4
geçen sezon planlama hatası yapıldı. takıma sağlam bir iskelet oluşturmadan eski yıldızlar, yaşlı futbolcular ve palavra adamlar ile takımın çoğunluğu oluşturulup teknik direktörden başarı beklendi. teknik ekibimizin böyle bir takıma rağmen sisteminde inat etmesi ile antreman ve kondisyon tekniği, sakat sayımızın sürekli maximum seviyede kalmasına neden oldu. takımdaki birkaç iyi adam da arada kaynadı gitti.
geçen sezonu yazdık çizdik, bitti gitti ama o planlama hatasının etkileri bu sezona da sirayet etti. tüm bunlara rağmen geçen sezon fenerbahçe maçından sonra rijkaard ile yollarımızı ayırabilseydik, sıradan bir teknik direktör ile bu ligin şampiyonu yine bizdik.
şampiyonluk bizim için mali açıdan çok önemliydi. kasamıza girecek paralar ile bu sezon daha sağlıklı bir takım yapısı oluşturabilirdik. oluşturamadık.
bu sezon elimizde kısıtlı bir kadro, eski yıldızlar, yaşlı futbolcular ve palavara adamlardan oluşan bir takım var. iskelet dediğimiz yapıya baktığımızda uygun futbolcu adedi üçü beşi geçmez. tüm bu olumsuzluklara rağmen, bu kadro rasyonel kullanılabilirse bu ligin şampiyonluğu namümkün değil. en büyük dezavantajımız aldığımız 4 mağlubiyet . 2 mağlubiyet hakkımız kaldı. fazla lüksümüz yok.
yeni teknik ekiple başlar başlamaz ilk maçımızı kazandık.
hangi maçı kazandık?
ligde en iyi performans sergileyen ve son üç maçını galibiyet serisine bağlamış antalyaspor maçını kazandık. hem de tüm şartların aleyhimize olduğu bir kadıköy derbisinden beraberlikle dönüşümüzden sonra oynadığımız fikstürümüzün en zor üçüncü maçını kazandık. (ilki bursa, ikincisi fenerbahçeydi)
buraya kadar her şey iyi güzel de işin bir ama’sı var.
nasıl kazandık?
futbol tanrısı sayesinde kazandık.
benim gibi bir adamın hagi/tugay konusunda objektif olabilmesi mümkün değil ama beni yoldan çıkaran bişey var;
hagi’nin topa sahip olma hastalığı
futbolcuyken stiliydi bu;
1- topu karşıla
2- topu kontrolüne al
3- topa tam anlamı ile sahip ol
4- pas ver veya vur.
bizdeki ilk teknik direktörlük döneminde de bu hastalığını aşılamaya çalıştı futbolculara. görünen o ki, hala bu hastalığından vazgeçmemiş. türübünler de topu eziyorlar diye futbolculara kızıyor. futbolculara ne kızıyorsunuz kardeşim. hoca’nın huyu böyle.
bu hastalığın dezavantajları;
1- futbolcu bunu yapmaya çalışırken rakip takım oyuncuları etrafında çoğalıp vaziyet almaya başlıyor ve bir grup futbolcunun arasında kalıyorsun,
2- topla bu kadar zaman haşır neşir olursan rakip takımın hayvanlarından birisi senin kolunu bacağını kırmak için faul yapıp futbolcunun sakatlanmasına ve bu yüzden takımdaki sakat adedinin çoğalmasına neden oluyor.
