52
depremin, fay hattının değil insanın öldürdüğü gün.
denizden ganimet çıkmış paslı düz demirden, deniz kumundan "yüreği gık bile demeden" bina yapan müteahitlerin çoğu bugün ülkenin sayılı zenginlerinden oldu. hatta bir tanesinin ismi çok değil birkaç yıl öncesine kadar zenginliğin zirvesi anlamında kullanılıyordu bu ülkede.
bugün kaldırıma bile dökülmesine müsade edilmeyen betonla boş bulduğu arsaya bina konduran, "kaldırır kaldırmaz" diye diye o konduyu apartmana çevirip köşeyi dönen şark kurnazlarının hepsi müteahit oldu, köşeyi döndü.
1999'da enkazlarda can çekişen insanları kurtarmak yerine bileğinden ziynet eşyasını çalan, "ben akrabasıyım" diye ağır hasarlı evlere dalıp bulabildiğini toplayıp kaçanlar esnaf oldu. dışardan organize şekilde gelip yardım konvoylarını kendine "ihtiyaçlı" süsü verip talan edenler, ya da gelen yardımların tutulduğu depoları kilitleyip stokçuluk yapanların bugün market zincirleri oldu. devlet de gelen dış yardımlara deprem vergisi adı altında yürürlüğe konan vergileri ekleyip ekonomik krizi 2 yıl kadar erteledi. geçici olarak yürürlüğe giren o vergiler hala toplanıyor. karşılığında ne yapılabildiği her daim tartışma konusu...
son 15 yılda ülkede inşaatın bir ekonomik balon olurcasına patlayan bir sektör olması, bu ülkenin 17 ağustos 1999'u ne kadar anladığı ya da ne kadar hatırladığıyla ilgili en önemli göstergedir aslında. devlet ne inşaata ağırlık vermeyi bir ekonomik model olarak benimsediği için, ne devlet iradesine yakın insanlar inşaat sektöründen olduğu için, ne de devlet erkanımız betonu demiri çok sevdiği için inşaat patladı bu ülkede.
insanımız bu kadar pervasız olduğu için inşaat patladı. fındık işçileri, çay işçileri kalıpçı oldu. hayvancılar, arıcılar demirci oldu. 5 sene amelelik yapan taşeron oldu. 5 sene taşeronluk yapan müteahit oldu, 5 sene müteahitlik yapan patron oldu. eskiden boş bir arsaya bir gece kondurup ara ara üzerine ekleye ekleye kat çıkıp satarak zengin oluyorlardı. şimdi toplanma alanlarına,yeşil alanlara, sit alanlarına çökerek zengin oluyorlar.
20 sene önce deniz kumundan beton döken zihniyet şimdi betonu sulandırarak ya da sınıfıyla oynayarak kar peşinde koşuyor. düz paslı demirin üzerine bina yükü veren zihniyet şimdi de "döküm hatası" adı altında çapının altında dökülmüş demiri kullanıyor. benim memurum işini bilir denilen ülkede elbette herkes işini bir şekilde biliyor...
işini iyi niyetle, dürüstçe ya da gereğince yapan pek çok insan var elbette ama bugün türkiye'deki inşaat şirketi profili çok çok kötü bir yerde. hazır beton, nervürlü demir, yapı denetim, projelendirme vs. geçmişle kıyas kabul etmeyecek kadar iyi durumda elbette...
20 yıl öncenin çürük demirle deniz kumuyla boş arsaya taşır mı taşımaz mı diyerek apartman dikip zengin olan zihniyeti bugün koca koca şirketlerde, kurumsal kimliklerde, janjanlı isimli ihalelerde yaşamaya devam ediyor. mühendisine sadaka denecek maaşı döve döve veren, işçisini tahtakurusuyla dolu koğuşta aç karnına yatırıp işe süren şirketler tüm kurallara uyuyor mudur? ciddi bir ikilem...
17 ağustos bir fragmandı. filmin kendisi büyük istanbul depremi olacak. eğer hayatta olursak şahit olacağımız dram daha büyük olacak, acı ve yıkım da çok daha büyük olacak...
boğaz'in iki yakasındaki doldurma alanlar, istanbul'un güneyindeki semtlerinin tıklım tıkış ötesi plansız programsız mahalleleri, "iyi muhit" diye dünyanın parası ödenen 25-30 yıllık deniz kumundan ama kaplaması güzel binalar....
