671
ahmet çakır'ın "taçlı kral metin oktay" kitabından;
türkiye'nin en büyük santraforu
doğan koloğlu
akşam gazetesi yazarı
futbolu bırakacağını ilan ettiği yıl "gol krallığı tacını" giyen metin'i jübile gecesinde de 'türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük santrforu" ilan ediyoruz. bu titr metin için bugüne kadar aldığı mükafatların en büyüğü, en doğrusu ve en değerlisidir. yarım asırlık türk futbolunun adım adım seyrettiğim yarısından fazlası ve kulisinde yaşadığım ilk yirmibeş yılında metin bütünlüğünde bir 9 numara sahalarda görülmemiştir.
türk futbolünde büyük santrforlar vardır: bunlar beşiktaş'tı bülent esel, kemal, galatasaraylı cemil, gündüz, reha, fenerbahçeli zeki, bekir, suphi, melih'tir. bunların içinde suphi'nin 100, metih'in de 200 ve 400 metrelerde milli atletizm takımında olduğu düşünülürse, metin'in ağır temposuyla "süratli santrfor" türünde bunların yanında aciz kalacağı bir vakıadır. nitekim italya'da metin'in muvaffak olamayışının bir sebebi de, italya liginin küçük takımı palermo'da oynamasıdır. daima defansına dikkat ederek ve kontraatak oynamak mecburiyetinde kalan palermo, metin'in sür'ati olmadığı için etkisiz kalmıştı. metin takımın onsekiz içine veya üstüne getirdiği topu yerden ve havadan değerlendiren santrfor tipidir. yoksa bugünkü fenerbahçeli abdullah veya suphi ile melih gibi santrhafla kaleci arasına atılacak topu deparıyla kovalamayı, hiçbir zaman denememiştir. metin palermo'da tek başına santrada kaldığı için italya'da muvaffak olamamıştır.
yukarıdaki santrforlar için de bir de cemil, reha ve kemal gibi suphi ve melih kadar sür'atli olmadıkları halde, metin'den daha hareketli sert ve "fiziklerinde yırtıcılık" olan santrforlar var... metin hiçbir zaman yırtıcı da olamamıştır.
mesela bir katır cemil gibi ayaklarının dibinde yatan kalecinin kafasına basmak ile "terör yaratan belalı" santrfor tipi de değildir. hatta bir bakıma metin defans oyuncularının tekmleleri altında hiçbir zaman büzülmemiş ancak susmuş, korkmamış fakat "tekmelerin tekniği kemiren" yıpratılıcılığına boyun eğmiştir. nitekim onun gibi italya'ya giden eski beşiktaşlı bülent esel santrfor olarak çizmede ondan daha etkili olmuştur. bülent esel'in bu muvaffakiyeti biraz da "tekme hamalı" oluşundandır. tekme, itme ve şarj bülent'e vız gelir ve çoğu zaman bütün bu sun'i silahları çiçek döker gibi yelpazeleye yelpazeleye hedefine uzanır. metin'in italya'da muvaffak olamayışının bir sebebi de bu tür şarjda zayıf oluşudur. yani metin süratti olmadığı gibi yırtıcı da değildir. halbuki ideal bir santrfor için sür'at kadar yırtıcılık ve şarja tahammül de bir meziyettir.
metin oyun içinde zeki rıza kadar zeki ve gündüz kılıç'la hakkı kadar "moral şahlandırıcı' olamamıştır. aslında kaleci, santrhaf ve santrfor mevkilerinin bir özelliği de, buradaki elemanların şahlanmasıyla bir maçın sonucunun değişebilmesidir. mesela bir bek maçın sonucunu kaleci kadar etkileyemez. bunun istisnası yok mudur? tabii ki vardır. eski galatasaray'ın majino defansındaki sağ bek faruk zaman zaman tek başına bir forveti durdurmuş ve maç sonucuna tesir etmiştir. ama bu güç çoğu zaman turgay ve cihat gibi kalecilere has bir özellikti.
metin, son iki yılki kaptanlığı hariç bu yerde bir hakkı bir gündüz kılıç olamamıştır.
peki metin nedir?
