85
banu yelkovan güzel yazmış.***
--- alıntı ---
bu yazı aslında iki gün önce ‘papaboupadiop.blogspot.com’ için yazıldı. ama oğlum hasta olunca, yenisini yazmaya vakit kalmadı! kadın ve futbol konusunda ironi yapmak isteseydim ancak bu kadar olurdu!
bir zamanlar, “gayler arasında ‘vücut geliştirmeci’ tadında amma çok adam var” dediğim bir fransız gay arkadaşım, “ee kızım, kadınlar kasların değerini bilmiyor. tricepsin, bicepsin hakkını veremiyor. o kasların ne zorluklarla geliştirildiğini bir türlü anlayamıyor... biz de anlayanı buluyoruz...” demişti cevaben. futbolla erkekler arasındaki kadınların anlayamayacağı türden ilişki de bu mu acaba? erkekler o canım pasların, taçların, kornerlerin, direkt ve endirekt serbest vuruşların değerini bilir, hakkını verirken; kadınlar kifayetsiz bir geri pasa, defansın arkasına derinlemesine sızdırılmış bir xavi şahaserine baktıkları aynı boş gözlerle baktıkları ya da bir doldur-boşalt sonunda uzay boşluğuna çekilmiş bir şuta, son derece organize bir atak sonunda direkten dönen topla aynı muameleyi yaptıkları için mi bu dışarıya kapalı örgütlenmenin sırrı?
derler ki kadınlar futboldan anlamaz. futboldan anlasalar ofsayttan anlamazlar. ofsayttan anlasalar... ofsayttan anlasalaaar... ne vardı ya, ofsayttan daha zor bişi var mıydı futbolda? hah! pasif ofsayttan anlamazlar... oysa erkekler her pozisyonda “ofsayt!” diye ayağa fırladıkları için, anlayıp anlamadıklarını değerlendirmek daha zordur haliyle. pozisyon ofsayt değilse bile ikna olmaz çoğu, “ofsayt değil miydi abi?” diye ısrarla üç kere sormadan oturmazlar yerlerine. hele ki akşam, onların ofsayt dediği, hakemin vermediği o pozisyon, bir de ofsayt çıkarsa kanallardan birinde (ki çıkar... ki çıkar...) post-maç, “ben demiştim” ofsayt evresi başlar. oysa kadınlar, “ben demiştim” haklarını hiçbir zaman futbol için harcamazlar. asla.
kadınların anlayamadığı bir diğer mesele, faraza 1987’de, galatasaray’ın fenerbahçe’yle oynadığı maçta 1-1 berabere kaldığını hatırlamanın neden ‘futbolu bilmek’ anlamına geldiğidir: hani galatasaray’ın golünü ilyas tüfekçi’nin, fenerbahçe’ninkini şenol çorlu’nun attığı maç? hatta erdi de yüzüne aldığı darbeyle maçı kanlar içinde bitirmişti ya? o sezon ali gültiken gol kralı olmuştu... erkekler dünyasında kesin olan bir şey vardır; ne kadar detay hatırlarsan, o kadar çok futbolu bilir kabul edilirsin: “hatta simoviç tribünlere hareket çekmişti...”, “sonraki hafta galatasaray, beşiktaş’la oynamış ve 2-2 berabere kalmıştı...”, “beşiktaş’ı da gordon milne çalıştırıyordu”. aslında ‘gerçekten’ bilenler, öyle uzun uzun cümleler de kurmazlar: “1987.. 1-1.. ilyas-şenol...” bu kadar. bitti gitti.
‘futbolun güzellikleri’
erkeklerin çoğu bunu sesli dile getirmeseler de, kadınları aslında tribünde istemezler. kimileri yeni çıkmaya başladığı kız arkadaşını, bir testten geçirirmişçesine getirir bazen tribüne. hem kız onun ‘gerçek halini’ görsün, hem o, kızın futbola karşı olan tavrını. bir taşla iki kuş. ama öyle uzun süredir evli olup da karı-koca maça giden de pek görülmemiştir yani. iki sevgili bir koltukta yürümez.
dün, tribünde kadın görmek, uzaylı görmek gibiydi. bugün, kameralar ‘futbolun güzellikleri’ diye tribündeki kadınları gösteriyor. ‘futbolun güzellikleri’ göreceli bir kavram, yönetmenden yönetmene değişiyor; kimi ‘futbolun’ esmer güzelliklerini seviyor, kimi sarışın olanları... adına neden ‘futbolun’ diyorlar, işte orası halen esrarını koruyor.
‘futbolun güzellikleri’ arasında kendi halinde maça gelip döneni de var, küfrederken kameralara yakalananı da... onlar henüz bu işin kendini kabul ettirmek için ‘erkekleşmeye’ çalışma evresinde... ama bir küfret, iki deplasmana git, hadi abartıp üç kavgaya da karış... kendi tribününün zeyna’sı bile olsan, bil ki karşı tribündeki adam için hâlâ ‘futbolun güzelliği’ olarak kalacaksın. ve ne yaparsan yap, stadın tuvaletinde tuvalet kağıdı bulamayacaksın.
