2083
2000-2002 yılları arasında galatasaray'da görev yapmış teknik direktör.
lucescu'nun galatasaray'la öyküsü bence biraz acıklı.
galatasaray'ın fatih terim'le fırtına gibi estiği ilk döneminden sonra geldi kulübe ve aldığı kadroyu kontrollü bir futbolla şampiyonlar ligi yarı finalinin kapısına kadar getirdi. deplasman golü kuralı nedeniyle dünyanın o günlerdeki en iyi takımı real madrid'e elendi. ama türk futbol tarihinin en kirli sezonunda* lig şampiyonluğu çalındı. ertesi sene iflas etmiş bir kulübün futbol takımını toplama adamlarla bu kez şampiyonlar liginde çeyrek finalin kapısına kadar getirdi. bu kez de barcelona'ya ofsayt bir golle teslim olmak zorunda kaldı. ama bu kez takımı şampiyon yapmayı bildi. tam galatasaray'ı bir iki ucuz transferle iyice avrupa'da başarısını kemikleştiririm diye düşünürken başkandan terim'i getirmek için kovulduğunu öğrendi. yine de giderken "terim bu takımı bozmasa iyi olur. bir iki transferle avrupa'da çok iyi şeyler başarabilir" demişti ama terim burada belli ki lucescu'nun mirasından faydalanmak yerine kendi yaratıcılığı ile başarılı olmak istedi. sonra da zaten terim ve galatasaray birlikteliği başarısız oldu ve terim gönderildi. oradan hagi'lere, gerets'lere, felkdkamp'lara uzanan bir öykü...
yani lucescu'nun galatasaray'daki meselesi alegorik olarak şu;
genç bir adamla bir kadın birbirlerini çok severek evleniyorlar. 4 sene boyunca tüm hayallerini gerçekleştiriyorlar, zenginlikse zenginlik, kariyerse kariyer, sosyalleşme ise sosyalleşme. etraflarındaki tüm çiftler, dostları falan herkes onları kıskançlıkla izliyor, seyrediyor.
sonra günün birinde kadın adama ben boşanmak ve italya'ya gitmek istiyorum diyor ama belki de gitmeye o kadar cesaret edemiyor, eşinden hayır gitme kal lafını duysa gitmeyecek. adam kadının bu düşüncesine feci köpürüyor, nasılsa gidemez, kendi egosunu okşamak için kal dememi istiyor diye düşünüp kadına gidersen git diyor. bunu kendine yediremeyen kadın, italyan sevgilisi ile ülkeyi terk ediyor.
terkedilmiş ve kurduğu zengin hayatta yalnız kalmış adam yalnızlık allaha mahsustur diyerek dostlarının da tavsiyesiyle yeni bir evlilik yapıyor. yeni eşi bu evlilik boyunca hep eski eşiyle kıyaslanıyor, işte o şöyle güzeldi, bu ne çirkin, bu çok sıkıcı o çok eğlenceliydi gibi kocasının akrabaları tarafından acımasızca eleştiriliyor. ama kadın yılmıyor. derken kocası iflas ediyor. her şeye haciz falan geliyor. adam perişan. ama kadın çalışıp kocasına destek oluyor, kıt kanaat geçinip durumu biraz olsun toparlıyorlar. tam kadın işleri biraz daha toparlamak için adımlar atacakken adam ben boşanmak istiyorum, eski eşimi unutamadım ona döneceğim diyor. kadının dünyası başına yıkılıyor tabi.
bu arada eski eş birlikte italya'ya gittiği sevgilisinden kavga edip ayrılmış. ondan ayrılınca daha zengin bir italyan'la görüşse de o adam da onu terk etmiş. durum böyle olunca kadın çaresiz şekilde türkiye'ye dönmüş. dönünce ve eski eşiyle karşılaşınca eski aşk kabarmış.
netice de adam ikinci eşine yol verip eski eşiyle tekrar evlenmiş. geri dönen ilk eş adamın durumunun bozuk olmasına kulaklarını tıkamış. ben o kadının eşyalarını kullanmam diyerek ne var ne yoksa değiştirmiş evde. taksit üstüne taksit, borç üstüne borç birikmiş. kadın durmadan içine sinmedikçe değişiklik yapar olmuş. en sonunda adam tekrar iflas bayrağını açınca boşanmışlar.
