121
galatasarayımızın avrupa'nın başaltı takımlardan biri olduğunu fiilen ilân ettiğini ve uefa kupasını müzemize götürdüğümüz 1999-00 sezonunda oynadığımız en zor karşılaşma olduğunu düşündüğüm maçtır.
öyle düşünüldüğünü sanmıyorum ama olur ya hatırlamayanlar için belirtelim, bu karşılaşmaya ilk ayağını 2-0 kazanmış olduğun ve tur cepte gittiğin herhangi bir avrupa kupası maçı olarak bakılması doğru değildir. öncelikle ilk maç için istanbul'a gelen iki ingiliz vatandaşının karıştıkları bir sokak kavgasında talihsiz bir şekilde hayatını kaybetmesi türkiye cumhuriyeti ve birleşik krallık ülkeleri arasında diplomatik bir skandala dönüşmüş, olaylarla hiçbir ilgisi olmayan, yalnızca iyi futbol oynamaya çalışan karakterli kulübümüzün adını uluslararası arenada demagojik söylemlerin odağına bırakıvermişti.
sonunda leeds'te oynanacak maç öncesinde özel izinle kabul edilecek bazı basın mensupları ve üst düzey yöneticiler dışında tek bir galatasaray taraftarının stada alınmamasına karar verildi. maçın hakemi olarak disiplini ve agresif oyuna meydan bırakmayan(?) tavrıyla tanındığı rivayet edilen lubos michel atandı. maç öncesinde hayatını kaybeden leeds taraftarları için kahramanlara yakışır, belki de ingiliz krallığını bugünlere getiren komutanlara bile layık görülmemiş çalışılmış bir anma töreni düzenlendi. istanbul'daki maçta pek bir varlık gösterememiş olan leeds united, beşikteki taraftarından emekli kalecisine kadar tam takım bu maçı en az 3-0 kazanmak için konsantre olmuştu. türkiye'deki birçok spor yazarı ve futbolun bazı kanaat önderleri (!) galatasarayımızın bu maçı kaybedeceğinden neredeyse emindi, fakat deplasman golüyle turu geçebilirin hesaplarını yapıyorlardı.
takımımız sahaya çıktığında taraftarın çıkardığı uğultu maçı bir tür lokalde cine5 üzerinden izleyen şahsımın bile dizlerini titretmeye yetmişti. galatasaray öyle etkili bir futbol oynuyordu ki her zaman saha, rakip fark etmeksizin güvenimiz tamdı; ancak artık diplomatik bir problem haline gelmiş, tüm avrupa'nın gözünü diktiği böylesine sorunlu bir atmosferle sınanmışlığımız yoktu. dolayısıyla basındaki papağanlar kadar olmasa da, ben de endişeliydim.
ama galatasaray maça öyle soğukkanlı başladı ki. takdir haklarını leeds'ten yana kullanacağına neredeyse emin olduğumuz hakem de daha 5. dakikada haklı penaltımızı verince ve takımımızın kalbi ve beyni hagi de gole çevirince, artık leeds'e 4 gol gerekiyordu. her ne kadar özellikle 1-1'ken ve biraz da 2-2'den sonra leeds bizi zorlasa ve pozisyonlar bulsa da, her türlü olumsuzluğa rağmen bu penaltı golünden sonra hiçbir saniye 3 farklı yenileceğimizi düşündürecek raddede bir tehdit oluşturamadı. hatta ikinci yarının ortalarından sonra takımımız belki de teknik heyetin uyarısıyla bir miktar hız kesti. zaten gergin olan atmosferde nabzı daha da artırmak istememiş olabiliriz. bu tamamen benim hüsnü kuruntum da olabilir.
neticede bu katı sınavdan başımız dik ayrılarak avrupa kupalarında finale erişen ilk türk takımı olmayı başardık. bu maçta sergilediğimiz profesyonel duruşu, 2000 yılı türkiye'si şartları düşünüldüğünde, topluca gösterilmiş sporcu karakterini hayatım boyunca unutamam sanıyorum. avrupalıları kendi silahlarıyla vuracağımız bir sonraki zaferi görebilirim umarım.
