1311
suat başar çağlan ın gazeteduvar daki yazısından alıntıdır.
--- alıntı ---
süper lig’de 2021-22 sezonu alışkın olmadığımız birçok motifle ilerliyor. trabzonspor rahat bir şampiyonluğa doğru gidiyor; üç büyükler birbirlerine bu ligde ne yaptıklarını soruyor; anadolu’da yeni teknik direktör kuşağı sahnede; ekonomik kriz ortamında yeni naklen yayın ihalesi yaklaşıyor. ligin müesses nizamında değişim kokusu var. yaşananlar pandeminin ve ekonomik krizin getirdiği istisnai bir anomali mi, yoksa türk futbolunda devir değiştirecek bir “yeni normal” mi geliyor?
değişmeyen tek şey üç büyükler midir?
türk futbolunun krizi yeni değil. sadece bu kadar görünür olması için üç büyüklerin hep beraber çökmesi gerekiyordu. pandemi, ekonomik buhran gibi dış etkenlerin yanı sıra mevcut düzendeki kadim çözümsüzlük, beceriksizlik, eylemsizlik, liyakat eksikliği sonucu bugüne ulaşıldı.
âdettendir, trenin nasıl gittiğini görmek için evvela lokomotife bakılır. türk futbolunun lokomotifi olan “istanbul büyükleri”, dokuz ay önce ligin zirvesinde (bjk: 84, gs: 84, fb: 82) birlikte ama yalnızken bugün aynı zirveyi uzaktan seyrediyor. lig tarihinde ilk kez 24 hafta sonunda üçü de ilk beşin dışında. kırk yıl sonra ilk kez üçü de aynı sezon ortasında hoca değiştirdi. şu anda üçü de kendi yıktıkları sezonun enkazından işe yarar bir şey – belki bir iki genç oyuncu, mümkünse geçerli bir oyun planı – bulmaya çalışıyor. üçünün taraftarı için de lig anlamını kaybetmiş durumda.
son şampiyon beşiktaş’ta sergen yalçın gönülsüz başladığı sezonu şampiyonlar ligi hezimeti üzerine yarım bırakınca yönetim geçici olarak önder karaveli’yi başa getirdi. karaveli yapıcı ve arifane tavrıyla bir anda gönüllere girince, kulüp idaresi tesadüfe dayanan bu atamayı bilinçli bir stratejinin parçasıymış gibi sunmaya çalıştı. ama skorlar bozulur bozulmaz sular dalgalandı. eski-yeni hocalarla görüşüldüğü yönünde haberler var. beşiktaş’ın dramı ortadan bir dram yokken, şampiyon kadroyla saçma bir mutsuzluğa batmak ve istikrar şansını kaçırıp gereksiz huzursuzluğa dalmak oldu. gelecek belirsiz.
galatasaray ise bir ay öncesinde kadar tam ters istikametteydi. burak elmas’ın kendisini başkan yaptıran terim’e “ihanet” etmemek için gösterdiği sabır veya mecburiyet, takımı tamiri zor bir duruma (ligde 11. sıra, bir türlü gelişmeyen oyun, sürekli kavgayı besleyen zihniyet) getirmişti. nihayet teşhis konup harekete geçildi, ama teoride doğru görünen hamle pratikte bocalıyor: torrent’in vaatkâr ama nazlı sistemine kavuşmak için gereken sabır ortamını sağlamak çok dikkatli ve titiz bir idare gerektirirken, elmas yönetimi gaflarla, potlarla, hatalarla boyuna aksıyor. neticede şubat ortasında takım 13. sırada ve küme düşme ihtimali var. işler muhtemelen iyiye gidecek, ama elmas ve torrent o günleri görecek mi belli değil.
elmas’ın bundan daha kötü bir duruma düşemeyeceğini sanıyorsanız vapura atlayıp kadıköy’e bir uğrayın derim. başkanlık koltuğunda geçirdiği üç buçuk yılın ardından, ali koç’un fenerbahçe’yi yönetmeye mahir olduğunu düşünenlerin sayısı, sarı-lacivertlilerin bu süreçte kazandığı derbi sayısından fazla değil. üstelik kronik kararsızlık (cocu, koeman, yanal, bulut, belözoğlu, pereira, kartal), hayali dış mihraklara kafayı takmak (norveç menşeli troller), hakem yaygarası (fb tv’de trabzonspor maçı yayınının 23. dakikadan itibaren “oyunun hakem tarafından katli” gerekçesiyle ekranın karartılması) gibi icraatlarıyla, ali koç “ben bu kulübü yönetemiyorum” diye – megafonla – bağırıyor. gelecek ile geçmiş, teori ile pratik, her şey birbirine karışmış durumda. çözüm arayan var mı, yani arayış hangi ölçütlere dayanıyor, bilen yok.