umduğunu bulamayan adam eski günlerinden uzak şekilde yaşamaya başlamış. eski günlerini özleye özleye, ağlaya ağlaya geçiyormuş günleri. o arada eski eşi uğruna boşadığı diğer eşi başlarda adamdan intikam almak istercesine adamın en yakın arkadaşıyla sevgili olmuş. başlarda mutlu gibi görünseler de bir süre sonra kavga edip ayrılmışlar, kadın da ukrayna'ya gidip orada evlenip mutlu bir yuva kurmuş. şimdiler de ukrayna'da yaşamaya ve adından söz ettirmeye devam ediyormuş.
bizim adam da ilk eşiyle bir ayrı bir birlikte, bir dargın bir barışık yaşayıp gidiyormuş. zaman zaman barışıyorlarmış. sonra kavga edip ayrılıyorlarmış. iş kısır döngüye girmiş anlayacağınız.
ne hikaye yazdım ama kabul edin sürece cuk oturdu*
evet aslında lucescu shakhtar'da yapacağı her şeyi galatasaray'da yapmaya hazırlanırken fatih terim uğruna kovuldu. o dönem için belki de büyük bir hataydı bu. terim bile "lucescu ile iyi gidiyorsunuz aslında" demişti kendisiyle anlaşmak için gelen yöneticilere.
lucescu bugün bunamış falan diye eleştiriliyor. belki öyledir. ama 2002'de lucescu kalmaya devam etseydi ne olurdu diye soran herkes lucescu shakhtar'da 12 yıl boyunca neler başarmış onlara bir göz atsın. işte shakhtar'ın o başarıları, lucescu'yu gönderip terim'i getiren galatasaray'ın kaybettiği başarılardır.
belki lucescu aklına galatasaray geldikçe shakhtar günlerine atıf yaparak "beni o gün kovarak neler kaybettiğine dön de bir bak istedim" falan diyordur kendi kendine. kim bilir...
lucescu'nun galatasaray'la öyküsü bence biraz acıklı.
galatasaray'ın fatih terim'le fırtına gibi estiği ilk döneminden sonra geldi kulübe ve aldığı kadroyu kontrollü bir futbolla şampiyonlar ligi yarı finalinin kapısına kadar getirdi. deplasman golü kuralı nedeniyle dünyanın o günlerdeki en iyi takımı real madrid'e elendi. ama türk futbol tarihinin en kirli sezonunda* lig şampiyonluğu çalındı. ertesi sene iflas etmiş bir kulübün futbol takımını toplama adamlarla bu kez şampiyonlar liginde çeyrek finalin kapısına kadar getirdi. bu kez de barcelona'ya ofsayt bir golle teslim olmak zorunda kaldı. ama bu kez takımı şampiyon yapmayı bildi. tam galatasaray'ı bir iki ucuz transferle iyice avrupa'da başarısını kemikleştiririm diye düşünürken başkandan terim'i getirmek için kovulduğunu öğrendi. yine de giderken "terim bu takımı bozmasa iyi olur. bir iki transferle avrupa'da çok iyi şeyler başarabilir" demişti ama terim burada belli ki lucescu'nun mirasından faydalanmak yerine kendi yaratıcılığı ile başarılı olmak istedi. sonra da zaten terim ve galatasaray birlikteliği başarısız oldu ve terim gönderildi. oradan hagi'lere, gerets'lere, felkdkamp'lara uzanan bir öykü...
yani lucescu'nun galatasaray'daki meselesi alegorik olarak şu;
genç bir adamla bir kadın birbirlerini çok severek evleniyorlar. 4 sene boyunca tüm hayallerini gerçekleştiriyorlar, zenginlikse zenginlik, kariyerse kariyer, sosyalleşme ise sosyalleşme. etraflarındaki tüm çiftler, dostları falan herkes onları kıskançlıkla izliyor, seyrediyor.
