587
hakkında bir iki satır yazabilmek için duygu yoğunluğumun makul seviyeye inmesini beklediğim, ilk düdüğünden bu yana geçen 24 saatte buna muvaffak olamadığım maç.
ne kendim boş yere gaza gelmek istiyorum, ne de bir kişi dahi olsa okuyan herhangi birini gaza getirmek istiyorum. sonuçta futbol bu ülkede devlet eliyle ve de üç büyükler denen sistem vasıtası ile en büyük sosyal mühendislik çalışmalarından biri, belki de birincisi. haftanın 7 günü, günün 24 saati, saatin 60 dakikası çok ama çok yoğun bir şekilde maruz bırakılıyoruz taraftarlık zannettiğimiz olguya. teoride farkındalık sahibi olsak bile pratikte hepimiz kapılıp gidiyoruz. biraz alışkanlıktan, çokça da çaresizlikten...
memleketin ahvali, ekonomisi, günlük yaşantısı, her şeyi sinir ve stres dolu zaten. bunlar daha kötüye gittikçe ne yazık ki futbola sarılmanın şiddeti daha fazla oluyor. son 24 saatte aklımdan öyle şeyler geçti, öyle şeyler yazasım geldi ki gerçekten az biraz sakinleyip düşününce içim ürperdi. geceden beri okuduklarımdan bahsetmiyorum bile...
2020-21 sezonu başından beri yaşadığımız bir olay var. bu takımın maç içindeki ilk hatasının, hatanın büyüklüğü ne olursa olsun, bedeli çok ağır oluyor. bir ara maça iyi başlayıp golü bulamayıp ilk verdiğimiz pozisyonda topu bizim kaleden çıkartıyorduk. 15-20 dakika tek kale oynayıp golü atamayıp ilk ortada bomboş bir kafayla golü yemediğimiz mi kaldı, rakip topa ıska geçtiği için topun doksana gittiği gol yemediğimiz mi kaldı?
bir ara bunu düzeltir gibi olduysak da bu sefer yavaş yavaş ilk pozisyon hatasında fahiş hakem hataları gelmeye başladı. özellikle 2020-21 sezonu şampiyonluğunun bizden çalınıp beşiktaş'a verildiği dönemde çok gördük bunu. iptal edilen ya da edilmeyen goller, tarihte ilk olan kırmızı kartlar falan; bunlar hep aslında iyi oynayan ve tolore edilebilir bir hata yapmış olan takımı çökerten hamlelerdi. 2021-22 sezonu zaten başlı başına bir olaydı ama, kötü giden takımın az biraz direnç gösterdiği her maçta ya rakipten ya hakemden böyle bir darbe yedik.
bu maçta da maalesef tam olarak böyle bir olay oldu. içerik anlamında beklenmeyecek kadar doğru seçim bir koreografi, gazı da alıp gürül gürül başlayan bir tribün, ona ayak uyduran takım, atılan goller, nizami olup da sayılmayan goller, verilmeyen penaltılar... 37 dakika taraftara da futbolcuya da hem özgüven hem zevk veren bir oyun.
rakibin hücuma çıkmayı bırak şuursuzca savuşturabildiği ender toplardan biri. sacha boey'in muhtemelen konsantrasyon kaybı sebebiyle saçma bir top kontrolü, rakip oyuncunun takipçiliği ve bir "tackle". daha orta sahanın bile gerisindeyken son bir hamleyle geri pası, olabilecek en usturuplu temasla bir taktik faul ve tereddütsüz gelen kırmızı kart...