yeni hocalar çağı
istanbul’un büyüklerinin aramadığını anadolu kulüpleri bulmuş görünüyor. anadolu’da teknik direktör kadroları neredeyse baştan aşağı yenilendi. yılmaz vural, giray bulak, güvenç kurtar, mesut bakkal, fuat çapa, aykut kocaman, ersun yanal gibi demirbaş hocalar boşta. bu isimlere mustafa denizli, fatih terim ve şenol güneş’i de ekleyebilirsiniz.
yerlerinde ise ilhan palut, hakan keleş, ömer erdoğan, erol bulut, emre belözoğlu, volkan demirel, nuri şahin gibi yerlilerin yanı sıra, vincenzo montella, francesco farioli ve nestor el maestro gibi yine yeni yabancılar var. eskilerden geriye sadece hikmet karaman, rıza çalımbay ve abdullah avcı kalmış durumda. üçü de gayet başarılı gidiyor.
teknik direktör jenerasyonundaki dönüşüm ve bu iradenin anadolu’dan doğması özellikle önemli. türk futbolunda gerçekten “yeni normalin” eşiğindeysek veya gerçek bir “organik ilerleme” yaşanacaksa, bunu sağlayan şey üç büyüklerin kötü durumu değil, anadolu kulüplerinin ve yeni hocaların sağladığı “büyü bozumu” olacak. yani “bizi şampiyon yapmazlar” söyleminin, başarı anahtarının sadece birkaç hoca ve takımın elinde olduğu mitinin sona ermesi gerekiyor. futbolda, özellikle de türkiye gibi ara düzey ülkelerde en somut etki yaratabilecek kesimin teknik direktörler olduğunu düşünüyorum. elbette bir hocanın genç olması illa yenilikçi, yetkin, gelişmiş olduğu anlamına gelmiyor; ama gençlerin değişime yaşlılardan daha yakın olduğunu sezmek zor değil. üstelik havuz medyasından harvard diplomasına “sallayan” zihniyet de artık kimseye hitap etmiyor.
sahadaki somut gerçekler de değişimi doğruluyor. süper lig’de “ne oynadığı belli” takım sayısında ciddi artış söz konusu. geçmişin hamasi, taktik olmayan taktiklerinin yerini giderek daha karakterli oyunlar alıyor. görüldüğü gibi ortada büyük sırlar falan yok; çalışınca, dünyayı takip edince, işine bakınca oluyor. birçok ekip kadrosunun üzerinde skorlar alıyor. üç büyüklerin durumu buradan da okunabilir: beşiktaş’ın hâlâ şenol güneş’in peşinde olduğu söyleniyor; galatasaray fatih terim’i kaybettiğine hayıflanmaktan felç olmuş durumda; fenerbahçe ise ismail kartal’a döndü ve olursa löw’ü yakalama derdinde. üç büyükler geçmişle bir türlü vedalaşamıyor.
yayıncı da mağlup
yeni fotoğrafa poz verenler böyle; arka fonda ise para var. ekonomik kriz ve liranın çöküşü bir yana, süper lig’in fahiş bedelli naklen yayın ihalesinin müddeti sezon sonunda doluyor. yeni anlaşmada rakamların birkaç kat küçüleceği kesin. şimdiye kadar yedikleri üzümün hangi bağdan – “dost ve kardeş emirlik” katar – gelmiş olabileceğini düşünmeyip, hak ettiğinin çok üzerinde paralar alan kulüpler – anadolu da dâhil – kaygılı. bütçeler büzüşecek. buna avrupa’daki başarısızlık ve şampiyonlar ligi’ne direkt katılım hakkının yitirilmesi de eklenince, oyuncu ve seyirci çekmenin zorlaşacağı açık. kaliteli rekabet için daha çok paradan evvel daha sağlam zihinlere ihtiyaç var.
