• 785
    teknik direktörlerin takıma etkisinin %50′nin çok çok üzerinde olduğunu düşünen bir insanım. (bu oran bazı teknik direktörlerde %100 bile olabilir). oyuncuların saha içindeki performansı da kuşkusuz çok etkili ancak teknik direktör etkisi, takımın başarı şansını doğrudan etkileyen çok önemli bir etken.

    galatasaray – fenerbahçe maçının galibini de, bu etken belirledi. maçtan önce kadrolara baktığımda, fatih terim’in galibiyeti çokça isteyen bir yapıda, aykut kocaman’ın ise yenilmeyeyim yeter mentalitesinde olduğunu gördüm. kuşkusuz o kadrolara bakan herkes de bunu görmüştür.

    fatih terim’in çıkardığı kadro salt galibiyeti çok istemesiyle alakalı bir durum değildi. fatih terim, fenerbahçe’yi inanılmaz derecede iyi bir şekilde analiz etmiş. eğer ki galatasaray’ı o akşam galibiyete ulaştıracak sistemin tek forvet oynamaktan geçtiğini düşünseydi hoca, tek forvet ile sahaya çıkardı. bunu da unutmayalım.

    fenerbahçe’nin puan kaybı yaptığı maçlara bakarsanız (bilhassa da yenildikleri sivasspor maçına) ön alanda baskıyı kaldıramadıklarını görürsünüz. bunun yanı sıra, sağ bek mevkisinde de inanılmaz derecede açık verdiğini rahat bir şekilde analiz edebilirsiniz. işte fatih terim’de fenerbahçe’yi o kadar iyi analiz etmiş ki, hem önde baskıyı yapması için elmander ve baros’u aynı anda sahaya sürdü, hem de genç, çok koşan, bu sezon forma bulduğu iki maçta da iyi işler yapabileceğinin sinyallerini veren emre çolak’ı, sol kanatta çok pasif kalan riera’nın yerine koyarak, fenerbahçe’nin sağ tarafını çökertmeye çalıştı. nitekim bunda da başarılı oldu.

    savunma hattına eboue ve semih’in dahil olmasından sonra, iyi bir savunma kurgusuna sahip olan galatasaray’ın, aslında bu kadar az gol yemesindeki en önemli etken takım savunmasını çok iyi yapmasından kaynaklanıyor. savunma dörtlüsü görevini çok iyi yapıyor ve bunlara çoğu zaman felipe melo’da ekleniyor. bazı durumlarda elmander’in dahi savunmaya yardıma geldiğini görebilirsiniz. hal böyle olunca, galatasaray ligin en az gol yiyen takımı haline geliyor.

    maçtan yanılmıyor isem bir gün önce, bir televizyon kanalına derbi ile ilgili röportaj vermiştim. orada maçın kilit adamı sence kim olur diye bir soru sormuşlardı, cevap olarak felipe melo ve eboue demiştim. biraz daha açarak, melo’nun alex’i durduracağını, eboue’nin ise ,daha önce amrabat ve simao’yu başarıyla savunduğunu hatırlatarak, stoch’u savunacağını ama aykut kocaman’ın stoch’u düşünmediğini bunun da galatasaray’ın işine geleceğini söylemiştim.

    çoğu insan fenerbahçe’nin en önemli oyuncusu olarak alex’i görür, saygı göstermek ile birlikte benim için fenerbahçe’nin en tehlikeli adamı her zaman, alex değil stoch olmuştur. bu bakımdan, kadrolar açıklandığında stoch’u görmemek ve alex’i en uçta görmek, galibiyete olan inancımı arttırmıştı.

    galatasaray’ın takım savunmasını övdüğümüz bir noktada, aykut kocaman’ın bu denli pasif bir kadro çıkarması çok net bir biçimde bu maçta galibiyeti düşünmediğinin bir göstergesidir. ama asıl acı olanı, aykut kocaman’ın basın toplantısında stoch’u neden ilk 11 başlatmadınız sorusu sorulduğunda, ”yabancı kontenjanı nedeniyle başlatmadım” diye cevap vererek, tüm fenerbahçelileri ve futbol kamuoyunu kandırmaya çalışmasıdır.

    devre arasında yaptığı değişiklikler ile maça ortak olmaya çalıştı aykut kocaman fakat emre belözoğlu’nu çıkartarak, doğruyu bulmaya çalışırken, bir kez daha yanlış bir hamle yaptı. nitekim ikinci yarı topa daha fazla hükmeden takım fenerbahçe olsa da, dişe dokunur bir pozisyonları olamadı.

    tekrar galatasaray’a dönersek, galatasaray açısından maçın 10 – 1 değil de, 3 – 1 bitmesine neden olan temel isim belki de milan baros’tu.

    son yıllarda gelen yabancı oyuncuları efsane statüsüne koyan çok fazla galatasaraylı var. bunun en güzel örneği de lorik cana’dır mesela. adam hiçbir şey oynamadan, bazı taraftarlarca efsane statüsüne koyulmuştur. bugün de lazio’da tekmeye kafa soktuğu için yedek kalıyor herhalde herneyse.

    ben baros’u çok seven bir insanım. öyle de her futbolcuya özel bir sevgi beslemem aslında. belki yıllar sonra galatasaray tarihinde efsane konumunda olmayacak çek futbolcu fakat çoğunlukla iyi anılara sahip olacağız kendisiyle ilgili.

    sakatlık baros’tan çok şey alıp götürmüş. iyi niyetli, çabalıyor, birşeyler yapmak için uğraş veriyor ama baros’u baros yapan özelliklerini, reflekslerini kaybetmiş durumda şu an için. bunları bir daha geri kazanabilir mi, kazanırsa bu çok uzun süre alır mı büyük soru işareti. fenerbahçe maçında 2008-2009 sezonundaki baros olsaydı, o maçta girdiği pozisyonları çok rahat bir şekilde gol yapardı. hele maçın başında kaçan bir pozisyon vardı ki, baros gibi golcü bir oyuncunun o pozisyonu kaçırması affedilir gibi değildi.

    fatih terim, milli takım’ı çalıştırdığı dönemde maraton’a katılmış ve galatasaray’ı değerlendirmişti. baros ve meira ile ilgili de övgü dolu sözler sarfetmişti. yani, fatih terim’in baros’u beğenmemesi gibi bir durum söz konusu değil. ancak devre arasında baros gönderilip, yerine bir başka forvet oyuncusu alınırsa kimsenin üzülüp, kızmaya hakkı yok. bazı gerçekler var ve bu gerçekleri kabul etmek gerekiyor.

    imparator’un üçüncü döneminde çok farklı bir fatih terim portresi görüyoruz. milli takım’dan kalma hırsı, galatasaray ile en büyük kupayı alma isteği ve en önemlisi eriştiği o olgunluk; ortaya mükemmel bir fatih terim’in çıkmasını sağlıyor. fatih terim bu denli sakin kalıp, bu denli iyi analiz yapabildiğinde sahip olduğu dehası adeta parlıyor ve gelecek adına galatasaraylıları fazlasıyla ümitlendiriyor.
App Store'dan indirin Google Play'den alın