156
sivas’ın dayanılmaz soğuk havası da, buzlu zemini de bahane olamazdı 14 ağustos 2010 akşamı için. bir bucuk sene geçti ama ben hâlâ gözle görülebilir bir ivmelenme ( 2009-2010 ilk 7 maçlık seri hariç) göremedim. hani görsek de ne olacak istikrar olmadıktan sonra? bunu da sorup sorup duruyorum kendime. nihayet ’oldu‘ diyemedi galatasaray’ı takip edenler. bir futbolsever, futbol seyircisi için geçerli diyelim bu oldu, olmadı bahsi. görünen köy kısacası… ama diğer taraftan galatasaray taraftarını hiç söylemeye gerek yok. oldu ve olmadının çok ötesinde yaşadıkları. onlar çilelerin çilesini çekiyor orta sahayı, defansif kopuklukları ve kaleci görünümlü valeyi izledikçe. galatasaray futbol takımı’nın dün gece sivasspor karşısına deplasmanda sürdüğü kadrodan normal şartlarda, asıl olması gereken galatasaray’da ilk 11 olabilecekleri bir sıralayalım öncelikle:
kewell, arda, neill. buraya kadar tamamdır.yani garanti oynar onlar. ek olarak hakan balta, cana. (mecburen)
yani artık şu durum (ilk 11) galatasaray futbol takımı’nın kadro anlamında ne kadar komik bir halde olduğunun bariz kanıtıdır. aslında sadece kadro deyip de geçiştirmemek lazım. vaktim ve zamanım varken, bu satırlar da bana aitken bir şeyler diyeceğim var. ey yüce galatasaray adının cüce yönetimi,
- siyasetçi değilsiniz! vaatlerde bulunmak sizin kuyunuzu kazar. (uefa kupasını alacağız. 5 yabancı gelecek vesaire…)
- etik davranmıyorsunuz. oyuncunuzu, teknik direktörünüzü küçük düşürüyorsunuz taraftarın gözünde.
-yetkili kişinin işine son vermek için adeta bir akrep seçip, etrafını ateş ile sarıyorsunuz.
bu kadar haysiyetsizlik ile, acziyet ile, bilirimcilik ile bırak kulüp yönetmeyi, apartman bile yönetilemez. alt komşu, üst komşu birbiriyle başlar dedikoduya. çayları da demlerler, atıp tutarlar bol keseden. işte bu hocam. içinde bulunduğunuz pislik durum bu. konuşan bol, vaadler durmaksızın devam ediyor, sözde yapılanma-özde çuvallama…
dönelim tekrardan dün akşamın saatli bomba tadında patlayan kadrosuna. kewell, arda, neill, hakan balta ve cana dedik yukarıda. şu görüntüde aykut erçetin, ali turan, ayhan akman, emre çolak ( olmamış, kızarmamış börek) mehmet batdal ve mustafa sarp asla ilk 11 sürülemeyecek kapasitede futbolcular. yoklukta diğerlerine nazaran göze hoş gelen bir ayhan var. hani o da olmasa defans ile hücum arasında kalan bağlantının hali ne olacak diyebilirsiniz. yokluktandır işte efendim o. bu işi yapabilecek kalburüstü oyuncuları örnek verebilirim ama bu sefer de paran varsa al diyecekleri bildiğim için hiç gerek duymuyorum buna. halbuki ne zararı var efendim güzel benzetmenin? ah yiğidim, ne güzel futbolcu şu gerrard, pirlo demenin dezavantajını henüz görmedim bireysel anlamda. tam tersine artısı oldu. düşündükçe hayal gücüm genişledi. bir gün baktım dualar kabul olmaya başlamış. lincoln ile salatalar, mezeler soframıza konulmuş, elano ile de ana yemeğe geçmişiz. sen şimdi bu sofranın tatlısını, bitter çikolata damlacıklı keita’sını hiçbir bilgi verici ufacık açıklama yapmadan, sadece ‘ kendisi gitmek istedi. fiyat iyiydi ve gönderdik ‘ diyerek yollamış isen, artı bu huyuna da devam etmeye meyilli olduğunu ben seziyorsam; eşittir ilk seçimlerde tabiri caizse ananız ağlayacak.