yayın ihalesinin “yeni normal” açısından paradan daha mühim etkileri de olabilir. ihaleyi kim kazanırsa kazansın, futbolseverlerdeki bıkkınlığı ve kızgınlığı göz önüne almak zorunda. tribünden yönetimlere gelen istifa çağrılarını sansürleyen, tartışmalı pozisyon – yani her faul, penaltı, taç, korner – tekrarından başka bir şey göstermeyen, protokol referansı bol yayınlar, en az elindeki ligi bu anlayışa pazarlayan federasyon yönetimleri ve kulüp başkanları kadar sıkıcı. abone bulmakta zorlanan yayıncılar bakış açısını değiştirmek, makul fiyatlı yeni paket seçenekleri sunmak ve ligi yeniden parlatmak durumunda. yoksa onlar da youtube’un ve korsan internet yayınlarının altında ezilip gidecek.
vagonu durduran lokomotif
değişim kıpırtılarının nereye varacağı henüz belli değil. ihtimaller muhtelif. bir: üç büyükler yaşananlardan ders alıp harekete geçerek, taraftarın ve maddi imkânın sağladığı güçle, hatta yayıncıyı da yanına alarak yeni döneme öncülük edecek. yaşadığımız sezon puan tablosu açısından istisna olarak kalacak, ama bir nevi milada dönüşecek. iki: hızlı değişim çağında eski takıntılarını aşamayıp yerinde sayacaklar; trabzonspor önderliğinde anadolu hakimiyeti başlayıp, istanbullular sıradanlaşacak. üç: üç büyükler akıllanmayacak, ama diğerlerinin de bocalayıp yolunu şaşırması sonucu eski yöntemlerle yola devam edecekler.
türkiye’de son yirmi yılın hikayesi, seviyeyi düşürüp “aşağıda buluşmak” üzerine kurulu. kulüpler de bugüne kadar yeni yerlere uğramamak, eldeki iktidarı ve ilişki ağlarını kaybetmemek uğruna birlikte çökmeyi yeğledi. ama deniz bitiyor. anadolu genellikle değişme becerisiyle değil, aynı kalmasıyla övünür. bu yüzden nadiren harekete geçtiği anlara dikkat etmek gerekir. hemen dev sonuçlar beklemek abartılı olabilir; yine de üç büyüklerin yerinde olsam, değişim trenini kaçırmazdım. çünkü türk futbolunun hayatta kalmak için aklıselime yönelmekten başka çaresi yok. üç büyükler, lokomotif statülerine fazla güveniyor gibi görünüyor. ama mecburi istikamete doğru bu yolculukta, lokomotif frene basmakta inat ederse kendi vagonları tarafından haşat edilebilir…
--- alıntı ---
--- alıntı ---
süper lig’de 2021-22 sezonu alışkın olmadığımız birçok motifle ilerliyor. trabzonspor rahat bir şampiyonluğa doğru gidiyor; üç büyükler birbirlerine bu ligde ne yaptıklarını soruyor; anadolu’da yeni teknik direktör kuşağı sahnede; ekonomik kriz ortamında yeni naklen yayın ihalesi yaklaşıyor. ligin müesses nizamında değişim kokusu var. yaşananlar pandeminin ve ekonomik krizin getirdiği istisnai bir anomali mi, yoksa türk futbolunda devir değiştirecek bir “yeni normal” mi geliyor?
değişmeyen tek şey üç büyükler midir?
türk futbolunun krizi yeni değil. sadece bu kadar görünür olması için üç büyüklerin hep beraber çökmesi gerekiyordu. pandemi, ekonomik buhran gibi dış etkenlerin yanı sıra mevcut düzendeki kadim çözümsüzlük, beceriksizlik, eylemsizlik, liyakat eksikliği sonucu bugüne ulaşıldı.
âdettendir, trenin nasıl gittiğini görmek için evvela lokomotife bakılır. türk futbolunun lokomotifi olan “istanbul büyükleri”, dokuz ay önce ligin zirvesinde (bjk: 84, gs: 84, fb: 82) birlikte ama yalnızken bugün aynı zirveyi uzaktan seyrediyor. lig tarihinde ilk kez 24 hafta sonunda üçü de ilk beşin dışında. kırk yıl sonra ilk kez üçü de aynı sezon ortasında hoca değiştirdi. şu anda üçü de kendi yıktıkları sezonun enkazından işe yarar bir şey – belki bir iki genç oyuncu, mümkünse geçerli bir oyun planı – bulmaya çalışıyor. üçünün taraftarı için de lig anlamını kaybetmiş durumda.
