190
maçı tribünden takip etmeme rağmen bu kadar çok pozisyona girdiğimizi maçın 3 dakikalık özeti izleyince farkettim. oysa çok da kopuk oynadığımız söylenemez. tabi buradan iyi oynadığımız ve istenilen düzeyde pozsiyona girmemize rağmen galip gelemediğimiz anlamı çıkmasın. çoğu kişi kaçan gollere ben ise hala pozisyonsuzluğa yanıyorum.
sezon öncesi hazırlık maçları zaten göstermişti. hucüm organizasyonumuz yok. zamanla olacaktır, oturacaktır dedik ama 10. haftaya gelmemize rağmen hala hücum bölgesinde sıkıntı yaşıyoruz. pek fazla teknik değerlendirmelere girmek istemesem de, bununla ilgili birkaç kelam etmem gerekiyor. bazı arkadaşlar iyi bir forvetimiz olsa her şey farklı olacak sanıyor ama iş öyle değil. (bu arada iyiden kastım elmander'den iyi. yoksa elmander kötü forvet demiyorum) çok klasik olacak ama, "gol atarsın, kaçırırsın bunlar önemli değil, önemli olan pozisyona girmek". işte galatasaray'ın girdiği pozisyonlar buradaki pozisyonun kastı olan olgun pozsiyonlar değil. bunu ortada oynayan melo ve selçuk'un çok fazla rakip kaleye sırtı dönük -daha doğrusu kendi kalesine dönük- oynamasına bağlıyorum. geride yaptığımız paslar olgun atakları baslatacak paslar değil. sürekli yana doğru oynamak zorunda kalıyoruz. geri dörtlümüzde diklemesine oyun kurabilecek tek oyuncu ujfalusi, o da defansın emniyeti görevini üstlendiği için bu özelliğini ortaya koyamıyor. kanatlar resmen uçurum. iki kanatta da, defansta ve ofansta oynayan oyuncular arasında uyum yok. ikiye bir yok. geriden uzun bir top açılacak kanat oyuncusu da koşacak. oyadığımız oyun bu. bu yüzden riera ve kazım'ın ayağına bakıyoruz sürekli.
yine başa dönersek, geride diklemesine oyun kuramadığımız için geri dörlümüz süreki yanlamasına paslaşıyor. melo ve selçuk da ister istemez topu almak için yüzünü kaleye dönüyor. hadi melo zaten az çok bu oyunu oynamaya alışık ama selçuk için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. bu pozisyonda onun da ister istemez üstlendiği görev melo'ya yardım etmek. hal böyle olunca selçuk'tan bir türlü istenilen verimi alamıyoruz. burada sorun selçuk'un performansı değil, içinde bulunduğu oyun yapısı. ilerde basan ve orta sahayı tamamen galatasaray'ın inisiyatifine bırakmayan takımlar şu pozisyonda her zaman galatasaray'ı bozar. ne zaman melo ve selçuk yüzünü rakip sahaya dönüyor, o aralıkta bir baskı kuruyoruz. ve genelde de göbekten pozisyona giriyoruz. zira melo ve selçuk maçın içinde çok fazla bu oyunu oynayamadıkları için direk sonuca gitmeye yönelik kuruyorlar oyunu. yani bu sefer de oyunu çok fazla kanatlara yayma ve geri kanat oyuncusunu ileriye çıkarma imkanımız olmuyor.
farkındaysanız engin baytar'a hiç değinmedim zira engin'i bu kadar etkili kılan detay bu oyun bozukluğu. orta sahadaki bu kısırlığın arasında engin hem diklemesine hem de ikiye birlerle çıkarak melo ve selçuk'un yüzlerini rakip yarı sahaya dönmesine yardımcı oluyordu. engin olmayınca da maçın genelinde oyun melo ve selçuk'un üzerine yıkılıyor ve galatasaray etkili gözükse de bu etiki hiçbir zaman gerçek manada kendisini göstermiyor.
görünen o ki, bu sıkıntıyı bir süre daha yaşayacağız. biraz güçlü orta sahası olan ve ilerde pres yapan takımlara karşı zorlanacağız. ta ki özellikle geride oynayan kanat oyuncularından istediğimiz verimi alana kadar. sürekli melo ve selçuk diyorum ama bu takımın kilit isimleri ikisidir. ikisine oynayacakları oyun alanını açabildiğimiz sürece hücumda dolayısıyla maçın genelinde etkili oluruz. yoksa bahsettiğim gibi, geriden ve kanatlardan alınamayan verim yüzünden bu ikili orta sahada sadece didişirler.
