204
bir prekazi romantizmi
ofk-galatasaray maçını prekazi’yle izledik. maçın yorumcusu cevat prekazi olunca içmeden güzelleştik.
bizim prekazi’nin lakabı saçını yıllarca cevat prekazi modeli kestirmesinden geliyor, hatırlatayım.
insan niye futbol sever? çünkü her şey değişirken futbol aynı kalır. sabit kalan her şey gibi, çocukluğu hatırlatır.
hayat bizi nereye savurursa savursun, yeşil sahayı gördüğümüzde babamızla maça giden o ufaklık oluruz.
erkeklerin o garip maç hafızası da bundan doğar zaten. çünkü onlar maç değildir aslında, hayatın mihenkleridir.
saçının ense kısmını uzatmış adam topa otuz metreden öyle bir vurur ki, gayrı ne monaco prensi albert unutabilir ne de siz.
o gol aynı zamanda rahmetli babanızla daldığınız sokak kutlamaları, geç döndüğünüzde annenizin surat yapması, evdeki bayrağın üstüne gazlı kalemle yazdığınız “cimbom yarı finalde!” yazısıdır.
¡ ¡ ¡
“dur ey zaman, ne güzelsin!” demiş ya goethe, biz de bağırmak isteriz, ettori’nin koruduğu kaleye giden topa: “dur yahu, ne güzelsin!”.
ama kerata bizi dinlemez, gidip o kaleye girer. açar kollarını cevat prekazi, uçar gibi yaparak koşar. sonra yıllar geçer, bazı şeyler girer araya ve başlarsınız takımınızdan ayrı düz koşuya.
on dört yıl şampiyonluk görmemiş, müzesinde uefa kupası falan olmayan o takım yoktur artık. ruhu bile okunmamaktadır.
ama bir gün, tırışka bir avrupa ligi maçında yorumcu kılığında çıkar karşınıza. hemen sandığı açıp o bayrağı çıkarmak, koklamak istersiniz.
yarı finali bayrağın sarı kısmına bir zamanlar heyecandan titreyen ellerle yazan çünkü sizin ruhunuzdur.
açıp kollarını orta sahaya doğru koşmak isteyen çocuk ruhunuz.
tuna kiremitçi
ofk-galatasaray maçını prekazi’yle izledik. maçın yorumcusu cevat prekazi olunca içmeden güzelleştik.
bizim prekazi’nin lakabı saçını yıllarca cevat prekazi modeli kestirmesinden geliyor, hatırlatayım.
insan niye futbol sever? çünkü her şey değişirken futbol aynı kalır. sabit kalan her şey gibi, çocukluğu hatırlatır.
hayat bizi nereye savurursa savursun, yeşil sahayı gördüğümüzde babamızla maça giden o ufaklık oluruz.
erkeklerin o garip maç hafızası da bundan doğar zaten. çünkü onlar maç değildir aslında, hayatın mihenkleridir.
saçının ense kısmını uzatmış adam topa otuz metreden öyle bir vurur ki, gayrı ne monaco prensi albert unutabilir ne de siz.
o gol aynı zamanda rahmetli babanızla daldığınız sokak kutlamaları, geç döndüğünüzde annenizin surat yapması, evdeki bayrağın üstüne gazlı kalemle yazdığınız “cimbom yarı finalde!” yazısıdır.
¡ ¡ ¡
“dur ey zaman, ne güzelsin!” demiş ya goethe, biz de bağırmak isteriz, ettori’nin koruduğu kaleye giden topa: “dur yahu, ne güzelsin!”.
ama kerata bizi dinlemez, gidip o kaleye girer. açar kollarını cevat prekazi, uçar gibi yaparak koşar. sonra yıllar geçer, bazı şeyler girer araya ve başlarsınız takımınızdan ayrı düz koşuya.
on dört yıl şampiyonluk görmemiş, müzesinde uefa kupası falan olmayan o takım yoktur artık. ruhu bile okunmamaktadır.
ama bir gün, tırışka bir avrupa ligi maçında yorumcu kılığında çıkar karşınıza. hemen sandığı açıp o bayrağı çıkarmak, koklamak istersiniz.
yarı finali bayrağın sarı kısmına bir zamanlar heyecandan titreyen ellerle yazan çünkü sizin ruhunuzdur.
açıp kollarını orta sahaya doğru koşmak isteyen çocuk ruhunuz.
tuna kiremitçi