son şampiyon beşiktaş’ta sergen yalçın gönülsüz başladığı sezonu şampiyonlar ligi hezimeti üzerine yarım bırakınca yönetim geçici olarak önder karaveli’yi başa getirdi. karaveli yapıcı ve arifane tavrıyla bir anda gönüllere girince, kulüp idaresi tesadüfe dayanan bu atamayı bilinçli bir stratejinin parçasıymış gibi sunmaya çalıştı. ama skorlar bozulur bozulmaz sular dalgalandı. eski-yeni hocalarla görüşüldüğü yönünde haberler var. beşiktaş’ın dramı ortadan bir dram yokken, şampiyon kadroyla saçma bir mutsuzluğa batmak ve istikrar şansını kaçırıp gereksiz huzursuzluğa dalmak oldu. gelecek belirsiz.
galatasaray ise bir ay öncesinde kadar tam ters istikametteydi. burak elmas’ın kendisini başkan yaptıran terim’e “ihanet” etmemek için gösterdiği sabır veya mecburiyet, takımı tamiri zor bir duruma (ligde 11. sıra, bir türlü gelişmeyen oyun, sürekli kavgayı besleyen zihniyet) getirmişti. nihayet teşhis konup harekete geçildi, ama teoride doğru görünen hamle pratikte bocalıyor: torrent’in vaatkâr ama nazlı sistemine kavuşmak için gereken sabır ortamını sağlamak çok dikkatli ve titiz bir idare gerektirirken, elmas yönetimi gaflarla, potlarla, hatalarla boyuna aksıyor. neticede şubat ortasında takım 13. sırada ve küme düşme ihtimali var. işler muhtemelen iyiye gidecek, ama elmas ve torrent o günleri görecek mi belli değil.
elmas’ın bundan daha kötü bir duruma düşemeyeceğini sanıyorsanız vapura atlayıp kadıköy’e bir uğrayın derim. başkanlık koltuğunda geçirdiği üç buçuk yılın ardından, ali koç’un fenerbahçe’yi yönetmeye mahir olduğunu düşünenlerin sayısı, sarı-lacivertlilerin bu süreçte kazandığı derbi sayısından fazla değil. üstelik kronik kararsızlık (cocu, koeman, yanal, bulut, belözoğlu, pereira, kartal), hayali dış mihraklara kafayı takmak (norveç menşeli troller), hakem yaygarası (fb tv’de trabzonspor maçı yayınının 23. dakikadan itibaren “oyunun hakem tarafından katli” gerekçesiyle ekranın karartılması) gibi icraatlarıyla, ali koç “ben bu kulübü yönetemiyorum” diye – megafonla – bağırıyor. gelecek ile geçmiş, teori ile pratik, her şey birbirine karışmış durumda. çözüm arayan var mı, yani arayış hangi ölçütlere dayanıyor, bilen yok.
yeni hocalar çağı
istanbul’un büyüklerinin aramadığını anadolu kulüpleri bulmuş görünüyor. anadolu’da teknik direktör kadroları neredeyse baştan aşağı yenilendi. yılmaz vural, giray bulak, güvenç kurtar, mesut bakkal, fuat çapa, aykut kocaman, ersun yanal gibi demirbaş hocalar boşta. bu isimlere mustafa denizli, fatih terim ve şenol güneş’i de ekleyebilirsiniz.
yerlerinde ise ilhan palut, hakan keleş, ömer erdoğan, erol bulut, emre belözoğlu, volkan demirel, nuri şahin gibi yerlilerin yanı sıra, vincenzo montella, francesco farioli ve nestor el maestro gibi yine yeni yabancılar var. eskilerden geriye sadece hikmet karaman, rıza çalımbay ve abdullah avcı kalmış durumda. üçü de gayet başarılı gidiyor.
teknik direktör jenerasyonundaki dönüşüm ve bu iradenin anadolu’dan doğması özellikle önemli. türk futbolunda gerçekten “yeni normalin” eşiğindeysek veya gerçek bir “organik ilerleme” yaşanacaksa, bunu sağlayan şey üç büyüklerin kötü durumu değil, anadolu kulüplerinin ve yeni hocaların sağladığı “büyü bozumu” olacak. yani “bizi şampiyon yapmazlar” söyleminin, başarı anahtarının sadece birkaç hoca ve takımın elinde olduğu mitinin sona ermesi gerekiyor. futbolda, özellikle de türkiye gibi ara düzey ülkelerde en somut etki yaratabilecek kesimin teknik direktörler olduğunu düşünüyorum. elbette bir hocanın genç olması illa yenilikçi, yetkin, gelişmiş olduğu anlamına gelmiyor; ama gençlerin değişime yaşlılardan daha yakın olduğunu sezmek zor değil. üstelik havuz medyasından harvard diplomasına “sallayan” zihniyet de artık kimseye hitap etmiyor.
