12
o zamanlar ankara'da oturuyorum. pazar günü oynanacak maç için ankaralı aslanlar'dan 3 kişi, bendeniz ve fenerbahçeli bir arkadaşım olmak üzere 5 kişi arabayla cumartesi günü akşam saatlerinde istanbul’a geliyor ve hemen istiklal’e akıyoruz. hiçbirimizde bilet yok. balık pazarı’nda mercan adlı mekanda çarli’nin yanına uğruyor ve sofrasına katılıyoruz. çarli orada tek başına demleniyor o sırada. bizim elemanlar çok uzun senelerdir tribün kovalayan elemanlar oldukları ve muhtemelen reisleri tanıdıkları için zar zor 3 tane bilet buluyorlar bir şekilde. ben biletsiz kalıyorum, ama pes etmek yok, ta ankara’dan bu maç için kalkmış gelmişim, maça girmeden dönmeye niyetim yok. fenerbahçeli arkadaşım ile birlikte telsim tribününden 2 tane bilet buluyoruz. o zaman stad daha inşaat halinde ve telsim tribünü ilk defa o maçta seyirciye açılacak. her neyse, geceyi geçirmek üzere kadıköy’e yollanıyoruz. galatasaray taraftarı arasında maç izleyemeyeceğim için içimde bir burukluk var. kadıköy rıhtım’daki ara sokaklardan birinde iğrençten de öte bir otel buluyoruz-ki yanlış hatırlamıyorsam 3 liraya mı ne gecelemiştik- tuvaletten bozma, penceresi olmayan sadece 2 yatağın bulunduğu g.t kadar odada uyuyoruz fenerbahçeli arkadaşımla. o kadar tırsmışız ki üzerimizdekilerle aynen yatağa uzanmışız, ne olur ne olmaz diye. ertesi sabah uyandığımızda galatasaraylı arkadaşlar mecidiyeköy’e doğru yola çıkmış bile. öğlene kadar fenerbahçeli arkadaşımla oyalanıyoruz, öğle saatlerinde bokludere’ye doğru yürümeye başlıyoruz. telsim tribününün önündeki sırada kuyruğa giriyoruz. ha, önemli bir detayı atladım, üzerimdeki gömleğin altında telsim logolu formam var, üst düğmenin arasından az da olsa formanın kırmızı yakası görünüyor. orada bir fark edilsem anında linç edilirim, o derece. zaten fenerbahçeli taraftarlarda 4 senedir galatasaray şampiyonluğu görmüş olmanın verdiği bir hırs ve nefret var. biz sırada beklerken korkunç bir sağanak yağmur bastırıyor, iliklerimize kadar ıslanıyoruz. bir kazaya uğramadan sağ salim içeri giriyoruz. tribünün koltukları bile takılı değil henüz, bildiğin beton halinde açmışlar adamlar. federasyon buna nasıl izin vermişti hala merak ederim, şimdi olsa kıyamet kopar. şimdiki maraton tribünün telsim’e daha yakın olan kısmında 2 bin küsür galatasaraylı kükrüyorlar, ben çaresizce onları seyrediyorum. muhakkak oraya geçmeliyim. şansımı deneyeyim diyerek tribünün en altına, sahaya açılan kapının önünde duran polis’in yanına gidiyorum. alçak bir sesle galatasaraylı olduğumu ve kendi taraftarımın arasına geçmek için kapıyı açmasını rica ediyorum. içimdeki formayı görürlerse buradan benim cesedim çıkar diyerek ikna etmeye çalışıyorum adam nuh diyor peygamber demiyor. hatta cebimden para çıkarıp rüşvet teklif ediyorum adam fikrini değiştirmiyor. sonra yanımıza bir genç daha geliyor, o da galatasaraylıymış ve adana’dan gelmiş maça. ikimiz yaklaşık 15 dakikalık bir dil dökmeden sonra komiseri ikna etmeyi başarıyoruz. adam kapıyı açar açmaz sahanın içinden son sürat koşarak kendi taraftarımızın olduğu bölüme doğru seğirtiyoruz, o kadar mutluyum ki, üzerimdeki gömleği parçalarcasına çıkarıyorum üzerimden. tribünde ankara’dan birlikte geldiğim arkadaşları buluyorum ama herkes yaşananlardan dolayı perişan halde, herkesin üstü başı sırılsıklam, ortalık leş gibi yumurta kokuyor. bu şartlara rağmen iyi bir tribün performansı çıkartıyoruz ancak maçı 2-1 kaybederek şampiyonluk yolunda çok ağır bir yara alıyoruz. ankara’ya dönüş yolunda herkes yıkılmış durumda, kimsenin ağzını bıçak açmıyor. sabaha karşı ankara’ya varıyoruz, eve vardıktan sonra duşumu alıp, traşımı olup işe yollanıyorum, gözlerim uykusuzluktan açılmaz haldeyken.