8 mart 2020 sivasspor galatasaray maçında bir kere mariano'ya bir kere de josemir'e acayip sinirlenmiştir. niçin? geri oynadıkları için. bu tamamen bir mentalite değişimidir. çünkü 2019/20 sezonunun ilk yarısında sürekli geriye oynayan takıma karşı böyle çıkışları çok nadir oluyordu. olsa olsa takım geri düştüğünde görebiliyorduk.
zamanında, yani 96-00 arasında oynayan takımımızdan bir futbolcumuz -sanırım suat kaya- fatih terim'den mircea lucescu'ya geçişin futbolcular için zor olduğunu söylemişti. çünkü bu iki oyun arasında dramatik bir fark olduğundan bahsediyordu. fatih terim ile asla geri oynamayan bir takımken mircea lucescu ile her topun en güvenilir şekilde takımda kalmasını yeğleyen ve gerekirse en geriye, yani kaleciye dönmeyi tercih eden bir oyuna.
2019/20 sezonunda bu dramatik farkı tersyüz bir şekilde sadece fatih terim'in taktiksel şahsiyeti üzerinde bile görebiliyoruz.
not: burada iki oyun arasında bir karşılaştırma yapılmamıştır. yoksa iki oyunun da birbirine göre güçlü ve güçsüz tarafları vardır.
daha önce yine fatih terim'in nezdinde takımın bir kazanımı olmadığını ve harcadığı onca zamanın israf edildiğini yazmıştım. uzun vadede hâlâ kazanımlarımız çok dar kaldığını düşünüyorum. fakat 2019/20 sezonunun ilk yarısından belli ki bir tecrübe edinmişiz. işlemeyen ve kısır bir döngüye giren pas oyununa dayalı oyun kurulumu... o pas oyunu bazı modifikasyonlarla yeni oyuna taşımışız. bu da olumlu olduğu halde olumsuz seyir eden bir durumdan olumlu bir kazanım sağladığımızı gösterir. kazanımdır yani.
en başta söylediğim geriye oynama meselesine geri döneyim. bu bir alışkanlıktır. ya da tekrarla öğrenmedir diyelim. bu alışkanlık ve öğrenme ister olumlu olsun ister olumsuz hatırlarsınız. oyuncunun psikolojik ve kas hafızasında ve hatta takımın hafızasında bu yer etmiştir. siz ne kadar aksini söylerseniz söyleyin aksine talimat verirseniz verin, insan o kritik anda en çok tekrar ettiği şeye içgüdüsel olarak döner. en basitinden tehlikeyle karşı karşıya kaldığımızda, aslında kaçmamamız gerektiği durumlarda, bize kaçmamız gerektiği anlatılmış olsa bile, eğer uygulamaya geçirmediysek kaçarız.
arjen robben birbirini aynı golleri atarken hep aynı golleri atması bize basit gelebilir. ama kaç kere tekrar etmiştir o golleri sahada? kaç kere hayal etmiş, görselleştirmiştir iç dünyasında?
roger federer kaç kere yaşamıştır o serve-n-volley'leri? ya şöyle olursa ne yaparım diye kaça kere düşünmüş ve düşündüğü çözümleri kaç kere canlandırmıştır?
djokovic vakti zamanında dememiş miydi, "maç içinde yapabileceğim her vuruşu önceden hayal ederim ve hayal ettiğim vuruş gelirse çok rahatlıkla yaparım" diye.
ya da biricik drogba'mız şey dememiş miydi the times'a verdiği mülakatta:
"aslında, golü nasıl yapacağımın yolunu düşünürüm. gözlerimi kapatır ve hayal etmeye çalışırım. bazen bir halt olmaz. ama çoğu zaman, eğer gerçekten zihninin içine girebilirsen, hayal ettiğin gibi belirli bir golü atabilirsin. bu olur. komik şeydir, ama zihninde yarattığın şey oyun içinde istediğin gibi olabilir. bu gol de olabilir başka bir şey de.”
bu arada yukarıda anlattıklarım "visualisation" yani görselleştirme denen bir nanedir. tim duncan "hook"ları, ray allen "üçlük"leri hakkında nasıl bir çalışma yaptıklarını sorduklarında, analiz, görselleştirme ve çokça tekrar derler.
neyse. ne anlatıyordum ki ben? yine dağıldı konu. aslında dağılmadı. bir alışkanlıktan başka birine geçişi anlatıyordum. ve bunun öncekini terk ve yenisini çokça tekrar ile mümkün olabileceğini söylüyordum. tekrarın da sadece sahada olmadığını aynı zamanda zihinde de olabileceğini vurgulamak istiyordum.
mesela şu anki fatih terim takımında çok garip bir alışkanlık var. çoğu zaman topu nerede kaybettiğimiz hiç önemli olmuyor. tâ kale önümüze kadar geri koşuyor ve oradaki hattı savunmaya odaklanıyoruz. o aradaki mesafe ise ya rakibi kovalamak ya da tamamen geri koşmakla geçiyor. savunma pozisyonumuz çok derinde yoğunlaşıyor. rakipler çok rahat ceza sahamızın önünde bitiverebiliyorlar.
bu bir tercih midir, bilmem. ama bir alışkanlık olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. ve bana kalırsa olumsuz bir alışkanlık. pozisyonu en geride almaktansa şok pres, artçı presler, markaj ile kademeli geri çekilerek rakibi istediğimiz yere yönlendirip pozisyon almalıyız. sanırım futbolun en zor konularından biridir, bu. ama üstüne kafa patlatmak için hayli zevklidir. zevki çetrefilinden gelir.
fatih terim'in bu konulara çözüm bulacak taktik dehası da kimse kusura bakmasın âlâsından vardır. ama özellikle şu son döneminde hep sıfırdan başladığımız için, hep 1 adım ileri 2 adım geri gittiğimiz için, doğru yaptığımız şeylerin üzerine yenilerini ekleyemiyorduk. bu durumun fatih terim'den kaynaklı sebepleri olduğu gibi yönetimsel ve dışsal sebepleri de pekala vardır.
mesela fatih terim'in aklında şu konu yok mudur? seri'nin, lemina'nın ve onye'nin bonservisli topçularımız olmaması konusundan bahsediyorum. o kadar alışkanlık dedik, olumlu alışkanlıkların üstüne yeni olumlu alışkanlıklar eklemekten bahsettik, tekrardan, tekrardan ve tekrar tekrardan bahsettik. ama hep baştan başlayacaksak bu alışkanlıkları ne zaman kalıcı hale getireceğiz?
son not: bu yazı aslında yukarıdaki ilk notta bitmişti. sonra şunu yazalım, bunu yazalım derken buralara kadar geldi.