sonra günün birinde kadın adama ben boşanmak ve italya'ya gitmek istiyorum diyor ama belki de gitmeye o kadar cesaret edemiyor, eşinden hayır gitme kal lafını duysa gitmeyecek. adam kadının bu düşüncesine feci köpürüyor, nasılsa gidemez, kendi egosunu okşamak için kal dememi istiyor diye düşünüp kadına gidersen git diyor. bunu kendine yediremeyen kadın, italyan sevgilisi ile ülkeyi terk ediyor.
terkedilmiş ve kurduğu zengin hayatta yalnız kalmış adam yalnızlık allaha mahsustur diyerek dostlarının da tavsiyesiyle yeni bir evlilik yapıyor. yeni eşi bu evlilik boyunca hep eski eşiyle kıyaslanıyor, işte o şöyle güzeldi, bu ne çirkin, bu çok sıkıcı o çok eğlenceliydi gibi kocasının akrabaları tarafından acımasızca eleştiriliyor. ama kadın yılmıyor. derken kocası iflas ediyor. her şeye haciz falan geliyor. adam perişan. ama kadın çalışıp kocasına destek oluyor, kıt kanaat geçinip durumu biraz olsun toparlıyorlar. tam kadın işleri biraz daha toparlamak için adımlar atacakken adam ben boşanmak istiyorum, eski eşimi unutamadım ona döneceğim diyor. kadının dünyası başına yıkılıyor tabi.
bu arada eski eş birlikte italya'ya gittiği sevgilisinden kavga edip ayrılmış. ondan ayrılınca daha zengin bir italyan'la görüşse de o adam da onu terk etmiş. durum böyle olunca kadın çaresiz şekilde türkiye'ye dönmüş. dönünce ve eski eşiyle karşılaşınca eski aşk kabarmış.
netice de adam ikinci eşine yol verip eski eşiyle tekrar evlenmiş. geri dönen ilk eş adamın durumunun bozuk olmasına kulaklarını tıkamış. ben o kadının eşyalarını kullanmam diyerek ne var ne yoksa değiştirmiş evde. taksit üstüne taksit, borç üstüne borç birikmiş. kadın durmadan içine sinmedikçe değişiklik yapar olmuş. en sonunda adam tekrar iflas bayrağını açınca boşanmışlar.
umduğunu bulamayan adam eski günlerinden uzak şekilde yaşamaya başlamış. eski günlerini özleye özleye, ağlaya ağlaya geçiyormuş günleri. o arada eski eşi uğruna boşadığı diğer eşi başlarda adamdan intikam almak istercesine adamın en yakın arkadaşıyla sevgili olmuş. başlarda mutlu gibi görünseler de bir süre sonra kavga edip ayrılmışlar, kadın da ukrayna'ya gidip orada evlenip mutlu bir yuva kurmuş. şimdiler de ukrayna'da yaşamaya ve adından söz ettirmeye devam ediyormuş.
bizim adam da ilk eşiyle bir ayrı bir birlikte, bir dargın bir barışık yaşayıp gidiyormuş. zaman zaman barışıyorlarmış. sonra kavga edip ayrılıyorlarmış. iş kısır döngüye girmiş anlayacağınız.
ne hikaye yazdım ama kabul edin sürece cuk oturdu*
evet aslında lucescu shakhtar'da yapacağı her şeyi galatasaray'da yapmaya hazırlanırken fatih terim uğruna kovuldu. o dönem için belki de büyük bir hataydı bu. terim bile "lucescu ile iyi gidiyorsunuz aslında" demişti kendisiyle anlaşmak için gelen yöneticilere.
lucescu bugün bunamış falan diye eleştiriliyor. belki öyledir. ama 2002'de lucescu kalmaya devam etseydi ne olurdu diye soran herkes lucescu shakhtar'da 12 yıl boyunca neler başarmış onlara bir göz atsın. işte shakhtar'ın o başarıları, lucescu'yu gönderip terim'i getiren galatasaray'ın kaybettiği başarılardır.
belki lucescu aklına galatasaray geldikçe shakhtar günlerine atıf yaparak "beni o gün kovarak neler kaybettiğine dön de bir bak istedim" falan diyordur kendi kendine. kim bilir...