bütün bu eksikliklerine rağmen metin neden türkiye'nin en yi santrforudur. gündüz kafa toplarında ne kadar üstünse "şut atmakta" o kadar etkisizdi. üç kişiyi göğüsleyerek kaleye topla birlikte girdiği için lakabı 'tank"tı. metin kafa toplarında gündüz kadar güçlü olup, üstelik havalanarak kafa hizasından vole atacak kadar da "pozisyon cambazıydı". rakibi göğüsleyerek kaleye sokmazsa da çok ustalıkla kullandığı kalçasıyla "rakip kendini havada" yürümüş görürdü. metin "havada çarpan" adamdı. bu çarpma anında "topla buluşur" golü dengelerdi. suphi ve melih toplarla buluştukları an "rekor süratleri" top kontrolsuzluğundan randıman vermez metin kendi sürati içinde "hiç yavaşlamadan topla kaçardı."
zeki ve bekir şutlarıyla efsaneleşmiş insanlardı. ancak metin'in romanya'ya bükreş'te yenildiğimiz maçta santra yapılır yapılmaz 40 küsur metreden metreden çektiği ve direkten dönüp onsekiz çizgisine düşen füzesi ile fenerbahçe'ye arlığı ağları yırtan gol diğer iki "ayak devinden aşağı" değildi. hele metin'in 360 dereceden dönerek her pozisyonda kaleyi şutla bulması eskilerden beşiktaşlı şerefte bile bulunmayan bir "bale estetiği" hüviyetini futbolüne taşıyordu. bu incelik zeki rıza'da, küçük fikret'te vardı ama "en gole gideni" yani futbolun "gol gangsterliği" metin'de patentlenmişti. metin vücudunun her yerine isabet edecek topu "kaleye gönderebilecek gelmiş geçmiş tek büyük santrfordur" sloganı onun yukarda saydığımız bütün fizik eksiklerini silip jübile gecesinde futbol tarihinin yeni bir "krallığı" ile çıkarmaktadır.
not: yazı, metin oktay'ın jubilesinin ardından çıkartılan "metin" adlı kitaptan birebir alınmış...
türkiye'nin en büyük santraforu
doğan koloğlu
akşam gazetesi yazarı
futbolu bırakacağını ilan ettiği yıl "gol krallığı tacını" giyen metin'i jübile gecesinde de 'türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük santrforu" ilan ediyoruz. bu titr metin için bugüne kadar aldığı mükafatların en büyüğü, en doğrusu ve en değerlisidir. yarım asırlık türk futbolunun adım adım seyrettiğim yarısından fazlası ve kulisinde yaşadığım ilk yirmibeş yılında metin bütünlüğünde bir 9 numara sahalarda görülmemiştir.
türk futbolünde büyük santrforlar vardır: bunlar beşiktaş'tı bülent esel, kemal, galatasaraylı cemil, gündüz, reha, fenerbahçeli zeki, bekir, suphi, melih'tir. bunların içinde suphi'nin 100, metih'in de 200 ve 400 metrelerde milli atletizm takımında olduğu düşünülürse, metin'in ağır temposuyla "süratli santrfor" türünde bunların yanında aciz kalacağı bir vakıadır. nitekim italya'da metin'in muvaffak olamayışının bir sebebi de, italya liginin küçük takımı palermo'da oynamasıdır. daima defansına dikkat ederek ve kontraatak oynamak mecburiyetinde kalan palermo, metin'in sür'ati olmadığı için etkisiz kalmıştı. metin takımın onsekiz içine veya üstüne getirdiği topu yerden ve havadan değerlendiren santrfor tipidir. yoksa bugünkü fenerbahçeli abdullah veya suphi ile melih gibi santrhafla kaleci arasına atılacak topu deparıyla kovalamayı, hiçbir zaman denememiştir. metin palermo'da tek başına santrada kaldığı için italya'da muvaffak olamamıştır.
yukarıdaki santrforlar için de bir de cemil, reha ve kemal gibi suphi ve melih kadar sür'atli olmadıkları halde, metin'den daha hareketli sert ve "fiziklerinde yırtıcılık" olan santrforlar var... metin hiçbir zaman yırtıcı da olamamıştır.