5.8'lik depremde felç olan istanbul'u vuracak olan 7.5+'lık bir deprem...
allah korusun...
zaten başka da bir ihtimal yok...
denizden ganimet çıkmış paslı düz demirden, deniz kumundan "yüreği gık bile demeden" bina yapan müteahitlerin çoğu bugün ülkenin sayılı zenginlerinden oldu. hatta bir tanesinin ismi çok değil birkaç yıl öncesine kadar zenginliğin zirvesi anlamında kullanılıyordu bu ülkede.
bugün kaldırıma bile dökülmesine müsade edilmeyen betonla boş bulduğu arsaya bina konduran, "kaldırır kaldırmaz" diye diye o konduyu apartmana çevirip köşeyi dönen şark kurnazlarının hepsi müteahit oldu, köşeyi döndü.
1999'da enkazlarda can çekişen insanları kurtarmak yerine bileğinden ziynet eşyasını çalan, "ben akrabasıyım" diye ağır hasarlı evlere dalıp bulabildiğini toplayıp kaçanlar esnaf oldu. dışardan organize şekilde gelip yardım konvoylarını kendine "ihtiyaçlı" süsü verip talan edenler, ya da gelen yardımların tutulduğu depoları kilitleyip stokçuluk yapanların bugün market zincirleri oldu. devlet de gelen dış yardımlara deprem vergisi adı altında yürürlüğe konan vergileri ekleyip ekonomik krizi 2 yıl kadar erteledi. geçici olarak yürürlüğe giren o vergiler hala toplanıyor. karşılığında ne yapılabildiği her daim tartışma konusu...
son 15 yılda ülkede inşaatın bir ekonomik balon olurcasına patlayan bir sektör olması, bu ülkenin 17 ağustos 1999'u ne kadar anladığı ya da ne kadar hatırladığıyla ilgili en önemli göstergedir aslında. devlet ne inşaata ağırlık vermeyi bir ekonomik model olarak benimsediği için, ne devlet iradesine yakın insanlar inşaat sektöründen olduğu için, ne de devlet erkanımız betonu demiri çok sevdiği için inşaat patladı bu ülkede.
insanımız bu kadar pervasız olduğu için inşaat patladı. fındık işçileri, çay işçileri kalıpçı oldu. hayvancılar, arıcılar demirci oldu. 5 sene amelelik yapan taşeron oldu. 5 sene taşeronluk yapan müteahit oldu, 5 sene müteahitlik yapan patron oldu. eskiden boş bir arsaya bir gece kondurup ara ara üzerine ekleye ekleye kat çıkıp satarak zengin oluyorlardı. şimdi toplanma alanlarına,yeşil alanlara, sit alanlarına çökerek zengin oluyorlar.
20 sene önce deniz kumundan beton döken zihniyet şimdi betonu sulandırarak ya da sınıfıyla oynayarak kar peşinde koşuyor. düz paslı demirin üzerine bina yükü veren zihniyet şimdi de "döküm hatası" adı altında çapının altında dökülmüş demiri kullanıyor. benim memurum işini bilir denilen ülkede elbette herkes işini bir şekilde biliyor...
işini iyi niyetle, dürüstçe ya da gereğince yapan pek çok insan var elbette ama bugün türkiye'deki inşaat şirketi profili çok çok kötü bir yerde. hazır beton, nervürlü demir, yapı denetim, projelendirme vs. geçmişle kıyas kabul etmeyecek kadar iyi durumda elbette...
20 yıl öncenin çürük demirle deniz kumuyla boş arsaya taşır mı taşımaz mı diyerek apartman dikip zengin olan zihniyeti bugün koca koca şirketlerde, kurumsal kimliklerde, janjanlı isimli ihalelerde yaşamaya devam ediyor. mühendisine sadaka denecek maaşı döve döve veren, işçisini tahtakurusuyla dolu koğuşta aç karnına yatırıp işe süren şirketler tüm kurallara uyuyor mudur? ciddi bir ikilem...
17 ağustos bir fragmandı. filmin kendisi büyük istanbul depremi olacak. eğer hayatta olursak şahit olacağımız dram daha büyük olacak, acı ve yıkım da çok daha büyük olacak...
boğaz'in iki yakasındaki doldurma alanlar, istanbul'un güneyindeki semtlerinin tıklım tıkış ötesi plansız programsız mahalleleri, "iyi muhit" diye dünyanın parası ödenen 25-30 yıllık deniz kumundan ama kaplaması güzel binalar....
5.8'lik depremde felç olan istanbul'u vuracak olan 7.5+'lık bir deprem...
allah korusun...
zaten başka da bir ihtimal yok...