58
dün maça gittik işte. 29 temmuz 2010 galatasaray ofk belgrad maçı, malum. orta merdivenlerin üst taraflarındayız. yanımda benim anım olmasını çok istediğim bir sahne vardı.
ilk bakışta baba-kız olduğu anlaşılıyordu yanımdakilerin, kızın ilk maçı olduğunu da sonradan anladım "nasıl, sevdin mi?" sorularından. kız 9-10 yaşlarında ya var ya yok. pembe kemik bir gözlük takmış, kumral ve cır cır konuşmasından belli ki ukala bir kız çocuğu. kısaca beni bilen azıcık tahmin eder ki aynı benim küçüklüğüm, pembe gözlüğüm bile vardı lan. bir de bu sene pembe* forma çıkmış şansına, eminim çok beğenmiştir. hemen almışlar, babasının bejinin yanında izledi bütün maçı.
babam dünyanın en iyi babası ve insanıdır, aramız çok iyidir falan ama futbol sevmez. bildiğin sevmez, hatta nefret eder. sporun her türlüsüyle haşır neşirdir, beni de bulaştırmıştır çoğuna, ama futbol dedin mi burun kıvırır. geçen sene bu aralar barfly beni maça götürene kadar dünyanın en tırt galatasaraylısıydım. daha doğrusu tam tipik kız takım tutması: şampiyon olunca forma giyip gezmek, bazen erkek arkadaşla maç izlemek, teknik direktörün sadece soyadını ezberlemek, ama sorsan ilk 11'i sayamamak.
geçmişimden utanmıyorum lan. bugünkü yarı-holiganın yakın geçmişinde bir futbol moronu yatıyor. tek nedeni de babam. benim gibi erkek arkadaşı tarafından tribünle tanıştırılmayanlar, dünkü kız gibi babası tarafından getirilenler işte. daha önce de söylemiştim, herkese babadan geçen futbol sevgisi ve çoğunluğun yine babadan miras aldığı galatasaray aşkı bende yıllarca eksik kaldı. laf olsun diye götürüldüğüm bir maça kadar. pek çok dezavantajı da var, insan 6-7 yaşından beri futbol seviyorsa, erkek çocuğu hafızası demeli buna zaten, pek çok şeyi ezbere biliyor. ama benim gibi 20 yaşında geriden yakalamaya çalışıyorsa, hayatında ders çalışmamış adama oturup sayfalarca yazı okutuyor, bir ton belgesel, youtube videosu izletiyor. insanların bire bir hatırladığı anları ben gece gece oturup izleyip aynı duyguları yakalamaya çalıştım.
ben ki babamı dünyadaki başka hiç bir şeye değişmem, yanımdaki baba-kızı resmen kıskandım. o kız; ki göz ucuyla bana bakıp ben elimi kaldırıyorsam kaldırıyor, topu takip etmek için ne tarafa eğilsem o da eğiliyordu, yani boş değil, kovalayacak bu işleri özenmesinden belli; 10 yıl sonra "ilk kez maça 2010'da gittim, o zamandan beri tribündeyim" diyebilecek. kendi tribün grubunu oluşturana kadar babasıyla gidip gelebilecek. her sene forma almak için para biriktirmesi gerekmeyecek, babası kendine alırken ona da alacak zaten.
hagi galatasaray'dayken ben onun yaşlarındaydım. ama hagi'yi hayal meyal hatırlıyorum. o ise kewell'ı izlemiş olacak.
babayla maç izlemek nasıl bir şey bilmiyorum ama izleyememek böyle işte. en son yüz yıl önce arkadaş ortamında birazcık futbola maruz kalmış biri olarak ne zaman galatasaray maçı açsam "rijkaard galatasaray'a mı transfer oldu? bıyığı nerede onun, kesmiş mi bıyığı vardı, bıyık?" demek dışında bir yorum yapmıyor zira.
he baba he, rijkaard transfer oldu. hee, bıyık.
ilk bakışta baba-kız olduğu anlaşılıyordu yanımdakilerin, kızın ilk maçı olduğunu da sonradan anladım "nasıl, sevdin mi?" sorularından. kız 9-10 yaşlarında ya var ya yok. pembe kemik bir gözlük takmış, kumral ve cır cır konuşmasından belli ki ukala bir kız çocuğu. kısaca beni bilen azıcık tahmin eder ki aynı benim küçüklüğüm, pembe gözlüğüm bile vardı lan. bir de bu sene pembe* forma çıkmış şansına, eminim çok beğenmiştir. hemen almışlar, babasının bejinin yanında izledi bütün maçı.
babam dünyanın en iyi babası ve insanıdır, aramız çok iyidir falan ama futbol sevmez. bildiğin sevmez, hatta nefret eder. sporun her türlüsüyle haşır neşirdir, beni de bulaştırmıştır çoğuna, ama futbol dedin mi burun kıvırır. geçen sene bu aralar barfly beni maça götürene kadar dünyanın en tırt galatasaraylısıydım. daha doğrusu tam tipik kız takım tutması: şampiyon olunca forma giyip gezmek, bazen erkek arkadaşla maç izlemek, teknik direktörün sadece soyadını ezberlemek, ama sorsan ilk 11'i sayamamak.
geçmişimden utanmıyorum lan. bugünkü yarı-holiganın yakın geçmişinde bir futbol moronu yatıyor. tek nedeni de babam. benim gibi erkek arkadaşı tarafından tribünle tanıştırılmayanlar, dünkü kız gibi babası tarafından getirilenler işte. daha önce de söylemiştim, herkese babadan geçen futbol sevgisi ve çoğunluğun yine babadan miras aldığı galatasaray aşkı bende yıllarca eksik kaldı. laf olsun diye götürüldüğüm bir maça kadar. pek çok dezavantajı da var, insan 6-7 yaşından beri futbol seviyorsa, erkek çocuğu hafızası demeli buna zaten, pek çok şeyi ezbere biliyor. ama benim gibi 20 yaşında geriden yakalamaya çalışıyorsa, hayatında ders çalışmamış adama oturup sayfalarca yazı okutuyor, bir ton belgesel, youtube videosu izletiyor. insanların bire bir hatırladığı anları ben gece gece oturup izleyip aynı duyguları yakalamaya çalıştım.
ben ki babamı dünyadaki başka hiç bir şeye değişmem, yanımdaki baba-kızı resmen kıskandım. o kız; ki göz ucuyla bana bakıp ben elimi kaldırıyorsam kaldırıyor, topu takip etmek için ne tarafa eğilsem o da eğiliyordu, yani boş değil, kovalayacak bu işleri özenmesinden belli; 10 yıl sonra "ilk kez maça 2010'da gittim, o zamandan beri tribündeyim" diyebilecek. kendi tribün grubunu oluşturana kadar babasıyla gidip gelebilecek. her sene forma almak için para biriktirmesi gerekmeyecek, babası kendine alırken ona da alacak zaten.
hagi galatasaray'dayken ben onun yaşlarındaydım. ama hagi'yi hayal meyal hatırlıyorum. o ise kewell'ı izlemiş olacak.
babayla maç izlemek nasıl bir şey bilmiyorum ama izleyememek böyle işte. en son yüz yıl önce arkadaş ortamında birazcık futbola maruz kalmış biri olarak ne zaman galatasaray maçı açsam "rijkaard galatasaray'a mı transfer oldu? bıyığı nerede onun, kesmiş mi bıyığı vardı, bıyık?" demek dışında bir yorum yapmıyor zira.
he baba he, rijkaard transfer oldu. hee, bıyık.