mesela bir katır cemil gibi ayaklarının dibinde yatan kalecinin kafasına basmak ile "terör yaratan belalı" santrfor tipi de değildir. hatta bir bakıma metin defans oyuncularının tekmleleri altında hiçbir zaman büzülmemiş ancak susmuş, korkmamış fakat "tekmelerin tekniği kemiren" yıpratılıcılığına boyun eğmiştir. nitekim onun gibi italya'ya giden eski beşiktaşlı bülent esel santrfor olarak çizmede ondan daha etkili olmuştur. bülent esel'in bu muvaffakiyeti biraz da "tekme hamalı" oluşundandır. tekme, itme ve şarj bülent'e vız gelir ve çoğu zaman bütün bu sun'i silahları çiçek döker gibi yelpazeleye yelpazeleye hedefine uzanır. metin'in italya'da muvaffak olamayışının bir sebebi de bu tür şarjda zayıf oluşudur. yani metin süratti olmadığı gibi yırtıcı da değildir. halbuki ideal bir santrfor için sür'at kadar yırtıcılık ve şarja tahammül de bir meziyettir.
metin oyun içinde zeki rıza kadar zeki ve gündüz kılıç'la hakkı kadar "moral şahlandırıcı' olamamıştır. aslında kaleci, santrhaf ve santrfor mevkilerinin bir özelliği de, buradaki elemanların şahlanmasıyla bir maçın sonucunun değişebilmesidir. mesela bir bek maçın sonucunu kaleci kadar etkileyemez. bunun istisnası yok mudur? tabii ki vardır. eski galatasaray'ın majino defansındaki sağ bek faruk zaman zaman tek başına bir forveti durdurmuş ve maç sonucuna tesir etmiştir. ama bu güç çoğu zaman turgay ve cihat gibi kalecilere has bir özellikti.
metin, son iki yılki kaptanlığı hariç bu yerde bir hakkı bir gündüz kılıç olamamıştır.
peki metin nedir?
bütün bu eksikliklerine rağmen metin neden türkiye'nin en yi santrforudur. gündüz kafa toplarında ne kadar üstünse "şut atmakta" o kadar etkisizdi. üç kişiyi göğüsleyerek kaleye topla birlikte girdiği için lakabı 'tank"tı. metin kafa toplarında gündüz kadar güçlü olup, üstelik havalanarak kafa hizasından vole atacak kadar da "pozisyon cambazıydı". rakibi göğüsleyerek kaleye sokmazsa da çok ustalıkla kullandığı kalçasıyla "rakip kendini havada" yürümüş görürdü. metin "havada çarpan" adamdı. bu çarpma anında "topla buluşur" golü dengelerdi. suphi ve melih toplarla buluştukları an "rekor süratleri" top kontrolsuzluğundan randıman vermez metin kendi sürati içinde "hiç yavaşlamadan topla kaçardı."
zeki ve bekir şutlarıyla efsaneleşmiş insanlardı. ancak metin'in romanya'ya bükreş'te yenildiğimiz maçta santra yapılır yapılmaz 40 küsur metreden metreden çektiği ve direkten dönüp onsekiz çizgisine düşen füzesi ile fenerbahçe'ye arlığı ağları yırtan gol diğer iki "ayak devinden aşağı" değildi. hele metin'in 360 dereceden dönerek her pozisyonda kaleyi şutla bulması eskilerden beşiktaşlı şerefte bile bulunmayan bir "bale estetiği" hüviyetini futbolüne taşıyordu. bu incelik zeki rıza'da, küçük fikret'te vardı ama "en gole gideni" yani futbolun "gol gangsterliği" metin'de patentlenmişti. metin vücudunun her yerine isabet edecek topu "kaleye gönderebilecek gelmiş geçmiş tek büyük santrfordur" sloganı onun yukarda saydığımız bütün fizik eksiklerini silip jübile gecesinde futbol tarihinin yeni bir "krallığı" ile çıkarmaktadır.
not: yazı, metin oktay'ın jubilesinin ardından çıkartılan "metin" adlı kitaptan birebir alınmış...