7054
“kendini gerçekleştiren kehanet” diye bir kavram var. yanlış bir beklenti veya düşüncenin, tetiklediği davranışlar nedeniyle doğruya dönüşmesi durumu.
en tipik örneklerinden biri şudur: dünyanın ekonomik olarak en güçlü ülkesini düşünün. bu ülkede bir adam, bir meydanda “ey halkım! seni kandırıyorlar! bütün bankalar batacak ve paran uçup gidecek! paranı bankadan çek!” diye bağırmaya başlasın. esas itibariyle bu önermenin hiçbir temeli yok, ülkenin bankaları çok iyi durumda. ama eğer bu adam, bu yanlış fikrini yeterince insana aşılar, yeterince insanı inandırır ve bankadan paralarını çekmeye ikna ederse, oluşacak panik ortamı insanların bir çığ gibi banka kapılarına yığılıp paralarını çekmesine, ve bankacılık sisteminin iflasına sebep olacaktır. adamın (aslında saçma olan) kehaneti de böylece kendini gerçekleştirmiş olur.
konuyu ilgi alanımıza, galatasaray’a getireyim. biz zengin bir kulüp değiliz. ligimiz de çekici bir lig değil. süperstar futbolcu ve teknik direktörün, her şeyiyle “olmuş” adamın burada işi yok. buraya gelen adamlar 2. sınıf olacak, hala öğreniyor olacak (aralarından bazıları kaliteli, bazıları kof çıkacak ve biz bunu önceden bilemeyeceğiz). öğrenme sürecindeki adam hata yapacak. bazı şeyleri deneyip batıracak. başka ihtimal yok. haliyle bu adamlar zamana, ve bizim desteğimize muhtaç olacak. yani bir başarıya ulaşılacaksa, bu bizim desteğimiz ve sabrımız olmadan mümkün olmayacak. biz gerekli desteği vermezsek, aksine ilk günden köstek olursak, adamı yerin dibine sokarsak nihayetinde kehanetimiz kaçınılmaz olarak gerçekleşecek.
bu yazıyı torrent’i desteklemek için yazmıyorum. kendisi bir isim, ve bizim isimlerden çok daha büyük sorunlarımız var. kaldı ki kendisi, iddia edildiği gibi berbat bir teknik direktör de olabilir. fakat mevcut kafa yapımızla zamanı geri döndürüp nagelsmann’ı, klopp’u henüz ünlü olmadan, büyük takımlarda çalışmadan bulup getirip takımın başına koysak, kendilerine davranışımızın farklı olacağını zannetmiyorum. biz “destek” ve “sabır” konularında müthiş zayıfız, üzerine de önyargılarımızın esiri oluyoruz. bir isim gündeme geldiği an, hiç tanımasak dahi sadece cv’sine birkaç saniye bakarak çok keskin fikirler oluşturuyoruz (birkaç gündür gündeme gelen teknik direktörlerle ilgili yazılanlar da bunun kanıtı). bu şekilde davranarak mütemadiyen kendi topuklarımıza sıkıyoruz. böyle devam edersek kehanetlerimiz tutmaya, cimbomumuz da bir ileri bir geri olduğu yerde saymaya devam edecek.
en tipik örneklerinden biri şudur: dünyanın ekonomik olarak en güçlü ülkesini düşünün. bu ülkede bir adam, bir meydanda “ey halkım! seni kandırıyorlar! bütün bankalar batacak ve paran uçup gidecek! paranı bankadan çek!” diye bağırmaya başlasın. esas itibariyle bu önermenin hiçbir temeli yok, ülkenin bankaları çok iyi durumda. ama eğer bu adam, bu yanlış fikrini yeterince insana aşılar, yeterince insanı inandırır ve bankadan paralarını çekmeye ikna ederse, oluşacak panik ortamı insanların bir çığ gibi banka kapılarına yığılıp paralarını çekmesine, ve bankacılık sisteminin iflasına sebep olacaktır. adamın (aslında saçma olan) kehaneti de böylece kendini gerçekleştirmiş olur.
konuyu ilgi alanımıza, galatasaray’a getireyim. biz zengin bir kulüp değiliz. ligimiz de çekici bir lig değil. süperstar futbolcu ve teknik direktörün, her şeyiyle “olmuş” adamın burada işi yok. buraya gelen adamlar 2. sınıf olacak, hala öğreniyor olacak (aralarından bazıları kaliteli, bazıları kof çıkacak ve biz bunu önceden bilemeyeceğiz). öğrenme sürecindeki adam hata yapacak. bazı şeyleri deneyip batıracak. başka ihtimal yok. haliyle bu adamlar zamana, ve bizim desteğimize muhtaç olacak. yani bir başarıya ulaşılacaksa, bu bizim desteğimiz ve sabrımız olmadan mümkün olmayacak. biz gerekli desteği vermezsek, aksine ilk günden köstek olursak, adamı yerin dibine sokarsak nihayetinde kehanetimiz kaçınılmaz olarak gerçekleşecek.
bu yazıyı torrent’i desteklemek için yazmıyorum. kendisi bir isim, ve bizim isimlerden çok daha büyük sorunlarımız var. kaldı ki kendisi, iddia edildiği gibi berbat bir teknik direktör de olabilir. fakat mevcut kafa yapımızla zamanı geri döndürüp nagelsmann’ı, klopp’u henüz ünlü olmadan, büyük takımlarda çalışmadan bulup getirip takımın başına koysak, kendilerine davranışımızın farklı olacağını zannetmiyorum. biz “destek” ve “sabır” konularında müthiş zayıfız, üzerine de önyargılarımızın esiri oluyoruz. bir isim gündeme geldiği an, hiç tanımasak dahi sadece cv’sine birkaç saniye bakarak çok keskin fikirler oluşturuyoruz (birkaç gündür gündeme gelen teknik direktörlerle ilgili yazılanlar da bunun kanıtı). bu şekilde davranarak mütemadiyen kendi topuklarımıza sıkıyoruz. böyle devam edersek kehanetlerimiz tutmaya, cimbomumuz da bir ileri bir geri olduğu yerde saymaya devam edecek.