11
aslında topun kendisinden çok topun çevresinde dönen paranın hikâyesi. 1800’lerin sonunda işçi sınıfının boş zaman eğlencesi olarak ortaya çıkan oyun, bugün borsada işlem gören şirketlerin reklam panosuna dönüştü.
eskiden tribünlerdeki insanlar haftalık kazancının bir kısmını verip takımını izlerken, bugün tribunde bir koltuga oturmak için kredi kartına bilmem kac taksit yaptırmak zorunda. e taraftarin bu kadar harcadigi, fikir olarak tuketime yogunlastigi noktada, kulüpler de sadece saha içinde değil, bilanço tablolarında oynuyor. hatta bana gore asil rekabet ve savas bilanco tablolarinda var.
ulkemizden ornek verelim, kuluplerin olagan toplantilari gayrimenkul, reklam, pazarlama ve banka borclarindaki azalma ve artmalara gore sekilleniyor. 12 sene sampiyon olamamis kulup baskani goguslerini kabartip, tablolarda oynayip bunu bir zafer gibi anlatip ayakta alkislaniyor.
futbolun sosyolojik tarafı daha da çarpıcı. mesela 1966’da ingiltere dünya kupasını kazandığında, ülke hala savaş sonrası travmalarla uğraşıyordu. kupayla beraber ulusal moral dopingi geldi. arjantin’de 1978 dünya kupası diktatörlüğün kirli yüzünü gizledi. millet stadlarda eglenirken birkaç kilometre ötede siyasi tutuklular kayboluyordu. insanlar ekonomik kriz, işsizlik veya rejimin sikintilariyla uğrasirken araya her zaman futbol giriyor. hakemler, yoneticiler, kravatlilar. ne kadar tanidik seyler...
bugün baktığında futbol sahası,hem kapitalizmin sahne dekoru hem toplumun uyuşturucusu gibi. transfer haberleriyle gündelik hayatın sıkıntıları arasına bariyer çekiliyor. artık oyundan çok kitlelerin gerçeklikten kaçış ritüeli haline geldi maalesef. bunu her gun tecrube ediyoruz. etmeye de devam edecegiz gibi duruyor
eskiden tribünlerdeki insanlar haftalık kazancının bir kısmını verip takımını izlerken, bugün tribunde bir koltuga oturmak için kredi kartına bilmem kac taksit yaptırmak zorunda. e taraftarin bu kadar harcadigi, fikir olarak tuketime yogunlastigi noktada, kulüpler de sadece saha içinde değil, bilanço tablolarında oynuyor. hatta bana gore asil rekabet ve savas bilanco tablolarinda var.
ulkemizden ornek verelim, kuluplerin olagan toplantilari gayrimenkul, reklam, pazarlama ve banka borclarindaki azalma ve artmalara gore sekilleniyor. 12 sene sampiyon olamamis kulup baskani goguslerini kabartip, tablolarda oynayip bunu bir zafer gibi anlatip ayakta alkislaniyor.
futbolun sosyolojik tarafı daha da çarpıcı. mesela 1966’da ingiltere dünya kupasını kazandığında, ülke hala savaş sonrası travmalarla uğraşıyordu. kupayla beraber ulusal moral dopingi geldi. arjantin’de 1978 dünya kupası diktatörlüğün kirli yüzünü gizledi. millet stadlarda eglenirken birkaç kilometre ötede siyasi tutuklular kayboluyordu. insanlar ekonomik kriz, işsizlik veya rejimin sikintilariyla uğrasirken araya her zaman futbol giriyor. hakemler, yoneticiler, kravatlilar. ne kadar tanidik seyler...
bugün baktığında futbol sahası,hem kapitalizmin sahne dekoru hem toplumun uyuşturucusu gibi. transfer haberleriyle gündelik hayatın sıkıntıları arasına bariyer çekiliyor. artık oyundan çok kitlelerin gerçeklikten kaçış ritüeli haline geldi maalesef. bunu her gun tecrube ediyoruz. etmeye de devam edecegiz gibi duruyor