ne o oyunun, ne de sezonun şimdiye kadarki bölümünün en iyilerinden sacha boey'in, ne de yaptığı müdahalenin hakkı olan bir sonuç. 9 maçta 10 golü güç bela atan bir takım yarım saatte 4 tane gol atmış, neredeyse orta sahaya bile top gelmiyor. serseri bir top orta sahaya doğru geliyor ve bu hata sonucu takım 10 kişi kalıyor. kartın doğruluğu yanlışlığını geçtim. ne o oyun ufak bir hatadan böyle büyük bir bedeli hak etti, ne de boey her ne kadar pozisyon başlangıcında hatalı olsa da yapabileceği en usturuplu müdahale ile kırmızı kartı hak etti...
bıçak gibi kesilen bir oyun ve bambaşka bir maç.
dördüncü fatih terim dönemi'nin en büyük eleştiri sebebi, sonu gelmeyen yan paslardı. bunu bir refleks haline getiren de işte en ufak bir top kaybının kalemizde gol olmasının yarattığı güvensizlikti. bizim taraftar refleksimizi bir kenara bırakınca işte sonraki maçlar için böyle de bir etkisi olacak bu kırmızı kartın. bu takım ne zaman biraz ileri çıkıp rakip sahaya gömülse acaba yine böyle bir şey başımıza gelir mi diye düşünmeden edemeyecek. ya da galatasaray'ın bunalttığı her rakip ileride bir adam bırakıp bu tarz pozisyonları kovalayacak cesareti bulacak.
millet intikam yeminleri ederken mübarek ağzını asıp da ancak "düdük astırsak ne olacak" diyebilen bir başkana güvenip galatasaray'a karşı savaş başladı diye sayıklamakla bu işler yürümeyecek. gırtlağına kadar bir yerlere teslim olmuş bu kulüp ve camia adım atamazken olan taraftarın harap olan sinirlerine olacak.
sadece iki puan kaybettik belki ama, aslında var olan umutlarımızdan ve dayanma gücümüzden de irice bir tutam yitirdik. ne kulübede takımı bu ruh halinden sıyırabilecek bir akıl görünüyor ufukta, ne de ne kadar yerinde olursa olsun tepkilerin boşa gitmeyeceği bir ortam görünüyor...
bu köprünün altından çok sular akar belki ama biz bu sahipsizlikle en fazla kendi kendimizi avuturuz gibi geliyor...
ne kendim boş yere gaza gelmek istiyorum, ne de bir kişi dahi olsa okuyan herhangi birini gaza getirmek istiyorum. sonuçta futbol bu ülkede devlet eliyle ve de üç büyükler denen sistem vasıtası ile en büyük sosyal mühendislik çalışmalarından biri, belki de birincisi. haftanın 7 günü, günün 24 saati, saatin 60 dakikası çok ama çok yoğun bir şekilde maruz bırakılıyoruz taraftarlık zannettiğimiz olguya. teoride farkındalık sahibi olsak bile pratikte hepimiz kapılıp gidiyoruz. biraz alışkanlıktan, çokça da çaresizlikten...
memleketin ahvali, ekonomisi, günlük yaşantısı, her şeyi sinir ve stres dolu zaten. bunlar daha kötüye gittikçe ne yazık ki futbola sarılmanın şiddeti daha fazla oluyor. son 24 saatte aklımdan öyle şeyler geçti, öyle şeyler yazasım geldi ki gerçekten az biraz sakinleyip düşününce içim ürperdi. geceden beri okuduklarımdan bahsetmiyorum bile...
2020-21 sezonu başından beri yaşadığımız bir olay var. bu takımın maç içindeki ilk hatasının, hatanın büyüklüğü ne olursa olsun, bedeli çok ağır oluyor. bir ara maça iyi başlayıp golü bulamayıp ilk verdiğimiz pozisyonda topu bizim kaleden çıkartıyorduk. 15-20 dakika tek kale oynayıp golü atamayıp ilk ortada bomboş bir kafayla golü yemediğimiz mi kaldı, rakip topa ıska geçtiği için topun doksana gittiği gol yemediğimiz mi kaldı?