bunun bir diğer anlamı da ‘siz ne kadar dar görüşlü, belediye başkanı zihniyetinde insanlarsınız? ‘ olabiliyor. bence tam da oldu. yahu düşünsene, sen sadece işini gözle görülür şekilde mantıklı yapacaksın ve gelecek başarılar senin vadene ekelenecek. rakibindi, seçimlerdi falan filan bunların hiçbiri seni ilgilendirmeyecek. fakat sen ne yapıyorsun? karşında, sana muhalif olan ilk kişiyi bir gram doğruluk payı, gerçekçi fikirleri ve projeleri olmamasına rağmen yüceltiyorsun. niye? çünkü senin ve ekibinin tek alternatifi o oluyor da ondan. belediyeciliği de kattım işin içine ama vallahi benzetecek başka bir şey bulamadım. türkiye’de belediye başkanları, yönettiği bölgeyi sömürür, imkanları kullanır, para kazanır, ekibini kurar, ekibini bozar… bu böyle işler bizde. yani genelde böyle işler diyelim biz.
frank rijkaard,
olmadı hocam. yapamıyorsun. seni körü körüne savunanları da gördüm, at gözlüğü takarak dışlayanları da. bana sorarsan pek bir numaranı göremedim. şunun şurasında tek okuyucum senmişsin gibi düşünüp öyle yazıyorum frank hoca. bu yüzden içimi dökmemin bir sakıncası olmayacağını düşünüyorum. söylemek istediğim bazı şeyler var. mesela ben, senin geldiğin gün, aylar önce bazı kitle iletişim araçlarında, dost meclislerinde; ”frank rijkaard taş çatlasa 3 sene kalır bu takımda. bunun ilk senesinde takıma uyum, yeni bir sistemi aşılamak ile geçer ve hüsran olur. ikinci senesi yapılanma ayağını tamamlamak ile devam eder ve sistem geyikleri sürer, sonuç alınamaz. ha bu kadar yaşanılan şeye içerden dışardan tahammül edilirse bunlara ek olarak bir de 3. seneyi yaşar. işte o zaman muhtemel şampiyonluk gelir. ha ama bakın bana kalsa istikrar derim, galatasaray’ın geleceği derim 30 sene tutmak isterim bu adamı takımın başında. ama olması da mümkün değil. yine 2. senenin sonunda şutlanır, akabinde ya hagi, ya fatih terim ya da lucescu söylentileri çıkar. bahsi geçen meşhur sistem de yine kaybolur gider. biz yine, yeniden yapılanmaya başlarız. ” demişim. yani bu dediklerim az çok demeden görüldüğü üzere…
üzülüyorum elbette. bir teknik direkörün hayatında alternatif yollar da olmalı.
hakan şükür, bülent korkmaz, hasan şaş;
evet, sizlerden sadece biri dün akşam sahada olup arda turan’ın çok gereksiz bir anda çekmiş olduğu şuttan sonra ona dönüp, yakasından tutup sarsarak bağırsaydınız, arda bir sene boyunca kendine gelemezdi. koca bir sezon şut çekmeye çekinir, takım yararına yapılabilecek her şeyi denerdi. gelelim buradan arda’nın emre çolak’a sitemine. uzun uzadıya bahsetmeyeceğim. tek merak ettiğim konu, ”acaba emre ne kadar umursayacak arda’yı?”
galatasaray futbol takımı,
geçen sezon dahil bu sezon ile birlikte en gözüme çarpan değişikliği kendi yarı sahasına çekilerek gerçekleştirdi. ali sami yen’de, deplasmanda farketmeksizin son derece pısırık, ısırmadan, agresiflikten yoksun bir futbol aşılanıyor bu takıma. bu da galatasaray görmüş bünyeleri, özellikle beni müthiş sinirlendiriyor, öfkeli bir insan haline dönüştürüyor. adeta düşman askerler bölgemi ele geçirmiş ve insanların aklını çelip kötüye kullanıyor hissine kapılıyorum. gün geçtikçe eriyen, uyumsuz, pas yapamayan, sözde 4-3-3 ‘ü top şişirerek oynuyor.
sivasspor, galatasaray karşılaşmasına gelirsek bunca yazılandan sonra pek bir konuşulası yok kendi adıma. son 2 yıldır gelenekselleşmeye az kalan öne geçip yaslanma taktiğinin chapter‘larını hafta hafta atlıyoruz. bu konuda ders kitaplarının chapterları oluruz. hiç şüphem yok. bol pozisyon verilen, sonuca gidilemeyen, alternatifsiz tek taktik anlayışı ile devam eden maçlardan bir diğeri idi. sivas adına diyecek çok fazla analizim yok. çünkü iyi ve oturaklı bir galatasaray olmadığı için kayda değer bir şeyler söylemem zor oluyor onlar adına da. bol pozisyon buldular, gerektiği kadarını atıp 3 puanı aldılar.
