---
alıntı ---
beyin döngüsü ve elano!
türkiye'de yabancı kontentajını var, biliyoruz hepimiz (!) hatta bu kontenjan artsın diye de uzun uzun tartıştık, değişik fikirler ürettik, hatırlayın... belki de son yıllarda futbol adına konuştuğumuz, sesimizi yükseltmeden tartışabildiğimiz ender konuların da başında gelir kontenjan sorunsalı! statü basit, oldukça anlaşılır.
kadronuzda 8 yabancı futbolcu bulundurabilir, bu 8 yabancı futbolcunun da 6'sını ilk 11'de kullanabilirsiniz. bu statü ve kontenjan açılımından yola çıkarak, trabzonspor ile galatasaray arasında oynanan maça ve ardından spor medyamızının duayenlerinin televizyonlarda saatlerce konuştuklarına ve gazetelerde yaptıkları yorumlara bakalım.
galatasaray, trabzonspor karşısına 6 yabancı ile çıktı, 2 de kulübede var. maçın en kötüsü belki de barış özbek ve frank rijkaard, baros hamlesi yapacak. baros oyuna girecek ama bir yabancı çıkması lazım. kim o? elano ya da başka bir yabancı isim! sadece bu!
baros oyuna girerken, maçın en kötü adamı barış özbek neden oyundan çıkmadı diye televizyon ekranlarını işgal edenler, görüntü bozukluğu yaratanlar ve gazetelerdeki köşelerinde kök salarak boğan ve artık rahatsız eden bir şekilde enformasyon kirliliği yaratanlar öncelikle analiz yetilerini bir adım daha öteye taşıyacaklar ve eleştiri olgusunun içerisini biraz daha dolduracaklar.
biz baros, barış ve elano denklemini çözemiyorsak ve frank rijkaard'a bir yerden vuralım da nereden olursa olsun mantığını güdüyorsak, kalemin kırıldığı uçuruma sürüklenmişizdir.
doğru eleştirebilmek...
rijkaard'ı eleştirebiliriz, yapamadıklarını sayfalarca anlatabiliriz ama biraz aşalım kendimizi, düşüncelerimizi, hayallerimizi. "ne pahasına olsun eleştir" çukurundan kafamızı biraz çıkartalım, çıkartalım ki gülünç duruma düşmeyelim. eleştiri dünyanın her yerinde var, bizim ülkemizde de minimal seviyede aslında.
ancak biz, önyargılarımızdan arınamadığımız, sürekli bir menfaat, yaranma duygusu taşıdığımız, biraz parlama ya da fark yaratma olgusunun peşinden sürüklendiğimiz için eleştirmeyi de bilmiyoruz, övmeyi de. rijkaard'ı eleştiriyoruz ya da galatasaray'ı ama doğru kanalı kullanamıyoruz, çünkü biraz sürüyüz, severiz fikirlerin etrafından koşmayı...
ingilizler yerden yere vurur takımlarını ama eleştirilerinde bir açık vermezler. almanlar biraz daha hassastırlar bu konuda... eleştirirken, güç vermeyi denerler; yıpratmazlar kendi topraklarında yaşayanları.
italyanların ise olaylara bakış açıları biraz daha farklıdır, onlar yeşil zemin üzerine pek de bakmazlar, sonuca giden ve kazanan başarılıdır, düşünceler de bu doğrultuda şekillenir. hepsinde de ortak bir nokta vardır, hepsinde bir eleştiri, fikir çeşnisi...
onların hitap şekilleri bizden daha sert olsa da ve zaman zaman "korkaklar, aptallar" şeklinde sürmanşet atabilme cesaretini kendilerinde bulabilseler de dolu dolu eleştiri yapmasını başarırlar. bizdeki gibi ortak eleştiri kalıplarının içerisine saklanmazlar, cesurdurlar.
dünya kupası'na gidemeyişimiz, uefa avrupa ligi ya da şampiyonlar ligi'nde bir takımımızın olmamasının nedenlerini önce burada aramalıyız. bir şeyler değişecekse önce temele güç verenlerden, yani bizden başlamalı...
transfer ve elano!
hazır yabancı kontenjanı konusunun içerisine kendimizi sokmuşken, galatasaray'ın blumer elano'dan ne denli verim alabildiği konusunu da işleyelim. öncelikle, daha önceki köşe yazılarımızda da süreklli üzerinde durduğumuz gibi, her transfer bir risktir ve bu risk futbolcunun kalitesi, tecrübesi ve background'u ile bir paralellik 'taşımaz'!
