1
kendimden bahsederek anlatacağım bu sevgiyi ama siz kendinizi düşünerek okuyacaksınız çok iyi biliyorum.
öyle böyle değil, o kadar çok seviyorum ki futbolu. hani hayatın bir parçası derler ya klişe olarak. benim ki pek öyle değil. ben futbolun bir parçasıyım sanki.
oynamayı ayrı seviyorum, izlemeyi ayrı. okumayı ayrı seviyorum, yazmayı ayrı. konuşmayı ayrı seviyorum, dinlemeyi ayrı. hepsinden zevk alıyorum.
ama asıl üzerinde durmak istediğim futbol oynamayı sevmek. nasıl büyük keyif alıyorum bir bilseniz. hem de yıllardır hiç eksilmeden, yıllardır derken neredeyse 40 yıldan bahsediyorum yahu. küçücükten beri oynuyorum. hiç bir zaman sanata meraklı olmadım. herhalde yeteneğim de yoktu ki olmadığını benden iyi kimse bilemez. yani öyle bir kursa gideyim, ders alayım da bir müzk aleti çalayım, resim yapayım istemedim hiç. 7. sınıftayken evdekilerin isteğiyle mandolin kursuna yazılmıştım, hatta mandolinin tellerini sol ele göre değiştirtmiştim bile ama bir kez olsun o kursa gitmedim. yahu nasıl gideyim. kurs hafta sonuydu. tam top oynayacağım ya da galatasaray maçının olduğu günlerde mandolin çalmak, olacak şey değildi.
senelerdir o kadar çok yerde, o kadar çok insanla top oynadım ki. o kadar çok arkadaşım oldu ki, bir çok şehirden, semtten.
mahalle sokağının asfaltında, kaldırımla duvar pas yaparak da oynadım, yerler buz kaplıyken düşe kalka da. zımpara gibi toprak sahalarda da, mis gibi çim sahalarda da. yağmurdan, çamurdan tanınmayacak hale geldiğim de oldu, şıkır şıkır formalarla maçı bitirdiğim de. halı sahalara yıllarca ihtiyaç olunca para istenmeden çağrıldığım da oldu, abone olup sezonun parasını 3 haftada ödediğim de.
tekme attığım da oldu, tekme, kafa yediğim de. saç çektiğim de oldu, kel diye dalga geçildiğim de. terleyince vücudumu kaşındıran orlon formayla da oynadım, modern zamanların clima cool formalarıyla da oynadım. kart da gördüm, kart gösterttim de. kampa girip maça çıktığım da oldu, belediye otobüsüyle maça yetiştiğim de. içkili maça çıktığım da oldu, cuma namazından çıkıp oynadığım da. çok kuvvetli ve sağlıklıyken de oynamak istedim, sakat sakat kendimi zorlayarak da.
kazandığım da oldu kaybettiğim de.
şimdilerde her cuma halı sahada top oynuyorum. iple çekiyorum cuma gününü. işten öğleden sonra çıkıyorum maç günleri. benim için o saatten sonra akşam oynayacağım maçın keyfini düşünmek her şeyden önemli.
yıllarca idman yaptım ama hiç sevmedim. sadece daha zevk alarak futbol oynamamı sağlayacağı için katlandım. öyle çıkayım yürüyeyim, koşayım, spor salonunda çalışayım gibi şeyler bana uymaz, hiç sevmem. daha önce denedim, çok sıkıldım.
bu yüzden futbol oynayamayacak kadar yaşlandığımda ne olacak çok merak ediyorum. hiç iyi olmayacağı kesin.
her hafta 1 saat futbol oynamak > meditasyon işte. tartışmam. net. bazen havalar veya sakatlıklar sebebiyle bir süre top oynayamadığım oldu. psikolojik dengem bozuluyor vallahi. futbol oynayamayacak hale geldiğimde allah hanıma sabır versin.
konuyu kendi üzerimden anlattığıma bakmayın. adını iyi bildiğiniz bir çok kişi bunlar geçerli. ister futbolcu olsun ister olmasın.
