748
ince bir sevgi ile zihinlerde tam anlamıyla oturtulamamış bir futbol anlayışının tezahürüdür. ya çok beğenilip hakkında büyük övgüler düzülür ya da yeri gelince çöp kutusuna tıkılır. kendisi belki bir keita etkisi yaratamamış olabilir. keita'nın tribünleri coşturması örneğinde olduğu gibi şok edici hareketlerden örnekler sergilemeyebilir. olaya fiyat/performans açısından yaklaşırsak yıllık ücret olarak keita'nın dört ya da beşte biri değerinde olan bir oyuncunun sergilediği performansın daha farklı bir platformda eleştirilmesi gerekir. asıl önemli olan bu adam mustafa sarp, serdar özkan ya da gökhan zan'ın aldığı ücreti alamıyor bile. ama futbol şiirinin yazılabildiği arena olan yeşil zeminde sizce hangisi sizi daha çok heyecanlandırıyor? pino mu, yoksa adı geçen diğer oyuncular mı?
hiç unutmam. yıllar öncesine kadar, en azından hagi'den sonra sürekli şöyle tespitlerde bulunurduk: "neden hiçbir oyuncumuz kaleye doğru düzgün şut çekmez? bu ne şanssızlıktır ki rakip kaleyi şut bombardımanına tutan bir oyuncumuz bile yoktur." bu anlamda çok ağlayan oldu. sızlanan oldu. ve gün geldi pino denen bir futbolcuyu aldın. kaleler şut bombardımanına şahit olmaya başladı. büyük çoğunluğu kaleyi tuttu. bir çoğu gol olmadı ama. gol denen şey futbol adına sonucun adıdır belki. pino'nun topu ayağına alır almaz patlayan bomba misali koşuya başlaması, sağ ve sol ayak gözetmeksizin, mesafe tanımaksızın rakip kaleyi bombalaması futbolun sonuç özelliğinden ayrı bir güzellik. bir futbol tadı... bir eğlence.. heyecan.. adrenalin..
kaç kişi vardır pino patlayıcı özelliğini sergilediğinde heyecanlanmayan? ya da kaleyi şut bombardımanına tuttuğunda garip bir mutluluk duymayan? pino benim adıma bir futbol güzelliğidir. hâlâ büyümesi, serpilmesi ve kendini geliştirmesi gereken yavrumuzdur. abiler vardır, bir de kardeşler. sevilen minik kardeşler. kredi tanırsınız bu minik kardeşlere. ayrı bir sevgi duyarsınız. bu sevginin içinde gurur da vardır. işte pino benim gönlümde budur. kendisine asla kızamayacağım minik bir yavrudur.
bunca futbol özelliklerini bir de sağlıklı karar verme ve bitiricilik noktasında üst seviyeye çekseydi, pino gibi bir adamı bu forma altında görebilir miydik? sağlıklı karar verebilse ve bitiriciliği üst düzey olsa bağlasan tutamazsın pino'yu. başaltı takımlar onu almak üzere kapında pineklemeye başlar. işte olur da o an gelirse yollasak mı yoksa bu cevherden mi yararlansak düşünüp dururuz. belki gün gelir kewell'ın hiç gitmesini istemediğimiz gibi gitmemesini isteriz.
seviyorum be seni çocuk!
hiç unutmam. yıllar öncesine kadar, en azından hagi'den sonra sürekli şöyle tespitlerde bulunurduk: "neden hiçbir oyuncumuz kaleye doğru düzgün şut çekmez? bu ne şanssızlıktır ki rakip kaleyi şut bombardımanına tutan bir oyuncumuz bile yoktur." bu anlamda çok ağlayan oldu. sızlanan oldu. ve gün geldi pino denen bir futbolcuyu aldın. kaleler şut bombardımanına şahit olmaya başladı. büyük çoğunluğu kaleyi tuttu. bir çoğu gol olmadı ama. gol denen şey futbol adına sonucun adıdır belki. pino'nun topu ayağına alır almaz patlayan bomba misali koşuya başlaması, sağ ve sol ayak gözetmeksizin, mesafe tanımaksızın rakip kaleyi bombalaması futbolun sonuç özelliğinden ayrı bir güzellik. bir futbol tadı... bir eğlence.. heyecan.. adrenalin..
kaç kişi vardır pino patlayıcı özelliğini sergilediğinde heyecanlanmayan? ya da kaleyi şut bombardımanına tuttuğunda garip bir mutluluk duymayan? pino benim adıma bir futbol güzelliğidir. hâlâ büyümesi, serpilmesi ve kendini geliştirmesi gereken yavrumuzdur. abiler vardır, bir de kardeşler. sevilen minik kardeşler. kredi tanırsınız bu minik kardeşlere. ayrı bir sevgi duyarsınız. bu sevginin içinde gurur da vardır. işte pino benim gönlümde budur. kendisine asla kızamayacağım minik bir yavrudur.
bunca futbol özelliklerini bir de sağlıklı karar verme ve bitiricilik noktasında üst seviyeye çekseydi, pino gibi bir adamı bu forma altında görebilir miydik? sağlıklı karar verebilse ve bitiriciliği üst düzey olsa bağlasan tutamazsın pino'yu. başaltı takımlar onu almak üzere kapında pineklemeye başlar. işte olur da o an gelirse yollasak mı yoksa bu cevherden mi yararlansak düşünüp dururuz. belki gün gelir kewell'ın hiç gitmesini istemediğimiz gibi gitmemesini isteriz.
seviyorum be seni çocuk!