--- alıntı ---
--- alıntı ---
bu yazı aslında iki gün önce ‘papaboupadiop.blogspot.com’ için yazıldı. ama oğlum hasta olunca, yenisini yazmaya vakit kalmadı! kadın ve futbol konusunda ironi yapmak isteseydim ancak bu kadar olurdu!
bir zamanlar, “gayler arasında ‘vücut geliştirmeci’ tadında amma çok adam var” dediğim bir fransız gay arkadaşım, “ee kızım, kadınlar kasların değerini bilmiyor. tricepsin, bicepsin hakkını veremiyor. o kasların ne zorluklarla geliştirildiğini bir türlü anlayamıyor... biz de anlayanı buluyoruz...” demişti cevaben. futbolla erkekler arasındaki kadınların anlayamayacağı türden ilişki de bu mu acaba? erkekler o canım pasların, taçların, kornerlerin, direkt ve endirekt serbest vuruşların değerini bilir, hakkını verirken; kadınlar kifayetsiz bir geri pasa, defansın arkasına derinlemesine sızdırılmış bir xavi şahaserine baktıkları aynı boş gözlerle baktıkları ya da bir doldur-boşalt sonunda uzay boşluğuna çekilmiş bir şuta, son derece organize bir atak sonunda direkten dönen topla aynı muameleyi yaptıkları için mi bu dışarıya kapalı örgütlenmenin sırrı?
derler ki kadınlar futboldan anlamaz. futboldan anlasalar ofsayttan anlamazlar. ofsayttan anlasalar... ofsayttan anlasalaaar... ne vardı ya, ofsayttan daha zor bişi var mıydı futbolda? hah! pasif ofsayttan anlamazlar... oysa erkekler her pozisyonda “ofsayt!” diye ayağa fırladıkları için, anlayıp anlamadıklarını değerlendirmek daha zordur haliyle. pozisyon ofsayt değilse bile ikna olmaz çoğu, “ofsayt değil miydi abi?” diye ısrarla üç kere sormadan oturmazlar yerlerine. hele ki akşam, onların ofsayt dediği, hakemin vermediği o pozisyon, bir de ofsayt çıkarsa kanallardan birinde (ki çıkar... ki çıkar...) post-maç, “ben demiştim” ofsayt evresi başlar. oysa kadınlar, “ben demiştim” haklarını hiçbir zaman futbol için harcamazlar. asla.
kadınların anlayamadığı bir diğer mesele, faraza 1987’de, galatasaray’ın fenerbahçe’yle oynadığı maçta 1-1 berabere kaldığını hatırlamanın neden ‘futbolu bilmek’ anlamına geldiğidir: hani galatasaray’ın golünü ilyas tüfekçi’nin, fenerbahçe’ninkini şenol çorlu’nun attığı maç? hatta erdi de yüzüne aldığı darbeyle maçı kanlar içinde bitirmişti ya? o sezon ali gültiken gol kralı olmuştu... erkekler dünyasında kesin olan bir şey vardır; ne kadar detay hatırlarsan, o kadar çok futbolu bilir kabul edilirsin: “hatta simoviç tribünlere hareket çekmişti...”, “sonraki hafta galatasaray, beşiktaş’la oynamış ve 2-2 berabere kalmıştı...”, “beşiktaş’ı da gordon milne çalıştırıyordu”. aslında ‘gerçekten’ bilenler, öyle uzun uzun cümleler de kurmazlar: “1987.. 1-1.. ilyas-şenol...” bu kadar. bitti gitti.
‘futbolun güzellikleri’
erkeklerin çoğu bunu sesli dile getirmeseler de, kadınları aslında tribünde istemezler. kimileri yeni çıkmaya başladığı kız arkadaşını, bir testten geçirirmişçesine getirir bazen tribüne. hem kız onun ‘gerçek halini’ görsün, hem o, kızın futbola karşı olan tavrını. bir taşla iki kuş. ama öyle uzun süredir evli olup da karı-koca maça giden de pek görülmemiştir yani. iki sevgili bir koltukta yürümez.
dün, tribünde kadın görmek, uzaylı görmek gibiydi. bugün, kameralar ‘futbolun güzellikleri’ diye tribündeki kadınları gösteriyor. ‘futbolun güzellikleri’ göreceli bir kavram, yönetmenden yönetmene değişiyor; kimi ‘futbolun’ esmer güzelliklerini seviyor, kimi sarışın olanları... adına neden ‘futbolun’ diyorlar, işte orası halen esrarını koruyor.
‘futbolun güzellikleri’ arasında kendi halinde maça gelip döneni de var, küfrederken kameralara yakalananı da... onlar henüz bu işin kendini kabul ettirmek için ‘erkekleşmeye’ çalışma evresinde... ama bir küfret, iki deplasmana git, hadi abartıp üç kavgaya da karış... kendi tribününün zeyna’sı bile olsan, bil ki karşı tribündeki adam için hâlâ ‘futbolun güzelliği’ olarak kalacaksın. ve ne yaparsan yap, stadın tuvaletinde tuvalet kağıdı bulamayacaksın.
--- alıntı ---