sahadaki somut gerçekler de değişimi doğruluyor. süper lig’de “ne oynadığı belli” takım sayısında ciddi artış söz konusu. geçmişin hamasi, taktik olmayan taktiklerinin yerini giderek daha karakterli oyunlar alıyor. görüldüğü gibi ortada büyük sırlar falan yok; çalışınca, dünyayı takip edince, işine bakınca oluyor. birçok ekip kadrosunun üzerinde skorlar alıyor. üç büyüklerin durumu buradan da okunabilir: beşiktaş’ın hâlâ şenol güneş’in peşinde olduğu söyleniyor; galatasaray fatih terim’i kaybettiğine hayıflanmaktan felç olmuş durumda; fenerbahçe ise ismail kartal’a döndü ve olursa löw’ü yakalama derdinde. üç büyükler geçmişle bir türlü vedalaşamıyor.
yayıncı da mağlup
yeni fotoğrafa poz verenler böyle; arka fonda ise para var. ekonomik kriz ve liranın çöküşü bir yana, süper lig’in fahiş bedelli naklen yayın ihalesinin müddeti sezon sonunda doluyor. yeni anlaşmada rakamların birkaç kat küçüleceği kesin. şimdiye kadar yedikleri üzümün hangi bağdan – “dost ve kardeş emirlik” katar – gelmiş olabileceğini düşünmeyip, hak ettiğinin çok üzerinde paralar alan kulüpler – anadolu da dâhil – kaygılı. bütçeler büzüşecek. buna avrupa’daki başarısızlık ve şampiyonlar ligi’ne direkt katılım hakkının yitirilmesi de eklenince, oyuncu ve seyirci çekmenin zorlaşacağı açık. kaliteli rekabet için daha çok paradan evvel daha sağlam zihinlere ihtiyaç var.
yayın ihalesinin “yeni normal” açısından paradan daha mühim etkileri de olabilir. ihaleyi kim kazanırsa kazansın, futbolseverlerdeki bıkkınlığı ve kızgınlığı göz önüne almak zorunda. tribünden yönetimlere gelen istifa çağrılarını sansürleyen, tartışmalı pozisyon – yani her faul, penaltı, taç, korner – tekrarından başka bir şey göstermeyen, protokol referansı bol yayınlar, en az elindeki ligi bu anlayışa pazarlayan federasyon yönetimleri ve kulüp başkanları kadar sıkıcı. abone bulmakta zorlanan yayıncılar bakış açısını değiştirmek, makul fiyatlı yeni paket seçenekleri sunmak ve ligi yeniden parlatmak durumunda. yoksa onlar da youtube’un ve korsan internet yayınlarının altında ezilip gidecek.
vagonu durduran lokomotif
değişim kıpırtılarının nereye varacağı henüz belli değil. ihtimaller muhtelif. bir: üç büyükler yaşananlardan ders alıp harekete geçerek, taraftarın ve maddi imkânın sağladığı güçle, hatta yayıncıyı da yanına alarak yeni döneme öncülük edecek. yaşadığımız sezon puan tablosu açısından istisna olarak kalacak, ama bir nevi milada dönüşecek. iki: hızlı değişim çağında eski takıntılarını aşamayıp yerinde sayacaklar; trabzonspor önderliğinde anadolu hakimiyeti başlayıp, istanbullular sıradanlaşacak. üç: üç büyükler akıllanmayacak, ama diğerlerinin de bocalayıp yolunu şaşırması sonucu eski yöntemlerle yola devam edecekler.
türkiye’de son yirmi yılın hikayesi, seviyeyi düşürüp “aşağıda buluşmak” üzerine kurulu. kulüpler de bugüne kadar yeni yerlere uğramamak, eldeki iktidarı ve ilişki ağlarını kaybetmemek uğruna birlikte çökmeyi yeğledi. ama deniz bitiyor. anadolu genellikle değişme becerisiyle değil, aynı kalmasıyla övünür. bu yüzden nadiren harekete geçtiği anlara dikkat etmek gerekir. hemen dev sonuçlar beklemek abartılı olabilir; yine de üç büyüklerin yerinde olsam, değişim trenini kaçırmazdım. çünkü türk futbolunun hayatta kalmak için aklıselime yönelmekten başka çaresi yok. üç büyükler, lokomotif statülerine fazla güveniyor gibi görünüyor. ama mecburi istikamete doğru bu yolculukta, lokomotif frene basmakta inat ederse kendi vagonları tarafından haşat edilebilir…
--- alıntı ---