dünyanın en iyi futbolcusu olan messi'nin barcelona'da gösterdiği performansı real madrid'de de göstereceğini kimse garanti edemez ya da cristiano ronaldo'nun real madrid'de değil de barcelona'da olduğu zaman performansını katlayamacağını yine kimse söyleyemez.
futbolcuları etkileyen birçok dinamik vardır ve yapılan transferler de bu dinamiklerin sıcaklığı ölçüsünde yeterli ya da değildir. oyun kurgusu vardır mesela, yanında oynayan futbolcuların kalibresi, sistemler, forma ağırlığı, sorumluluklar, baskı, beklentiler ve sosyal şartlar. barcelona ve arjantin'deki messi ve manchester united, real madrid ve portekiz'deki cristiano ronaldo arasındaki uçurum, farklılaşma anlatmak istediklerimizin çatısını oluşturuyor aslında...
ya da arjen robben'in chelsea ve real madrid'deki performansının ardından bayern münih'te yaptıkları, john o'shea ve wes brown'ın sanki sadece manchester united'da oynayabileceği gerçeği kalite, tecrübe, transfer, risk, dinamik etkenlerin ve anlatmak istediklerimizin içerisini fazlasıyla dolduruyor.
farklı takımlarda farklı performans olgusuna binaen gerek ülkemizde gerekse avrupa'da yüzlerce örneği bir çıprıda sayabiliriz ve bu örneklemelerin içerisinde blumer elano'ya da gönül rahatlığı ile yer verebiliriz.
elano'nun kalitesinden şüphem olmamakla birlikte, galatasaray'ın oyun kurgusunu bozduğunu ya da oynadığı mevkii itibarıyla galatasaray sistemine bir katkı yapamadığını düşünmeden kendimi alamıyorum. biraz geriye dönelim...
sezona müthiş bir start veren galatasaray, ardından elano transferi ve brezilyalı yıldıza yer açma, arama çalışmaları. elano'nun takıma monte edilmesi, sistem üzerindeki hafif rötuşlar, savunma zaafiyetine bağlı olarak güçlendirilmeye çalışılan bir orta alan, düşen hücum gücü ve oynanan futboldan tatminsizlik, alınan sonuçlar. iplik söküğü gibi geliyor...
sürekli anlatmaya çalışıyoruz, elano bir kurtarıcı değil ve oynadığı hiçbir takımda da bu misyonu üstlenmedi. o her zaman yardımcı aktör oldu. santos'ta robinho coşarken, elano destekledi onu, manchester city'de parlayan döneminde de sistem ona uygun bir hale getirildi.
sven goran eriksson'un takımdan ayrılmasından sonra mark hughes'in görevi devralması ve yapılan transferler ışığında statik 4-3-3'e geçiş, ortadan kaybolan bir elano... tıpkı şu anda galatasaray'ın oynadığı sistemde olduğu gibi...
manchester city'nin ardından galatasaray'da da dolu bir 90 dakikayı tamamladığı maç sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen brezilyalı futbolcu, galatasaray'ın sistemine uymuyor ve galatasaray elano'yu çarkın bir parçası haline getirmeye çalıştığı sürece de zarar görüyor.
frank rijkaard, elano'dan kesinlikle vazgeçemiyorsa; ya kafasındaki agresif baskı politikasından vazgeçecek ya da mehmet topal ve mustafa sarp'ın birini yanına alarak elano'ya yeni bir görev yükleyecek ve ona ön libero mevkiinde görev verecek...
o bölgede de beklenen verim alınamıyorsa, elano'ya yeşil zemin üzerinden yer aramaktan vazgeçilecek ve yedek kulübesinin yolu gösterilecek. galatasaray, elano için verdiği, vereceği paraları artık unutacak. "bu kadar para verdik, bari oynasın" mantığından da vazgeçecek, yapılması muhtemel eleştirilere de gögüs germesini bilecek!
real madrid, 35 milyon avro verdiği karim benzema'yı yedek oturtma cesareti gösterebilip, pellegrini flaş transfer diye sisteminden ödün vermiyorsa galatasaray da real madrid'leşebilmeli, modern avrupa transfer piyasasının risklerini göz önüne alarak artık avrupalı olabilmelidir.
---
alıntı ---