164
sanılanın aksine bugünün değil yaklaşık 10 sene öncesinin konusudur. 2008 avrupa şampiyonası'na giden türk milli takımı'nın hücum rotasyonuna bakın: premier lig'de as oyuncu olarak oynayan tuncay şanlı, o sezonun süper lig gol kralı semih şentürk, la liga'nın iyi forvetlerinden biri olan nihat kahveci, avrupa devlerinin teklif üstüne teklif yaptığı arda turan, bayern münih'te oynayan hamit altıntop, yedek olarak da tümer metin ve gökdeniz karadeniz. yıldıray baştürk, ümit karan ve fatih tekke kadroya alınmamış bile, düşünün.
eh, bundan birkaç sene sonra gelen gelen ucuz dolar rahatlamasıyla türk insanı hayatında yurtdışına tatile gitmeyi sıradan bir olay olarak görmeye başlar, "volkswagen'den aşağısına araba demem aga" cümlesini kurar, "yenisi çıkmış" deyip her sene telefon değiştirir de türk kulüpleri durur mu? durmaz elbette. aziz yıldırım'ın başını çektiği ve sonrasında adnan polat, demirören ve ünal aysal'ın da katıldığı furyayla 3-4 senede bir yapılan yıldız oyuncu transferlerinin her yaz yapılır hale gelmesi, anadolu'da parlayan bir oyuncu görür görmez manyakça bonservis bedelleri ödenerek büyük takımlara transfer edilmesi, maaş bütçesinin 50-60 milyon euro'lara çıkması gibi absürt durumlar normal kabul edilir hale geldi. fakat madalyonun öbür yüzünde, türk kulüpleri oyuncu yetiştirmeyi unuttu ve bunun yan sonuçlarından biri olarak milli takım adeta çöktü.
böylece 2010'ların ortalarına geldiğinde türk kulüpleri, eskisine göre çok çok fazla para harcayan ama bazı istisnalar hariç uluslararası başarı elde edemeyen ve yurtdışına oyuncu satamayan bir duruma düştü. artık yurtdışına satılan tugay'lar, emre'ler, nihat'lar, tuncay'lar, gökdeniz'ler yoktu. senede 2 milyon euro'sunu alıp yatan, sözleşme bitiminde "yeter ki rakip takıma gitmesin" diye zam üstüne zam alan yerli oyuncular vardı. yabancı transferleri ise oldukça görkemli hale geldiği için, drogba gibi, sneijder gibi, pepe gibi, talisca gibi yıldızlar büyük fark yarattı. 2013'te bize, 2017'de beşiktaş'a avrupa kupalarında iyi sonuçlar aldırdı. "aslında bizim takıma iki üç yıldız daha alsak şampiyonlar ligi'nde önde gelen takımlardan oluruz" yanılsamasına bile sebep oldu. işin aslında, o yıldızlara verilen paralar hiçbir zaman türk kulüplerinin olmadığı için o yıldızlarla gelen başarılar da kalıcı olmamıştı. borçla elde edilen başarılar anlık parıldamalardan öteye gitmemiş, kısa süre sonra acı faturalar türk kulüplerinin önüne konduğu zaman taraftarlar neye uğradığını şaşırmıştı. aslında avrupa takımlarıyla makas çok önceden açılmıştı ama takımların, kendi mali kapasitelerinin çok çok üstünde borca girerek yaptığı büyük transferler sayesinde kimse bunu fark etmemişti.
deniz bitip, daha fazla borçlanamayan türk kulüpleri yıldız oyuncular alamamaya başlayınca avrupa'daki kötü sonuçlar da kaçınılmaz oldu. artık talisca golleri atamıyor, melo atakları kesemiyor, adriano soldan bindiremiyor, drogba topukla uzak köşeye golü bırakamıyordu. taraftarlar, kötü sonuçların hesabını sormakta ısrarlı olunca fatih hoca da "artık avrupa takımlarıyla aramızdaki makasın açıldığını kabullenmek zorundayız" cevabını veriyordu. doğru, ama geç kalınmış bir tespitti. makas, türk futbolu oyuncu yetiştirmeyi unuttuğu gün açılmıştı. istisnai örnekler olarak beşiktaş'ın atınç'ı rb leipzig'e satması, galatasaray'ın ozan kabak'ı schalke'ye satması, fenerbahçe'nin elif elmas'ı napoli'ye satması bu makası kapatmaya yetmiyordu. 10 oyuncu alıp bir oyuncu çıkaran bir değirmen, elbette sonsuza kadar dönmeyecekti.
