletlerin hakkını tam anlamıyla ver istedik. tribünde arabesk söyleyerek 90 dakikalık oyunu çekilmez kılmamanı istedik. herkes takımına saldırmak için beklerken, onlara fırsat vermek yerine sonuna kadar destek ol istedik. kaptanını takıma küstürmek yerine, ona sahip çıktığını cümle aleme göster de millet korksun istedik.
sence çok şey mi istedik?
daha yazılması gereken çok şey var belki; ama ne benim anlatmaya gücüm yeter ne de başkalarının dinlemeye gücü yeter. bir makinede en küçük dişlideki sorun tüm makinenin işlevini yitirme sebebidir. galatasaray da böyle. taraftarından yönetimine kadar, herhangi bir mercideki en küçük sorun tüm kulübü rahatsız eder. sonunda ciddi kayıplara, büyük kavgalara sebebiyet verir.
takımı eleştiren zaten eleştiriyor. insana en çok dostundan yediği kazık koyar, düşmanlarından yediği değil. destek olması gerekenler bizleriz. takıma sahip çıkan birileri olduğunu göstermesi gereken bizleriz. bırakalım acımasız eleştirileri. hiç eleştiri yapmayalım demiyorum, ama yapıcı olalım. sayıp sövmeden önce biraz sakinleşip söyleyelim söyleyeceklerimizi.
taraftar kulübüne sahip çıkarsa çarklar yeniden dönmeye başlayacak. ben gelecek adına daha umutlu olacağım. tribünde protesto etmek yerine avazımız çıktığı kadar marşlar söyleyelim, arabeske kaçmadan bildiğimiz galatasaray marşlarıyla şenlenelim.
bizler taraftarız. bir olduğumuzda üstesinden gelemeyeceğimiz şey yok, bunu görelim.
galatasaray bu kadar eleştirilirken ve taraftarın bu eleştirilere hak verdiği görülüp bundan cesaret alınırken niyedir bu suskunluk ve köstek olma çabası.
bir olma zamanıdır ey galatasaraylı, yeni sezon bunun başlangıcı olsun.
biz bize yeteriz.
biz galatasaray sevdalılarıyız.
bu kulüp için tek bir şey dökülsün artık hepimizin ağzından, başka söze gerek yok;
yürüyedur!
bugün işi gücü bıraktım, kendimi bir şeyler yazmaya odakladım. fikirlerine katılmadığım birkaç yazarın pek çok entrysini okumak da bana entry yazma konusunda gerekli isteği aşıladı. o yüzden onlara da teşekkür ediyorum. her ne kadar fikirlerine katılmasam da, bana bir şeyler yazma hissiyatı kazandırdılar bugün.
her bir yandan ablukaya alınmış, dedim kulübümüz için. taraftarından medyasına, ultraslan'ından eski futbolcularına kadar çok geniş bir merciyi oluşturan kişiler tarafından, deyip yerindendeyse, topa tutuluyor. önüne gelen herkes; teknik direktörü, yönetimi, futbolcuyu eleştiriyor. eski defterleri açıp, huzursuzluk yaratmak için alt zemin hazırlıyor.
şu an kulüp içinde en çok eleştirilen şeylere ayrı ayrı bakmakta fayda var. hepsi teker teker değerlendirilmeli ki, yanlış anlamaların önüne geçilebilsin ve doğru-yanlış diye nitelediğim şeylerin sebepleri daha rahat görülebilsin.
sezon başından beri, az çok galatasaray maçlarını takip edenler, futbolcuların psikolojileri hakkında biraz fikir sahibi olabilmişlerdir. aynı şekide, çok uzağa gitmeye gerek yok, sözlüğü biraz olsun takip edenler de bu yılki taraftar profili hakkında bilgi sahibidir. taraftarın neyi isteyip neyi istemediğini, tepkisinin neye karşı olduğunu anlayabilmişlerdir diye umuyorum. medyayı takip edenlerin, galatasaray düşmanlığını görmemesi de imkansız. ultraslan'ın bu yılki hali zaten hepimizin dilinde. yönetim de en çok eleştirilenlerin başında geliyor.