3- topu kaybetmen kaçınılmaz. işin kötüsü buralarda kaybedilen top anında atağa dönüşüyor.
bu hiç yapılmamalımı?
tabi ki yapılmalı. geniş bir alanda veya uygun pozisyonda topu karşıladıysan bunu yapmanda hiçbir sakınca yok. ama dar alanda veya rakibin defans yoğunluğu ile oynadığı kendi yarı alanında çizgi kenarlarında yapıyorsan takımı sakatlık belalarından koruman ve başarılı olman mümkün değil. nitekim bu maçta da iki tane gazi verdik. (balta ile kurtuluş) (balta’nınki adale sakatlığı olmalı) eski hocamız pas delisiydi yeni hocamız kontrol delisi. yok mu bunun bi ortası be kardeşim. ne kaderimiz varmış. yüce rabbim bizi sabırla sınamak için futbol manyağı yaptı herhalde. sen hagi’sin be abi. her futbolcudan hagi performansını nasıl beklersin!
hagi’nin gelişinden çok memnunum.
bizi milli ligde şampiyon yapabilir mi? evet.
fakat bu ikinci gelişinde farklı bir hagi bekliyordum. yaşadıklarından ders almış bir hagi’nin bu kusurundan arınmış olması gerekiyordu. bugün bile bu anlayışla devam ediyorsa bu düzelmeyeceğinin kanıtı.
zorla güzellik olmayacağını öğrenmek zorunda. dar alanda futbolcu imkanı nispetinde o toptan bir an evvel kurtulmak ve topu bir arkadaşına aktarmak zorundadır. yoksa bu kadro yapısı ile işimiz yaş. sakat adedimiz yine maximum seviyede kalır.
ikinci şartı da; antreman ve kondüsyon sorunumuzu halletmesi gerekliliği. sakatlarımızın bir kısmı da antreman ve kondüsyon kaynaklı kas ve adele sakatlıkları idi. eğer balta’nın sakatlığı bu türden bir sakatlıksa antreman sorunumuz hallolmamış demektir. önümüzdeki günlere bakıcaz. inşallah gözlemimde yanılıyorumdur veya süreç içerisinde bu konuda bir gelişme sağlanır.
maçın güzelliklerine gelelim;
yine tek santrafor ile çıktık maça. bu konuda garb cephesinde değişen bir şey yok yani. ama bunun haricinde her şey değişmişti. beni ifrit eden, dar alanda topa hakim olma problemini saymazsak, dörtlü savunma, kalabalık orta saha, uzun toplar, hele o adam savunması ve çocuklar arasındaki iletişim muhteşemdi. sürekli birbirlerini uyararak boş adam ve boş alan kalmamasını sağladılar. antalya’nın attığı gol kimseyi aldatmasın. durandan gelen uzun top antalya'lı futbolcunun dizine çarpıp gol oldu. adam topa vurmadı bile. futbol tanrısının bize bir uyarısıydı o kadar. bunu bile yememeliyiz o ayrı. böyle bir takıma gol atmak zordur. anca antalya’nın ki gibi uzun bir toptan bala göte atabilirseniz atarsınız amma futbol tanrısı isteseydi ikinci yarıda oyundan düştüğümüzde o ikinci bombayı da yollardı kalemize.
son bir şey daha yazmak istiyorum;
uzun zamandır sabrettim. bu "misimoviç olayını biri bana anlatsın allah aşkına. ikinci bir dos santos olayı ile mi karşı karşıyayız. adamın durması koşması bile futbolcuya benzemiyor. hiç ışık vermiyor adam. arada bir topuk pası, arka pas filan yapıyor, hah tamam oluyor diyoruz, sonra yine sıfıra sıfır elde var sıfır. nasıl olacak bu işler.
her şeye rağmen umutlumuyum?
evet, çok umutluyum. bu umudun önemli bir kısmını hagi/tugay ikilisine olan kişisel sempatim dolduruyor olsa bile takımda değişen hava ile defans ve orta saha güvenliği konusunda ortaya konan gelişmeyi yabana atmamak lazım. böyle oynayan bir takım çok gol atıp her maçı kazanamasa da antreman ve sakatlık problemini aştığında bu ligin mutlaka ve mutlaka en başarılı takımı olur. önümüzde bir trabzon maçımız var. bu maçı en azından bir beraberlik ile geçebilirsek yolun 4/1’ini geçmiş olucaz.
umutlu olmamın ikinci ve en önemli nedeni ise tugay’ın florya’da hala alt yapının başında olup çifte mesai yaptığını duymamdır. bu çabanın bu sezon meyvesini yiyeceğimizi sanıyorum. ve sabredilirse ileriye yönelik sağlam bir iskelet oluşturulmasında büyük katkısı olacaktır.
okuyan herkese çok teşekkür eder saygılarımı sunarım..
geçen sezonu yazdık çizdik, bitti gitti ama o planlama hatasının etkileri bu sezona da sirayet etti. tüm bunlara rağmen geçen sezon fenerbahçe maçından sonra rijkaard ile yollarımızı ayırabilseydik, sıradan bir teknik direktör ile bu ligin şampiyonu yine bizdik.