şahsi düşüncem, eğer yabancı sınırı eski haline dönüp 6'ya 7'ye düşerse türk futbolunun tekrar 80'lere döneceği, avrupa kupalarında rakip kaleye yakın noktadan kazanılan taç atışına bile sevinir hale geleceği yönünde. bu durumda türk kulüplerinin avrupa kupalarında hiçbir şansı olmaz. ama yabancı sınırı şu anki haliyle seyrederse, oyuncu yetiştirmeyi bilen kulüplerin avrupa'yla rekabet etmemesi için bir neden yok. ister altyapıdan çıkarın, ister anadolu'dan kendini ispatlamak arzusundaki yerli oyuncular alın, isterseniz kötü liglerden düşük bonservisli yabancıları toplayıp yetiştirin, kadronuzu belli bir taktiksel disiplin içinde istikrarlı olarak oynattığınız sürece makas açılmaz.
ama her sene sil baştan kadro kurarsanız, bir sezon aynı anda iki hızlı kanat oyuncusuyla oynarken öbür sezon iki kanatta da statik oyun kurucuya dönerseniz, bir tane bile 25 yaş altı futbolcuyu as oyuncu olarak düşünmezseniz o makas açılır. bu durumun kabahati elbette büsbütün fatih hoca'da değil, "sattığın kadar al" kuralını o getirmedi, ona sorsak her sene kiralık oyuncularla uğraşıp sil baştan kadro kurmak yerine istikrarlı bir kadroya sahip olmak elbette isterdi. ama öbür yandan üç senedir yanlış taktiklerde ve yanlış transferlerde ısrar eden de o.
kısacası eğer bu makas açıldıysa bunu yöneticiler, taraftarlar ve teknik direktörler olarak hep beraber açtık. şimdi bütün paydaşlar olarak hep beraber kapatmak da yine bizim elimizde.
eh, bundan birkaç sene sonra gelen gelen ucuz dolar rahatlamasıyla türk insanı hayatında yurtdışına tatile gitmeyi sıradan bir olay olarak görmeye başlar, "volkswagen'den aşağısına araba demem aga" cümlesini kurar, "yenisi çıkmış" deyip her sene telefon değiştirir de türk kulüpleri durur mu? durmaz elbette. aziz yıldırım'ın başını çektiği ve sonrasında adnan polat, demirören ve ünal aysal'ın da katıldığı furyayla 3-4 senede bir yapılan yıldız oyuncu transferlerinin her yaz yapılır hale gelmesi, anadolu'da parlayan bir oyuncu görür görmez manyakça bonservis bedelleri ödenerek büyük takımlara transfer edilmesi, maaş bütçesinin 50-60 milyon euro'lara çıkması gibi absürt durumlar normal kabul edilir hale geldi. fakat madalyonun öbür yüzünde, türk kulüpleri oyuncu yetiştirmeyi unuttu ve bunun yan sonuçlarından biri olarak milli takım adeta çöktü.