neresinden tutsak elde kalacak bir durumdayız hepimiz. yönetiminden tutun, maçla ilgisi olmayan taraftara kadar, bir karadelik içine çekilmeye çalışıyoruz.
sezon başındaki taraftar profiliyle, şu anki taraftar tutumu arasında uçurumlar kadar fark var. bana kalırsa bu durumun tek bir suçlusu yok. herkesin az çok hatası var bu durumun oluşmasında.
arda turan konusuyla başlayalım örneğin. sezon öncesi kaptanlık ve 10 numara teslim edildi kendisine, hepimiz biliyoruz. sezon başında müthiş bir ivmelenme yaşadı arda turan. herkesin düşündüğü, arda'nın kaptanlığın yükü altından başarıyla kalktığıydı. bir anda büyük kaptan arda turan oldu, birkaç haftadır kolunda bant taşıyan 22 yaşındaki genç adam.
özel hayatındaki birkaç gelişme sonrası yerden yere vuruldu nedense büyük kaptan. sevgilisi için sinema kapatması resmen alay konusu oldu. tribünde pankartlar açıldı, saçma sapan sözler söylendi. iki gün önce büyük kaptan arda turan diye tezahürat edenler, bir anda arda düşmanı oldu başımıza. sonunda yine arda tu kaka oldu, yine arda hatalı sayıldı.
22 yaşında gencecik bir adamın, kız arkadaşına vakit ayırıp sinemaya gitmesi bu kadar mı rahatsız etti birilerini. galatasaray kaptanı davranışlarına dikkat edecek, kabul; ama sinema kapatmanin neresi kötü davranıştır bir düşünün allah aşkına. tekrar söylüyorum, 22 yaşında gencecik bir heyecandı arda turan; ama malum olaylardan sonra ne o heyecan kaldı ne de eski arda. hayatının en verimli dönemlerinde bir adamı bitirmeyi başardı bizim taraftarımız. bunu yaparken, kendilerinin o yaşlarda karı-kız kesmek için işlek caddelerde pusuya yattığını unutarak laf ettiler kaptanlarına.
sonra arda neden ruhsuz oynuyor dendi. iğneyle maça çıktığı, o iğneler yüzünden şiştiği unutularak eleştirildi. arda sitem edince, vay efendim nasıl olur da sitem edebilir dendi. en sonunda, galatasaray'da oynama hevesi sönen bir arda diktiler karşımıza. bu adam eskiden galatasaray'da kalmak istiyorum diyebiliyorken, bu sezonun sonunda kulüp neyi uygun görürse o olur demeye başladı.
bu kadar yıprattıktan sonra, hala arda'yi bitirmek için bu kadar hevesli misiniz?
yanında rijkaard ve neeskens ikilisiyle kendini çok geliştirebilecek olan arda turan, yapılan saçma sapan hatalar yüzünden küstü taraftara, ne kadar farkındayız?
rijkaard konusu var.
pek çok taraftar eleştiriyor onu da. sebep de bu sezon kaçan şampiyonluk, kötü oynanan oyun vs. bakın, sezon başında rijkaard geldiğinde, birden büyük başarılar yakalayamayacağımızı biliyorduk. kaçan şampiyonluk ve şampiyonlar ligi, patlamaya hazır bizlere kıvılcım oldu. bir dönüp bakalım, neler olmuş neler bitmiş bir özet geçelim.
büyük teknik adamlar -bunlara rijkaard da dahildir- bir takımın başına geçmeden önce o kulübün transfer bütçesini baz alarak karar verirler. yani, kendilerinin istediği pek çok oyuncuyu almaya gücü yetmeyen bir kulübe gitmek, o teknik adamlar için başarısızlığın ilk adımı demektir. bu adamlar, dünya çapında marka olan isimlere sahipler, o adı karalamak ve o isimle başarısızlık kelimesinin aynı cümlede geçmesi en son isteyecekleri şey.
rijkaard da galatasaray'a gelmeden önce bazı isteklerde bulunmuştur, bundan şüphe yok. bir uzlaşma sağlanmasa takımı çalıştırmayı kabul etmezdi. rijkaard kendine güvenmiş ki, galatasaray gibi mali açıdan mütevazı sayılabilecek bir kulübe gelmiştir. kimsenin rijkaard'dan büyük bir devrim bekleme hakkı yok. çünkü bu mali şartlar altında, 2 yıllık bir sözleşmeyle devrim falan olmaz. rijkaard, yapılanma yolunda atılmış bir adımdır. bu adımların devamı gelmezse, rijkaard galatasaray tarihindeki başarısız hocalar sınıfına sokulacak kimilerince.