şampiyonluk bizim için mali açıdan çok önemliydi. kasamıza girecek paralar ile bu sezon daha sağlıklı bir takım yapısı oluşturabilirdik. oluşturamadık.
bu sezon elimizde kısıtlı bir kadro, eski yıldızlar, yaşlı futbolcular ve palavara adamlardan oluşan bir takım var. iskelet dediğimiz yapıya baktığımızda uygun futbolcu adedi üçü beşi geçmez. tüm bu olumsuzluklara rağmen, bu kadro rasyonel kullanılabilirse bu ligin şampiyonluğu namümkün değil. en büyük dezavantajımız aldığımız 4 mağlubiyet . 2 mağlubiyet hakkımız kaldı. fazla lüksümüz yok.
yeni teknik ekiple başlar başlamaz ilk maçımızı kazandık.
hangi maçı kazandık?
ligde en iyi performans sergileyen ve son üç maçını galibiyet serisine bağlamış antalyaspor maçını kazandık. hem de tüm şartların aleyhimize olduğu bir kadıköy derbisinden beraberlikle dönüşümüzden sonra oynadığımız fikstürümüzün en zor üçüncü maçını kazandık. (ilki bursa, ikincisi fenerbahçeydi)
buraya kadar her şey iyi güzel de işin bir ama’sı var.
nasıl kazandık?
futbol tanrısı sayesinde kazandık.
benim gibi bir adamın hagi/tugay konusunda objektif olabilmesi mümkün değil ama beni yoldan çıkaran bişey var;
hagi’nin topa sahip olma hastalığı
futbolcuyken stiliydi bu;
1- topu karşıla
2- topu kontrolüne al
3- topa tam anlamı ile sahip ol
4- pas ver veya vur.
bizdeki ilk teknik direktörlük döneminde de bu hastalığını aşılamaya çalıştı futbolculara. görünen o ki, hala bu hastalığından vazgeçmemiş. türübünler de topu eziyorlar diye futbolculara kızıyor. futbolculara ne kızıyorsunuz kardeşim. hoca’nın huyu böyle.
bu hastalığın dezavantajları;
1- futbolcu bunu yapmaya çalışırken rakip takım oyuncuları etrafında çoğalıp vaziyet almaya başlıyor ve bir grup futbolcunun arasında kalıyorsun,
2- topla bu kadar zaman haşır neşir olursan rakip takımın hayvanlarından birisi senin kolunu bacağını kırmak için faul yapıp futbolcunun sakatlanmasına ve bu yüzden takımdaki sakat adedinin çoğalmasına neden oluyor.
3- topu kaybetmen kaçınılmaz. işin kötüsü buralarda kaybedilen top anında atağa dönüşüyor.
bu hiç yapılmamalımı?
tabi ki yapılmalı. geniş bir alanda veya uygun pozisyonda topu karşıladıysan bunu yapmanda hiçbir sakınca yok. ama dar alanda veya rakibin defans yoğunluğu ile oynadığı kendi yarı alanında çizgi kenarlarında yapıyorsan takımı sakatlık belalarından koruman ve başarılı olman mümkün değil. nitekim bu maçta da iki tane gazi verdik. (balta ile kurtuluş) (balta’nınki adale sakatlığı olmalı) eski hocamız pas delisiydi yeni hocamız kontrol delisi. yok mu bunun bi ortası be kardeşim. ne kaderimiz varmış. yüce rabbim bizi sabırla sınamak için futbol manyağı yaptı herhalde. sen hagi’sin be abi. her futbolcudan hagi performansını nasıl beklersin!