not: bu arada bu kadar uzun yazıya tahammül eden olduysa sonsuz teşekkür ederim. başlığı atıp, hakkında yazmam gerekenleri en son satıra bırakarak okyuyucu çekmeye çalışan internet gazeteciliği yaptığımı hissettim ister istemez. böyle düşünmemişsinizdir umarım. sivasspor- galatasaray maçı adı altında söylemek istediğim, gözüme çarpan aksaklıkları belirterek son noktayı koymuş bulunmaktayım.
http://tamsaha.wordpress.com/...okus-devam-ediyor-1/
kewell, arda, neill. buraya kadar tamamdır.yani garanti oynar onlar. ek olarak hakan balta, cana. (mecburen)
yani artık şu durum (ilk 11) galatasaray futbol takımı’nın kadro anlamında ne kadar komik bir halde olduğunun bariz kanıtıdır. aslında sadece kadro deyip de geçiştirmemek lazım. vaktim ve zamanım varken, bu satırlar da bana aitken bir şeyler diyeceğim var. ey yüce galatasaray adının cüce yönetimi,
- siyasetçi değilsiniz! vaatlerde bulunmak sizin kuyunuzu kazar. (uefa kupasını alacağız. 5 yabancı gelecek vesaire…)
- etik davranmıyorsunuz. oyuncunuzu, teknik direktörünüzü küçük düşürüyorsunuz taraftarın gözünde.
-yetkili kişinin işine son vermek için adeta bir akrep seçip, etrafını ateş ile sarıyorsunuz.
bu kadar haysiyetsizlik ile, acziyet ile, bilirimcilik ile bırak kulüp yönetmeyi, apartman bile yönetilemez. alt komşu, üst komşu birbiriyle başlar dedikoduya. çayları da demlerler, atıp tutarlar bol keseden. işte bu hocam. içinde bulunduğunuz pislik durum bu. konuşan bol, vaadler durmaksızın devam ediyor, sözde yapılanma-özde çuvallama…
dönelim tekrardan dün akşamın saatli bomba tadında patlayan kadrosuna. kewell, arda, neill, hakan balta ve cana dedik yukarıda. şu görüntüde aykut erçetin, ali turan, ayhan akman, emre çolak ( olmamış, kızarmamış börek) mehmet batdal ve mustafa sarp asla ilk 11 sürülemeyecek kapasitede futbolcular. yoklukta diğerlerine nazaran göze hoş gelen bir ayhan var. hani o da olmasa defans ile hücum arasında kalan bağlantının hali ne olacak diyebilirsiniz. yokluktandır işte efendim o. bu işi yapabilecek kalburüstü oyuncuları örnek verebilirim ama bu sefer de paran varsa al diyecekleri bildiğim için hiç gerek duymuyorum buna. halbuki ne zararı var efendim güzel benzetmenin? ah yiğidim, ne güzel futbolcu şu gerrard, pirlo demenin dezavantajını henüz görmedim bireysel anlamda. tam tersine artısı oldu. düşündükçe hayal gücüm genişledi. bir gün baktım dualar kabul olmaya başlamış. lincoln ile salatalar, mezeler soframıza konulmuş, elano ile de ana yemeğe geçmişiz. sen şimdi bu sofranın tatlısını, bitter çikolata damlacıklı keita’sını hiçbir bilgi verici ufacık açıklama yapmadan, sadece ‘ kendisi gitmek istedi. fiyat iyiydi ve gönderdik ‘ diyerek yollamış isen, artı bu huyuna da devam etmeye meyilli olduğunu ben seziyorsam; eşittir ilk seçimlerde tabiri caizse ananız ağlayacak.
bunun bir diğer anlamı da ‘siz ne kadar dar görüşlü, belediye başkanı zihniyetinde insanlarsınız? ‘ olabiliyor. bence tam da oldu. yahu düşünsene, sen sadece işini gözle görülür şekilde mantıklı yapacaksın ve gelecek başarılar senin vadene ekelenecek. rakibindi, seçimlerdi falan filan bunların hiçbiri seni ilgilendirmeyecek. fakat sen ne yapıyorsun? karşında, sana muhalif olan ilk kişiyi bir gram doğruluk payı, gerçekçi fikirleri ve projeleri olmamasına rağmen yüceltiyorsun. niye? çünkü senin ve ekibinin tek alternatifi o oluyor da ondan. belediyeciliği de kattım işin içine ama vallahi benzetecek başka bir şey bulamadım. türkiye’de belediye başkanları, yönettiği bölgeyi sömürür, imkanları kullanır, para kazanır, ekibini kurar, ekibini bozar… bu böyle işler bizde. yani genelde böyle işler diyelim biz.