bir ara bunu düzeltir gibi olduysak da bu sefer yavaş yavaş ilk pozisyon hatasında fahiş hakem hataları gelmeye başladı. özellikle 2020-21 sezonu şampiyonluğunun bizden çalınıp beşiktaş'a verildiği dönemde çok gördük bunu. iptal edilen ya da edilmeyen goller, tarihte ilk olan kırmızı kartlar falan; bunlar hep aslında iyi oynayan ve tolore edilebilir bir hata yapmış olan takımı çökerten hamlelerdi. 2021-22 sezonu zaten başlı başına bir olaydı ama, kötü giden takımın az biraz direnç gösterdiği her maçta ya rakipten ya hakemden böyle bir darbe yedik.
bu maçta da maalesef tam olarak böyle bir olay oldu. içerik anlamında beklenmeyecek kadar doğru seçim bir koreografi, gazı da alıp gürül gürül başlayan bir tribün, ona ayak uyduran takım, atılan goller, nizami olup da sayılmayan goller, verilmeyen penaltılar... 37 dakika taraftara da futbolcuya da hem özgüven hem zevk veren bir oyun.
rakibin hücuma çıkmayı bırak şuursuzca savuşturabildiği ender toplardan biri. sacha boey'in muhtemelen konsantrasyon kaybı sebebiyle saçma bir top kontrolü, rakip oyuncunun takipçiliği ve bir "tackle". daha orta sahanın bile gerisindeyken son bir hamleyle geri pası, olabilecek en usturuplu temasla bir taktik faul ve tereddütsüz gelen kırmızı kart...
ne o oyunun, ne de sezonun şimdiye kadarki bölümünün en iyilerinden sacha boey'in, ne de yaptığı müdahalenin hakkı olan bir sonuç. 9 maçta 10 golü güç bela atan bir takım yarım saatte 4 tane gol atmış, neredeyse orta sahaya bile top gelmiyor. serseri bir top orta sahaya doğru geliyor ve bu hata sonucu takım 10 kişi kalıyor. kartın doğruluğu yanlışlığını geçtim. ne o oyun ufak bir hatadan böyle büyük bir bedeli hak etti, ne de boey her ne kadar pozisyon başlangıcında hatalı olsa da yapabileceği en usturuplu müdahale ile kırmızı kartı hak etti...
bıçak gibi kesilen bir oyun ve bambaşka bir maç.
dördüncü fatih terim dönemi'nin en büyük eleştiri sebebi, sonu gelmeyen yan paslardı. bunu bir refleks haline getiren de işte en ufak bir top kaybının kalemizde gol olmasının yarattığı güvensizlikti. bizim taraftar refleksimizi bir kenara bırakınca işte sonraki maçlar için böyle de bir etkisi olacak bu kırmızı kartın. bu takım ne zaman biraz ileri çıkıp rakip sahaya gömülse acaba yine böyle bir şey başımıza gelir mi diye düşünmeden edemeyecek. ya da galatasaray'ın bunalttığı her rakip ileride bir adam bırakıp bu tarz pozisyonları kovalayacak cesareti bulacak.
millet intikam yeminleri ederken mübarek ağzını asıp da ancak "düdük astırsak ne olacak" diyebilen bir başkana güvenip galatasaray'a karşı savaş başladı diye sayıklamakla bu işler yürümeyecek. gırtlağına kadar bir yerlere teslim olmuş bu kulüp ve camia adım atamazken olan taraftarın harap olan sinirlerine olacak.
sadece iki puan kaybettik belki ama, aslında var olan umutlarımızdan ve dayanma gücümüzden de irice bir tutam yitirdik. ne kulübede takımı bu ruh halinden sıyırabilecek bir akıl görünüyor ufukta, ne de ne kadar yerinde olursa olsun tepkilerin boşa gitmeyeceği bir ortam görünüyor...
bu köprünün altından çok sular akar belki ama biz bu sahipsizlikle en fazla kendi kendimizi avuturuz gibi geliyor...