hagi’nin gelişinden çok memnunum.
bizi milli ligde şampiyon yapabilir mi? evet.
fakat bu ikinci gelişinde farklı bir hagi bekliyordum. yaşadıklarından ders almış bir hagi’nin bu kusurundan arınmış olması gerekiyordu. bugün bile bu anlayışla devam ediyorsa bu düzelmeyeceğinin kanıtı.
zorla güzellik olmayacağını öğrenmek zorunda. dar alanda futbolcu imkanı nispetinde o toptan bir an evvel kurtulmak ve topu bir arkadaşına aktarmak zorundadır. yoksa bu kadro yapısı ile işimiz yaş. sakat adedimiz yine maximum seviyede kalır.
ikinci şartı da; antreman ve kondüsyon sorunumuzu halletmesi gerekliliği. sakatlarımızın bir kısmı da antreman ve kondüsyon kaynaklı kas ve adele sakatlıkları idi. eğer balta’nın sakatlığı bu türden bir sakatlıksa antreman sorunumuz hallolmamış demektir. önümüzdeki günlere bakıcaz. inşallah gözlemimde yanılıyorumdur veya süreç içerisinde bu konuda bir gelişme sağlanır.
maçın güzelliklerine gelelim;
yine tek santrafor ile çıktık maça. bu konuda garb cephesinde değişen bir şey yok yani. ama bunun haricinde her şey değişmişti. beni ifrit eden, dar alanda topa hakim olma problemini saymazsak, dörtlü savunma, kalabalık orta saha, uzun toplar, hele o adam savunması ve çocuklar arasındaki iletişim muhteşemdi. sürekli birbirlerini uyararak boş adam ve boş alan kalmamasını sağladılar. antalya’nın attığı gol kimseyi aldatmasın. durandan gelen uzun top antalya'lı futbolcunun dizine çarpıp gol oldu. adam topa vurmadı bile. futbol tanrısının bize bir uyarısıydı o kadar. bunu bile yememeliyiz o ayrı. böyle bir takıma gol atmak zordur. anca antalya’nın ki gibi uzun bir toptan bala göte atabilirseniz atarsınız amma futbol tanrısı isteseydi ikinci yarıda oyundan düştüğümüzde o ikinci bombayı da yollardı kalemize.
son bir şey daha yazmak istiyorum;
uzun zamandır sabrettim. bu "misimoviç olayını biri bana anlatsın allah aşkına. ikinci bir dos santos olayı ile mi karşı karşıyayız. adamın durması koşması bile futbolcuya benzemiyor. hiç ışık vermiyor adam. arada bir topuk pası, arka pas filan yapıyor, hah tamam oluyor diyoruz, sonra yine sıfıra sıfır elde var sıfır. nasıl olacak bu işler.
her şeye rağmen umutlumuyum?
evet, çok umutluyum. bu umudun önemli bir kısmını hagi/tugay ikilisine olan kişisel sempatim dolduruyor olsa bile takımda değişen hava ile defans ve orta saha güvenliği konusunda ortaya konan gelişmeyi yabana atmamak lazım. böyle oynayan bir takım çok gol atıp her maçı kazanamasa da antreman ve sakatlık problemini aştığında bu ligin mutlaka ve mutlaka en başarılı takımı olur. önümüzde bir trabzon maçımız var. bu maçı en azından bir beraberlik ile geçebilirsek yolun 4/1’ini geçmiş olucaz.
umutlu olmamın ikinci ve en önemli nedeni ise tugay’ın florya’da hala alt yapının başında olup çifte mesai yaptığını duymamdır. bu çabanın bu sezon meyvesini yiyeceğimizi sanıyorum. ve sabredilirse ileriye yönelik sağlam bir iskelet oluşturulmasında büyük katkısı olacaktır.
okuyan herkese çok teşekkür eder saygılarımı sunarım..