232
bir dönemin 2000 ruhu düşkünlüğü gibi, her daim dilden dile bir temenni olarak dolaşan ama gerçeğe dönüşemeyen hadise. bunun pek çok sebebi olmakla birlikte, kısa hatta orta vadede kolay kolay yaşanabileceğini beklemek hayalciliktir. o pek çok sebepten herhangi bir tanesinin dönem dönem çok öne çıkarıldığı, çözülürse o eski tribün ortamına dönüleceği gibi bir yanılsama olmaktadır. oysa bu sebeplerin hepsi birden çözülmediği takdirde, ki bazıları takımın-taraftarın da dışında olan faktörler, o tribüne ulaşmak bir daha asla mümkün olmayacaktır.
25 yıla yakın süredir galatasaray'ı, tribünüyle birlikte takip ederim. "iyi tribün olsun" derdinin ön plandan çıkışının üzerinden belki de 15 sene geçmiştir. sen var ya sen'in ve de facebook'a video yüklemenin popüler olduğu o karanlık zamanlar desek 12-13 sene. ki o günlerde bile, saçma sapan da olsa, bir tezahüratı maç içinde bağırma refleksi vardı.
sulu derbi o eski "cehennem" ali sami yen'in son maçıydı. o gün yaşanan olaylar sonrası tribünün yükünü çeken, tribüne karakteristiğini veren pek çok insan ya cezalar aldı ya da kıyıya köşeye çekilmek zorunda kaldı. onu takip eden 1-2 sezonda tribünsel performans çok yavaşça düşse de ön plana çıkabilen isimler o bayrağı taşımaya devam etti. yeni stada geçiş ve passolig gibi iki kırılma anında yaşanan değişimlerde öne çıkanlarla aynı dinamizmi yakalamak mümkün olmadı. bu da yavaş yavaş tribünün performans anlamında dibi görmesine sebep oldu.
tobol ve netanya gibi güzide ekiplere 5-6 gol atıp "lan yeni barcelona oluyoruz galiba" diye havaya girdiğimiz 2009 yazında, kapalı üstün en önünde elindeki telefondan canlı yayınla kurtlar vadisi izleyen tipler olduğuna dair söylenmeler o dönemin en geçerli iletişim aracı ultraslan forumda yazılıp çiziliyordu. o günlerden bugün herkesin yayıncı olduğu o günlere 13 koca yıl geçti.
bugün stadda ya da salonda "tribün yapmaya çalışan" güruhun en yaşlıları bile muhtemelen o günlerde 7-8 yaşlarındaydı. 16-20 yaş arasındaki daha genç kesimin o günleri hatırlama şansı bile yok. kaldı ki akıllı telefonlar ve sosyal medya hayatımızı domine etmeye başlayalı bile neredeyse 8-10 yıllık bir dönem yaşandı. o günleri, hatta o geçişin yaşattığı duyguları hatırlayanların bile hatıraları azalıyor.
uzun lafın kısası, iyice kökleşmiş olan kollektif bir davranış şeklinden bahsetmek mümkün. o eski kaygılar, o eski kafalar ne yazık ki çok uzaklarda kaldı artık. o kültürü yaşatmaya çalışanlar bile artık başka bir kültürü yaşatmaya çalışıyor. bugün "agresif tribün" diye özlemle anılan şeyin tekrarına engel olan ne varsa, malesef tribün kültürü olarak bu işlere meraklı gençlere aktarılıyor.
bugün arena'da taraftarın gaza gelip rakibi boğduğu* bir kritik maçın tribün performansı; seksenli, doksanlı, hatta belki de ikibinlerin başları yıllarda ali sami yen'deki pek çok sıradan maçın tribün performansının yanında argo tabirle osuruk kalır. üstelik kapasitenin iki katından fazla olmasına ve saha ile tribünler arasındaki mesafenin sıfırlanmasına rağmen...
25 yıla yakın süredir galatasaray'ı, tribünüyle birlikte takip ederim. "iyi tribün olsun" derdinin ön plandan çıkışının üzerinden belki de 15 sene geçmiştir. sen var ya sen'in ve de facebook'a video yüklemenin popüler olduğu o karanlık zamanlar desek 12-13 sene. ki o günlerde bile, saçma sapan da olsa, bir tezahüratı maç içinde bağırma refleksi vardı.
sulu derbi o eski "cehennem" ali sami yen'in son maçıydı. o gün yaşanan olaylar sonrası tribünün yükünü çeken, tribüne karakteristiğini veren pek çok insan ya cezalar aldı ya da kıyıya köşeye çekilmek zorunda kaldı. onu takip eden 1-2 sezonda tribünsel performans çok yavaşça düşse de ön plana çıkabilen isimler o bayrağı taşımaya devam etti. yeni stada geçiş ve passolig gibi iki kırılma anında yaşanan değişimlerde öne çıkanlarla aynı dinamizmi yakalamak mümkün olmadı. bu da yavaş yavaş tribünün performans anlamında dibi görmesine sebep oldu.
tobol ve netanya gibi güzide ekiplere 5-6 gol atıp "lan yeni barcelona oluyoruz galiba" diye havaya girdiğimiz 2009 yazında, kapalı üstün en önünde elindeki telefondan canlı yayınla kurtlar vadisi izleyen tipler olduğuna dair söylenmeler o dönemin en geçerli iletişim aracı ultraslan forumda yazılıp çiziliyordu. o günlerden bugün herkesin yayıncı olduğu o günlere 13 koca yıl geçti.
bugün stadda ya da salonda "tribün yapmaya çalışan" güruhun en yaşlıları bile muhtemelen o günlerde 7-8 yaşlarındaydı. 16-20 yaş arasındaki daha genç kesimin o günleri hatırlama şansı bile yok. kaldı ki akıllı telefonlar ve sosyal medya hayatımızı domine etmeye başlayalı bile neredeyse 8-10 yıllık bir dönem yaşandı. o günleri, hatta o geçişin yaşattığı duyguları hatırlayanların bile hatıraları azalıyor.
uzun lafın kısası, iyice kökleşmiş olan kollektif bir davranış şeklinden bahsetmek mümkün. o eski kaygılar, o eski kafalar ne yazık ki çok uzaklarda kaldı artık. o kültürü yaşatmaya çalışanlar bile artık başka bir kültürü yaşatmaya çalışıyor. bugün "agresif tribün" diye özlemle anılan şeyin tekrarına engel olan ne varsa, malesef tribün kültürü olarak bu işlere meraklı gençlere aktarılıyor.
bugün arena'da taraftarın gaza gelip rakibi boğduğu* bir kritik maçın tribün performansı; seksenli, doksanlı, hatta belki de ikibinlerin başları yıllarda ali sami yen'deki pek çok sıradan maçın tribün performansının yanında argo tabirle osuruk kalır. üstelik kapasitenin iki katından fazla olmasına ve saha ile tribünler arasındaki mesafenin sıfırlanmasına rağmen...