çok genel bir değerlendirme oldu ama mersin maçında da yine tablo farklı değildi. keza anlattığım şeye 21 ekim 2011 antalyaspor galatasaray maçı da iyi bir örnektir.
son dört lig maçında alınan sadece bir galibiyet var ama yine de tablo çok fazla karamsar değil. hatta önümüzde inönü deplasmanı olmasa liderle olan puan farkı da önemsenecek bir fark değil. ama şimdi milli maçlar dönüşüde inönü'de yenilmememiz gerekiyor. ayrıca insan puan kayıplarından çok kaçan fırsatlara üzülüyor. zira psikolojimiz için bir şekilde liderliğe ve bunu birkaç hafta iliklerimizde hissetmemize ihtiyacımız var.
ben sezon başı kendime bir söz vermiştim. ilk altı hafta altı mağlubiyet de alsak yedinci hafta yine takımı destekleyeceğim diye. bu sözümden kesinlikle dönmüş değilim. sadece, puan kaybedilen maç sonrası o stattan eve dönüş çıkış eziyetiyle beraber dayanılmaz bir hal alabiliyor.
deli üzüntü ve yorgunluğa sığınarak kısa kesiyor ve son olarak ultraslan'la ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. tarzlarını, yapış şekillerini ve buradaki hatalarını bir kenara bırakırsak, son maçlarda harbiden 90 dakika boyunca takımı inanılmaz bir biçimde destekliyorlar. son dakikada bile desteği kesmediler ve tezahüratı sürdürdüler. bizim bulunduğumuz tribün tam olarak buna müsait olmadığı için biz ise şimdilik çoğunlukla izlemekle yetiniyoruz. karşı tribündekiler yabancı değil sonuçta. senelerce aynı tribünde beraber büyüdük, beraber bağırdık. sizden çok fazla bir şey istenmiyor. güney tribün için bir şey yapmanız da istemiyor. sadece güney tribünde bir şeyler yapmak isteyen insanları rahat bırakın. rahat bırakın ki, daha önce bir şeyler yapmak için heveslenen sonradan engel olduğunuz o insanlar yeniden bir şeyler yapabilmek için tekrardan harekete geçsinler. o insanlardan korkmayın, onlar sizin hakimiyet kabiliyetinizi daraltmaz dahası vizyonunuza vizyon katar. ama kime söylüyorum...
açıkça söyleyeyim pegasusu kıskanıyorum. zira ben yaklaşık 20 senedir tribünde bir dakika bile susmadan maç izleyen bir insandım. şimdi maç zora girince sadece çöküp kalıyorum. zoruma gidiyor. bu geçiş çok sancılı oldu dahası oluyor ve olacak be hacı...
sezon öncesi hazırlık maçları zaten göstermişti. hucüm organizasyonumuz yok. zamanla olacaktır, oturacaktır dedik ama 10. haftaya gelmemize rağmen hala hücum bölgesinde sıkıntı yaşıyoruz. pek fazla teknik değerlendirmelere girmek istemesem de, bununla ilgili birkaç kelam etmem gerekiyor. bazı arkadaşlar iyi bir forvetimiz olsa her şey farklı olacak sanıyor ama iş öyle değil. (bu arada iyiden kastım elmander'den iyi. yoksa elmander kötü forvet demiyorum) çok klasik olacak ama, "gol atarsın, kaçırırsın bunlar önemli değil, önemli olan pozisyona girmek". işte galatasaray'ın girdiği pozisyonlar buradaki pozisyonun kastı olan olgun pozsiyonlar değil. bunu ortada oynayan melo ve selçuk'un çok fazla rakip kaleye sırtı dönük -daha doğrusu kendi kalesine dönük- oynamasına bağlıyorum. geride yaptığımız paslar olgun atakları baslatacak paslar değil. sürekli yana doğru oynamak zorunda kalıyoruz. geri dörtlümüzde diklemesine oyun kurabilecek tek oyuncu ujfalusi, o da defansın emniyeti görevini üstlendiği için bu özelliğini ortaya koyamıyor. kanatlar resmen uçurum. iki kanatta da, defansta ve ofansta oynayan oyuncular arasında uyum yok. ikiye bir yok. geriden uzun bir top açılacak kanat oyuncusu da koşacak. oyadığımız oyun bu. bu yüzden riera ve kazım'ın ayağına bakıyoruz sürekli.