böylece 2010'ların ortalarına geldiğinde türk kulüpleri, eskisine göre çok çok fazla para harcayan ama bazı istisnalar hariç uluslararası başarı elde edemeyen ve yurtdışına oyuncu satamayan bir duruma düştü. artık yurtdışına satılan tugay'lar, emre'ler, nihat'lar, tuncay'lar, gökdeniz'ler yoktu. senede 2 milyon euro'sunu alıp yatan, sözleşme bitiminde "yeter ki rakip takıma gitmesin" diye zam üstüne zam alan yerli oyuncular vardı. yabancı transferleri ise oldukça görkemli hale geldiği için, drogba gibi, sneijder gibi, pepe gibi, talisca gibi yıldızlar büyük fark yarattı. 2013'te bize, 2017'de beşiktaş'a avrupa kupalarında iyi sonuçlar aldırdı. "aslında bizim takıma iki üç yıldız daha alsak şampiyonlar ligi'nde önde gelen takımlardan oluruz" yanılsamasına bile sebep oldu. işin aslında, o yıldızlara verilen paralar hiçbir zaman türk kulüplerinin olmadığı için o yıldızlarla gelen başarılar da kalıcı olmamıştı. borçla elde edilen başarılar anlık parıldamalardan öteye gitmemiş, kısa süre sonra acı faturalar türk kulüplerinin önüne konduğu zaman taraftarlar neye uğradığını şaşırmıştı. aslında avrupa takımlarıyla makas çok önceden açılmıştı ama takımların, kendi mali kapasitelerinin çok çok üstünde borca girerek yaptığı büyük transferler sayesinde kimse bunu fark etmemişti.
deniz bitip, daha fazla borçlanamayan türk kulüpleri yıldız oyuncular alamamaya başlayınca avrupa'daki kötü sonuçlar da kaçınılmaz oldu. artık talisca golleri atamıyor, melo atakları kesemiyor, adriano soldan bindiremiyor, drogba topukla uzak köşeye golü bırakamıyordu. taraftarlar, kötü sonuçların hesabını sormakta ısrarlı olunca fatih hoca da "artık avrupa takımlarıyla aramızdaki makasın açıldığını kabullenmek zorundayız" cevabını veriyordu. doğru, ama geç kalınmış bir tespitti. makas, türk futbolu oyuncu yetiştirmeyi unuttuğu gün açılmıştı. istisnai örnekler olarak beşiktaş'ın atınç'ı rb leipzig'e satması, galatasaray'ın ozan kabak'ı schalke'ye satması, fenerbahçe'nin elif elmas'ı napoli'ye satması bu makası kapatmaya yetmiyordu. 10 oyuncu alıp bir oyuncu çıkaran bir değirmen, elbette sonsuza kadar dönmeyecekti.
şahsi düşüncem, eğer yabancı sınırı eski haline dönüp 6'ya 7'ye düşerse türk futbolunun tekrar 80'lere döneceği, avrupa kupalarında rakip kaleye yakın noktadan kazanılan taç atışına bile sevinir hale geleceği yönünde. bu durumda türk kulüplerinin avrupa kupalarında hiçbir şansı olmaz. ama yabancı sınırı şu anki haliyle seyrederse, oyuncu yetiştirmeyi bilen kulüplerin avrupa'yla rekabet etmemesi için bir neden yok. ister altyapıdan çıkarın, ister anadolu'dan kendini ispatlamak arzusundaki yerli oyuncular alın, isterseniz kötü liglerden düşük bonservisli yabancıları toplayıp yetiştirin, kadronuzu belli bir taktiksel disiplin içinde istikrarlı olarak oynattığınız sürece makas açılmaz.
ama her sene sil baştan kadro kurarsanız, bir sezon aynı anda iki hızlı kanat oyuncusuyla oynarken öbür sezon iki kanatta da statik oyun kurucuya dönerseniz, bir tane bile 25 yaş altı futbolcuyu as oyuncu olarak düşünmezseniz o makas açılır. bu durumun kabahati elbette büsbütün fatih hoca'da değil, "sattığın kadar al" kuralını o getirmedi, ona sorsak her sene kiralık oyuncularla uğraşıp sil baştan kadro kurmak yerine istikrarlı bir kadroya sahip olmak elbette isterdi. ama öbür yandan üç senedir yanlış taktiklerde ve yanlış transferlerde ısrar eden de o.
kısacası eğer bu makas açıldıysa bunu yöneticiler, taraftarlar ve teknik direktörler olarak hep beraber açtık. şimdi bütün paydaşlar olarak hep beraber kapatmak da yine bizim elimizde.