frank rijkaard,
olmadı hocam. yapamıyorsun. seni körü körüne savunanları da gördüm, at gözlüğü takarak dışlayanları da. bana sorarsan pek bir numaranı göremedim. şunun şurasında tek okuyucum senmişsin gibi düşünüp öyle yazıyorum frank hoca. bu yüzden içimi dökmemin bir sakıncası olmayacağını düşünüyorum. söylemek istediğim bazı şeyler var. mesela ben, senin geldiğin gün, aylar önce bazı kitle iletişim araçlarında, dost meclislerinde; ”frank rijkaard taş çatlasa 3 sene kalır bu takımda. bunun ilk senesinde takıma uyum, yeni bir sistemi aşılamak ile geçer ve hüsran olur. ikinci senesi yapılanma ayağını tamamlamak ile devam eder ve sistem geyikleri sürer, sonuç alınamaz. ha bu kadar yaşanılan şeye içerden dışardan tahammül edilirse bunlara ek olarak bir de 3. seneyi yaşar. işte o zaman muhtemel şampiyonluk gelir. ha ama bakın bana kalsa istikrar derim, galatasaray’ın geleceği derim 30 sene tutmak isterim bu adamı takımın başında. ama olması da mümkün değil. yine 2. senenin sonunda şutlanır, akabinde ya hagi, ya fatih terim ya da lucescu söylentileri çıkar. bahsi geçen meşhur sistem de yine kaybolur gider. biz yine, yeniden yapılanmaya başlarız. ” demişim. yani bu dediklerim az çok demeden görüldüğü üzere…
üzülüyorum elbette. bir teknik direkörün hayatında alternatif yollar da olmalı.
hakan şükür, bülent korkmaz, hasan şaş;
evet, sizlerden sadece biri dün akşam sahada olup arda turan’ın çok gereksiz bir anda çekmiş olduğu şuttan sonra ona dönüp, yakasından tutup sarsarak bağırsaydınız, arda bir sene boyunca kendine gelemezdi. koca bir sezon şut çekmeye çekinir, takım yararına yapılabilecek her şeyi denerdi. gelelim buradan arda’nın emre çolak’a sitemine. uzun uzadıya bahsetmeyeceğim. tek merak ettiğim konu, ”acaba emre ne kadar umursayacak arda’yı?”
galatasaray futbol takımı,
geçen sezon dahil bu sezon ile birlikte en gözüme çarpan değişikliği kendi yarı sahasına çekilerek gerçekleştirdi. ali sami yen’de, deplasmanda farketmeksizin son derece pısırık, ısırmadan, agresiflikten yoksun bir futbol aşılanıyor bu takıma. bu da galatasaray görmüş bünyeleri, özellikle beni müthiş sinirlendiriyor, öfkeli bir insan haline dönüştürüyor. adeta düşman askerler bölgemi ele geçirmiş ve insanların aklını çelip kötüye kullanıyor hissine kapılıyorum. gün geçtikçe eriyen, uyumsuz, pas yapamayan, sözde 4-3-3 ‘ü top şişirerek oynuyor.
sivasspor, galatasaray karşılaşmasına gelirsek bunca yazılandan sonra pek bir konuşulası yok kendi adıma. son 2 yıldır gelenekselleşmeye az kalan öne geçip yaslanma taktiğinin chapter‘larını hafta hafta atlıyoruz. bu konuda ders kitaplarının chapterları oluruz. hiç şüphem yok. bol pozisyon verilen, sonuca gidilemeyen, alternatifsiz tek taktik anlayışı ile devam eden maçlardan bir diğeri idi. sivas adına diyecek çok fazla analizim yok. çünkü iyi ve oturaklı bir galatasaray olmadığı için kayda değer bir şeyler söylemem zor oluyor onlar adına da. bol pozisyon buldular, gerektiği kadarını atıp 3 puanı aldılar.
not: bu arada bu kadar uzun yazıya tahammül eden olduysa sonsuz teşekkür ederim. başlığı atıp, hakkında yazmam gerekenleri en son satıra bırakarak okyuyucu çekmeye çalışan internet gazeteciliği yaptığımı hissettim ister istemez. böyle düşünmemişsinizdir umarım. sivasspor- galatasaray maçı adı altında söylemek istediğim, gözüme çarpan aksaklıkları belirterek son noktayı koymuş bulunmaktayım.
http://tamsaha.wordpress.com/...okus-devam-ediyor-1/