2 yılda, yıllardır değişmeden gelmiş belirli bir şablonun tamamen dışına çıkıp, bambaşka bir resim çizmek hayaldir. bu yüzden, rijkaard'dan çok çok büyük başarılar beklemek de, onu şimdiden yerin dibine sokmak da yanlıştır diye düşünüyorum. biliyoruz ki, bir şeyleri değiştirmeye çalışmadığımız sürece, en büyük başarımız 10 yıl önceki uefa zaferi olmaktan öteye gitmeyecek.
yani rijkaard'ı eleştirirken olaya salt rijkaard gözüyle bakmamak gerekiyor. mali açıdan çok da güçlü olmayan bir kulübü, dolayısıyla yöneticileri de bu eleştirileri yaparken göz önünde bulundurmak şart.
işin yönetim kadrosu boyutuna geçelim.
aslında yönetimle ilgili ana meseleyi rijkaard'a değinirken anlatmış oldum. yönetimin yapması gereken ve ilk planda çözüme ulaştırmak için çalıştıklarına inandığım mali kalkınma. ekonomik olarak çok rahat dönemlere ulaşamadığımız sürece, bir şeyler hep eksik kalacak. futbol takımının başına gelen dünyaca ünlü bir hocaya, istediği tüm transferleri gerçekleştirebileceği güvencesi verilmedikçe takım istenen seviyeye gelemeyecek.
fenerbahçe'ye bakalım. süper lig'in mali açıdan en güçlü ekibi demek çok da yanlış olmaz. pek çok futbolcuya değerinin çok daha fazlasını vermiş, medyayı satın almış, futbol federasyonunu pasifize etmiştir mali gücüyle. yani işleri kendi lehine çevirebilecek bir erk var kendilerinde, o da para. ha, para var da neden bu adamlar başarısız derseniz; adamların vizyonu yok. tek sebep bu. bizde olay tam tersi.
yani yönetim mali açıdan kalkınmadıkça, galatasaray o çok arzu ettiğimiz dünya kulübü yaftasını elde edemeyecek. biz öyle olduğunu düşünsek de, avrupa kupalarında beklenen başarılar gelmeyecek.
medyayı özetleyelim bir de.
az önce söylediğim gibi, medya fenerbahçe kulübü'nün elinde. fenerbahçe'nin en ciddi rakibi olarak görülen galatasaray, her defasında karıştırılmaya çalışıyor. gazeteler fenerbahçeli köşe yazarlatıyla dolup taşıyor, spor servislerine fenerbahçeli müdürler gönderiliyor.
galatasaray içindeki en ufak bir mesele, bire bin katılarak yansıtılıyor halka. alınan küçük bir başarısızlık, büyük bir felaketmiş gibi lanse ediliyor. bir futbolcu kötü oynadığında, sezon sonu gönderilecek haberleri yayımlanıyor. fenerbahçe'yi en çok korkutan keita, arda, rijkaard gibi isimlerin üzerine daha fazla gidiliyor. çoğu zaman yalan yanlış haberler çıkarılıyor.
bir yerden sonra, taraftar inanmaya başlıyor bu haberlere. galeyana gelen insanlar tribünde futbolcusuna küfretmeye kadar gidebiliyor. sebep, medyada çıkan yalan haberler. bir karalama kampanyası neticesinde, iş o kadar büyüyor ki, taraftar-profesyonel takım-yönetim üçgeni darmadağın oluyor. "bir zincir, en zayıf halkası kadar güçlüdür." sözünü unutmayan medya, bu zincirdeki en zayıf halkayı, yani taraftarı, kışkırtarak zinciri koparmayı başarıyor.
sezon başından beri en çok eleştirdiğim ultraslan taraftar grubu meselesi, belki de en can sıkan konu.
bana göre, galatasaray'ın sırtındaki kamburdur ultraslan. deplasmana gitmelerine, takımı desteklemelerine* sözüm yok; ama bu sezon büyük hayal kırıklıklarına ua imzasını attı bu grup. yaptıkları yanlışlar takımı bambaşka bir yola itti.