öyle düşünüldüğünü sanmıyorum ama olur ya hatırlamayanlar için belirtelim, bu karşılaşmaya ilk ayağını 2-0 kazanmış olduğun ve tur cepte gittiğin herhangi bir avrupa kupası maçı olarak bakılması doğru değildir. öncelikle ilk maç için istanbul'a gelen iki ingiliz vatandaşının karıştıkları bir sokak kavgasında talihsiz bir şekilde hayatını kaybetmesi türkiye cumhuriyeti ve birleşik krallık ülkeleri arasında diplomatik bir skandala dönüşmüş, olaylarla hiçbir ilgisi olmayan, yalnızca iyi futbol oynamaya çalışan karakterli kulübümüzün adını uluslararası arenada demagojik söylemlerin odağına bırakıvermişti.
sonunda leeds'te oynanacak maç öncesinde özel izinle kabul edilecek bazı basın mensupları ve üst düzey yöneticiler dışında tek bir galatasaray taraftarının stada alınmamasına karar verildi. maçın hakemi olarak disiplini ve agresif oyuna meydan bırakmayan(?) tavrıyla tanındığı rivayet edilen lubos michel atandı. maç öncesinde hayatını kaybeden leeds taraftarları için kahramanlara yakışır, belki de ingiliz krallığını bugünlere getiren komutanlara bile layık görülmemiş çalışılmış bir anma töreni düzenlendi. istanbul'daki maçta pek bir varlık gösterememiş olan leeds united, beşikteki taraftarından emekli kalecisine kadar tam takım bu maçı en az 3-0 kazanmak için konsantre olmuştu. türkiye'deki birçok spor yazarı ve futbolun bazı kanaat önderleri (!) galatasarayımızın bu maçı kaybedeceğinden neredeyse emindi, fakat deplasman golüyle turu geçebilirin hesaplarını yapıyorlardı.
takımımız sahaya çıktığında taraftarın çıkardığı uğultu maçı bir tür lokalde cine5 üzerinden izleyen şahsımın bile dizlerini titretmeye yetmişti. galatasaray öyle etkili bir futbol oynuyordu ki her zaman saha, rakip fark etmeksizin güvenimiz tamdı; ancak artık diplomatik bir problem haline gelmiş, tüm avrupa'nın gözünü diktiği böylesine sorunlu bir atmosferle sınanmışlığımız yoktu. dolayısıyla basındaki papağanlar kadar olmasa da, ben de endişeliydim.
ama galatasaray maça öyle soğukkanlı başladı ki. takdir haklarını leeds'ten yana kullanacağına neredeyse emin olduğumuz hakem de daha 5. dakikada haklı penaltımızı verince ve takımımızın kalbi ve beyni hagi de gole çevirince, artık leeds'e 4 gol gerekiyordu. her ne kadar özellikle 1-1'ken ve biraz da 2-2'den sonra leeds bizi zorlasa ve pozisyonlar bulsa da, her türlü olumsuzluğa rağmen bu penaltı golünden sonra hiçbir saniye 3 farklı yenileceğimizi düşündürecek raddede bir tehdit oluşturamadı. hatta ikinci yarının ortalarından sonra takımımız belki de teknik heyetin uyarısıyla bir miktar hız kesti. zaten gergin olan atmosferde nabzı daha da artırmak istememiş olabiliriz. bu tamamen benim hüsnü kuruntum da olabilir.
neticede bu katı sınavdan başımız dik ayrılarak avrupa kupalarında finale erişen ilk türk takımı olmayı başardık. bu maçta sergilediğimiz profesyonel duruşu, 2000 yılı türkiye'si şartları düşünüldüğünde, topluca gösterilmiş sporcu karakterini hayatım boyunca unutamam sanıyorum. avrupalıları kendi silahlarıyla vuracağımız bir sonraki zaferi görebilirim umarım.