mesela alp yalman. galatasaray başkanı iken şimdiki astori center’ın yeri onun iş yeriydi. içinde de küçük, toprak bir saha vardı, bilinen adıyla tatko sahası. orada prekazi’yi bile denediği söylenir, hem de alp yalman’ın oynadığı öğle arası maçında. hala bu yaşında gözünde gözlükleriyle arada sırada sahada görürsünüz.
mesela maradona. dünya kupasında, yedek kulübesindeyken top taca çıkarken hamle yaptığını, ille o topa dokunduğunu gördük. ne cezalar aldı ama hep geri döndü. istese başka bir sürü iş yapıp dünyanın parasını kazanabilirdi ama o ya futbolcu ya da hoca olarak devam etmek istedi.
hayrettin, eskilerin kova kalecisi diye bilinir. öyle değildir ama üstüne yapıştı işte adamın. 40küsur yaşında amatör ligde kaleye geçti geçen sezon, para mı? hadi canım.
elbette en güzel örnek george best. izleyince oynamaktan nasıl zevk aldığını görürsünüz. kimseye pas vermeden önüne geleni çalımlayıp attığı golleri gördünüz mü? belki çok daha müsait durumda arkadaşı varken kendi oynuyor. eğer bunları yapmazsa futbol oynamaz ki, bundan zevk alıyor.
ben en çok platini’ye şaşırıyorum. nasıl olurda öyle bir adam top oynamaz. kendi söyledi 15 yıldır ayağıma top değmedi diye.
mesela daniel güiza demiş ki “ailemin de beni tekrar futbol oynarken görmesini istiyorum.” konu sadece para değil işte.
mesela arda turan için almanya maçında vitrine çıkmak için oynamak istediği söylendi. yahu adam oynamak istiyor, ne vitrini.
mesela fatih terim’in halı saha ya da ayak tenisi muhabbetlerini dinlediniz mi hiç? adam seviyor futbolu işte.
acun'un arjantin'e maç yapmak için gittiğini duydunuz mu? seviyor işte bu adam da.
ya da hagi ile tugay mesela. her idmanda çift kalede oynuyorlar, kalecilere iddiasına şut atıyorlar.
bu durumlar biraz michael jordan’ın sözleşmesine “keyfim için arkadaşlarımla basketbol oynayabilirim” maddesi ekletmesine benziyor.
futbolu seviyorum…
öyle böyle değil, o kadar çok seviyorum ki futbolu. hani hayatın bir parçası derler ya klişe olarak. benim ki pek öyle değil. ben futbolun bir parçasıyım sanki.
oynamayı ayrı seviyorum, izlemeyi ayrı. okumayı ayrı seviyorum, yazmayı ayrı. konuşmayı ayrı seviyorum, dinlemeyi ayrı. hepsinden zevk alıyorum.
ama asıl üzerinde durmak istediğim futbol oynamayı sevmek. nasıl büyük keyif alıyorum bir bilseniz. hem de yıllardır hiç eksilmeden, yıllardır derken neredeyse 40 yıldan bahsediyorum yahu. küçücükten beri oynuyorum. hiç bir zaman sanata meraklı olmadım. herhalde yeteneğim de yoktu ki olmadığını benden iyi kimse bilemez. yani öyle bir kursa gideyim, ders alayım da bir müzk aleti çalayım, resim yapayım istemedim hiç. 7. sınıftayken evdekilerin isteğiyle mandolin kursuna yazılmıştım, hatta mandolinin tellerini sol ele göre değiştirtmiştim bile ama bir kez olsun o kursa gitmedim. yahu nasıl gideyim. kurs hafta sonuydu. tam top oynayacağım ya da galatasaray maçının olduğu günlerde mandolin çalmak, olacak şey değildi.
senelerdir o kadar çok yerde, o kadar çok insanla top oynadım ki. o kadar çok arkadaşım oldu ki, bir çok şehirden, semtten.
mahalle sokağının asfaltında, kaldırımla duvar pas yaparak da oynadım, yerler buz kaplıyken düşe kalka da. zımpara gibi toprak sahalarda da, mis gibi çim sahalarda da. yağmurdan, çamurdan tanınmayacak hale geldiğim de oldu, şıkır şıkır formalarla maçı bitirdiğim de. halı sahalara yıllarca ihtiyaç olunca para istenmeden çağrıldığım da oldu, abone olup sezonun parasını 3 haftada ödediğim de.