öncelikle, beleş bilet konusuna bakalım. yıllardır yönetimin sağladığı bedava biletlerle tribüne giriyor bu adamlar. "e o kadar deplasmana gidiyorlar hakları değil mi?" derseniz, yok öyle bir hak cevabını alırsınız. taraftar olmak, maddi açıdan da kulübe destek olmak demektir. yani ali sami yen'de 90 dakika boyunca arabesk şarkılar söylemek bedava bilet hakkı kazandırmıyor kimseye.
ikinci olarak, alınan o beleş biletlerin hakkı takım kötü oynayınca bilmem kaç dakika tezahürat etmeyerek, takımı desteklemek isteyenleri "susun ulan" diyerek susturmakla ödenmez. kaptanınla dalga geçmek, pek çok futbolcuyu oyundan soğutmak, pek çok galatasaraylı'yı tribüne gelmekten soğutmak o biletlerin karşılığı değildir. aldığın beleş biletleri karaborsada satarak cebini doldurmak galatasarylılık değildir.
(gbkz: reis dediğin takım elbiseli, polat alemdar özentisi adamlara yalakalık yapmak taraftarlık değildir.)
çok şey istemedik, kulübün öyle ya da böyle sağladığı bedava biletlerin hakkını tam anlamıyla ver istedik. tribünde arabesk söyleyerek 90 dakikalık oyunu çekilmez kılmamanı istedik. herkes takımına saldırmak için beklerken, onlara fırsat vermek yerine sonuna kadar destek ol istedik. kaptanını takıma küstürmek yerine, ona sahip çıktığını cümle aleme göster de millet korksun istedik.
sence çok şey mi istedik?
daha yazılması gereken çok şey var belki; ama ne benim anlatmaya gücüm yeter ne de başkalarının dinlemeye gücü yeter. bir makinede en küçük dişlideki sorun tüm makinenin işlevini yitirme sebebidir. galatasaray da böyle. taraftarından yönetimine kadar, herhangi bir mercideki en küçük sorun tüm kulübü rahatsız eder. sonunda ciddi kayıplara, büyük kavgalara sebebiyet verir.
takımı eleştiren zaten eleştiriyor. insana en çok dostundan yediği kazık koyar, düşmanlarından yediği değil. destek olması gerekenler bizleriz. takıma sahip çıkan birileri olduğunu göstermesi gereken bizleriz. bırakalım acımasız eleştirileri. hiç eleştiri yapmayalım demiyorum, ama yapıcı olalım. sayıp sövmeden önce biraz sakinleşip söyleyelim söyleyeceklerimizi.
taraftar kulübüne sahip çıkarsa çarklar yeniden dönmeye başlayacak. ben gelecek adına daha umutlu olacağım. tribünde protesto etmek yerine avazımız çıktığı kadar marşlar söyleyelim, arabeske kaçmadan bildiğimiz galatasaray marşlarıyla şenlenelim.
bizler taraftarız. bir olduğumuzda üstesinden gelemeyeceğimiz şey yok, bunu görelim.
galatasaray bu kadar eleştirilirken ve taraftarın bu eleştirilere hak verdiği görülüp bundan cesaret alınırken niyedir bu suskunluk ve köstek olma çabası.
bir olma zamanıdır ey galatasaraylı, yeni sezon bunun başlangıcı olsun.
biz bize yeteriz.
biz galatasaray sevdalılarıyız.
bu kulüp için tek bir şey dökülsün artık hepimizin ağzından, başka söze gerek yok;
yürüyedur!