yine başa dönersek, geride diklemesine oyun kuramadığımız için geri dörlümüz süreki yanlamasına paslaşıyor. melo ve selçuk da ister istemez topu almak için yüzünü kaleye dönüyor. hadi melo zaten az çok bu oyunu oynamaya alışık ama selçuk için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. bu pozisyonda onun da ister istemez üstlendiği görev melo'ya yardım etmek. hal böyle olunca selçuk'tan bir türlü istenilen verimi alamıyoruz. burada sorun selçuk'un performansı değil, içinde bulunduğu oyun yapısı. ilerde basan ve orta sahayı tamamen galatasaray'ın inisiyatifine bırakmayan takımlar şu pozisyonda her zaman galatasaray'ı bozar. ne zaman melo ve selçuk yüzünü rakip sahaya dönüyor, o aralıkta bir baskı kuruyoruz. ve genelde de göbekten pozisyona giriyoruz. zira melo ve selçuk maçın içinde çok fazla bu oyunu oynayamadıkları için direk sonuca gitmeye yönelik kuruyorlar oyunu. yani bu sefer de oyunu çok fazla kanatlara yayma ve geri kanat oyuncusunu ileriye çıkarma imkanımız olmuyor.
farkındaysanız engin baytar'a hiç değinmedim zira engin'i bu kadar etkili kılan detay bu oyun bozukluğu. orta sahadaki bu kısırlığın arasında engin hem diklemesine hem de ikiye birlerle çıkarak melo ve selçuk'un yüzlerini rakip yarı sahaya dönmesine yardımcı oluyordu. engin olmayınca da maçın genelinde oyun melo ve selçuk'un üzerine yıkılıyor ve galatasaray etkili gözükse de bu etiki hiçbir zaman gerçek manada kendisini göstermiyor.
görünen o ki, bu sıkıntıyı bir süre daha yaşayacağız. biraz güçlü orta sahası olan ve ilerde pres yapan takımlara karşı zorlanacağız. ta ki özellikle geride oynayan kanat oyuncularından istediğimiz verimi alana kadar. sürekli melo ve selçuk diyorum ama bu takımın kilit isimleri ikisidir. ikisine oynayacakları oyun alanını açabildiğimiz sürece hücumda dolayısıyla maçın genelinde etkili oluruz. yoksa bahsettiğim gibi, geriden ve kanatlardan alınamayan verim yüzünden bu ikili orta sahada sadece didişirler.
çok genel bir değerlendirme oldu ama mersin maçında da yine tablo farklı değildi. keza anlattığım şeye 21 ekim 2011 antalyaspor galatasaray maçı da iyi bir örnektir.
son dört lig maçında alınan sadece bir galibiyet var ama yine de tablo çok fazla karamsar değil. hatta önümüzde inönü deplasmanı olmasa liderle olan puan farkı da önemsenecek bir fark değil. ama şimdi milli maçlar dönüşüde inönü'de yenilmememiz gerekiyor. ayrıca insan puan kayıplarından çok kaçan fırsatlara üzülüyor. zira psikolojimiz için bir şekilde liderliğe ve bunu birkaç hafta iliklerimizde hissetmemize ihtiyacımız var.
ben sezon başı kendime bir söz vermiştim. ilk altı hafta altı mağlubiyet de alsak yedinci hafta yine takımı destekleyeceğim diye. bu sözümden kesinlikle dönmüş değilim. sadece, puan kaybedilen maç sonrası o stattan eve dönüş çıkış eziyetiyle beraber dayanılmaz bir hal alabiliyor.
deli üzüntü ve yorgunluğa sığınarak kısa kesiyor ve son olarak ultraslan'la ilgili bir şeyler söylemek istiyorum. tarzlarını, yapış şekillerini ve buradaki hatalarını bir kenara bırakırsak, son maçlarda harbiden 90 dakika boyunca takımı inanılmaz bir biçimde destekliyorlar. son dakikada bile desteği kesmediler ve tezahüratı sürdürdüler. bizim bulunduğumuz tribün tam olarak buna müsait olmadığı için biz ise şimdilik çoğunlukla izlemekle yetiniyoruz. karşı tribündekiler yabancı değil sonuçta. senelerce aynı tribünde beraber büyüdük, beraber bağırdık. sizden çok fazla bir şey istenmiyor. güney tribün için bir şey yapmanız da istemiyor. sadece güney tribünde bir şeyler yapmak isteyen insanları rahat bırakın. rahat bırakın ki, daha önce bir şeyler yapmak için heveslenen sonradan engel olduğunuz o insanlar yeniden bir şeyler yapabilmek için tekrardan harekete geçsinler. o insanlardan korkmayın, onlar sizin hakimiyet kabiliyetinizi daraltmaz dahası vizyonunuza vizyon katar. ama kime söylüyorum...
açıkça söyleyeyim pegasusu kıskanıyorum. zira ben yaklaşık 20 senedir tribünde bir dakika bile susmadan maç izleyen bir insandım. şimdi maç zora girince sadece çöküp kalıyorum. zoruma gidiyor. bu geçiş çok sancılı oldu dahası oluyor ve olacak be hacı...