tekme attığım da oldu, tekme, kafa yediğim de. saç çektiğim de oldu, kel diye dalga geçildiğim de. terleyince vücudumu kaşındıran orlon formayla da oynadım, modern zamanların clima cool formalarıyla da oynadım. kart da gördüm, kart gösterttim de. kampa girip maça çıktığım da oldu, belediye otobüsüyle maça yetiştiğim de. içkili maça çıktığım da oldu, cuma namazından çıkıp oynadığım da. çok kuvvetli ve sağlıklıyken de oynamak istedim, sakat sakat kendimi zorlayarak da.
kazandığım da oldu kaybettiğim de.
şimdilerde her cuma halı sahada top oynuyorum. iple çekiyorum cuma gününü. işten öğleden sonra çıkıyorum maç günleri. benim için o saatten sonra akşam oynayacağım maçın keyfini düşünmek her şeyden önemli.
yıllarca idman yaptım ama hiç sevmedim. sadece daha zevk alarak futbol oynamamı sağlayacağı için katlandım. öyle çıkayım yürüyeyim, koşayım, spor salonunda çalışayım gibi şeyler bana uymaz, hiç sevmem. daha önce denedim, çok sıkıldım.
bu yüzden futbol oynayamayacak kadar yaşlandığımda ne olacak çok merak ediyorum. hiç iyi olmayacağı kesin.
her hafta 1 saat futbol oynamak > meditasyon işte. tartışmam. net. bazen havalar veya sakatlıklar sebebiyle bir süre top oynayamadığım oldu. psikolojik dengem bozuluyor vallahi. futbol oynayamayacak hale geldiğimde allah hanıma sabır versin.
konuyu kendi üzerimden anlattığıma bakmayın. adını iyi bildiğiniz bir çok kişi bunlar geçerli. ister futbolcu olsun ister olmasın.
mesela alp yalman. galatasaray başkanı iken şimdiki astori center’ın yeri onun iş yeriydi. içinde de küçük, toprak bir saha vardı, bilinen adıyla tatko sahası. orada prekazi’yi bile denediği söylenir, hem de alp yalman’ın oynadığı öğle arası maçında. hala bu yaşında gözünde gözlükleriyle arada sırada sahada görürsünüz.
mesela maradona. dünya kupasında, yedek kulübesindeyken top taca çıkarken hamle yaptığını, ille o topa dokunduğunu gördük. ne cezalar aldı ama hep geri döndü. istese başka bir sürü iş yapıp dünyanın parasını kazanabilirdi ama o ya futbolcu ya da hoca olarak devam etmek istedi.
hayrettin, eskilerin kova kalecisi diye bilinir. öyle değildir ama üstüne yapıştı işte adamın. 40küsur yaşında amatör ligde kaleye geçti geçen sezon, para mı? hadi canım.
elbette en güzel örnek george best. izleyince oynamaktan nasıl zevk aldığını görürsünüz. kimseye pas vermeden önüne geleni çalımlayıp attığı golleri gördünüz mü? belki çok daha müsait durumda arkadaşı varken kendi oynuyor. eğer bunları yapmazsa futbol oynamaz ki, bundan zevk alıyor.
ben en çok platini’ye şaşırıyorum. nasıl olurda öyle bir adam top oynamaz. kendi söyledi 15 yıldır ayağıma top değmedi diye.
mesela daniel güiza demiş ki “ailemin de beni tekrar futbol oynarken görmesini istiyorum.” konu sadece para değil işte.
mesela arda turan için almanya maçında vitrine çıkmak için oynamak istediği söylendi. yahu adam oynamak istiyor, ne vitrini.
mesela fatih terim’in halı saha ya da ayak tenisi muhabbetlerini dinlediniz mi hiç? adam seviyor futbolu işte.
acun'un arjantin'e maç yapmak için gittiğini duydunuz mu? seviyor işte bu adam da.
ya da hagi ile tugay mesela. her idmanda çift kalede oynuyorlar, kalecilere iddiasına şut atıyorlar.
bu durumlar biraz michael jordan’ın sözleşmesine “keyfim için arkadaşlarımla basketbol oynayabilirim” maddesi ekletmesine benziyor.
futbolu seviyorum…