48
14 mayıs tarihini anlamlı kılan şeylerden birisi kendisinin doğum günü olmasıdır.
ali uras galatasaray başkanlığı görevinden ayrıldıktan 3 sene sonra doğmuşum. benim gözümü açtığım yıllarda ve devamında galatasaray hiç, kahramanı başkanı olan olan bir kulüp olmadı. icraatin içindeki figürleriyle ön plana çıkan, o figürleri büyütüp onlarla birlikte büyüyen bir kulüptü. hatta başkanların ve yöneticilerin isimleri o figürlerin altında kalır, onlara çokça 'gölge etmeyin başka ihsan istemez' nevinden hislerle bakılırdı.
gelin itiraf edelim: saçma sapan bir şeyi seviyoruz. annelerimiz, mağlubiyet sonrası asık suratlarımıza ve hatta belki süzülen gözyaşlarımıza şefkat duyarak "oğlum ne üzüyorsun kendini bi top için bu kadar" derken gayet mantıklı konuşuyorlardı. yaş ilerledikçe insan bunu daha iyi anlıyor. hastalıklı derecede aşırılaşmış hisler törpüleniyor ve insan bir yol ayrımına geliyor. ya "gençlik heyecanıymış" diye yüz çeviriyorsun ya da sönmeye mahkum aşırı hislerin yerine; anlamlandırılmış, belki daha sönük ama daha kuvvetli ve kalıcı hisleri koyuyorsun. büyük aşklarla başlayan evlilikler gibi. hisler söndüğünde ya aldatırsın ya da hatıralarla, eksikliklerle ve fazlalıklarla mantıklı bir zemine oturttuğun bir sevgiye dönüştürürsün.
burada hala satırlar yazabildiğimize göre ikinci yolu seçmişiz sanırım. işte bu saçma sapan sevgiyi anlamlandırmaya, mantıklı bir zemine oturtmaya çalıştığım erken gençlik dönemlerimde bana en fazla yardımcı olan 2-3 isimden birisiydi ali uras.
cumhuriyetle birlikte doğan, tıp eğitimi alan, 50'lerin türkiyesi'nde abd'ye ihtisas yapmaya giden, dil bilen, dünyayı tanıyan bir adam... mesleğinde muteber, sosyoekonomik olarak kalburüstü seviyedeki bu gencin sporla ve galatasaray'la teması, gençliğinde galatasaray formasıyla basketbol oynamasıyla başlıyor. bu saçma sapan sevgiye o yıllarda o da kapılmış olacak ki fenerbahçe'den gelen yüksek ücretli teklifleri reddediyor. kendi deyimiyle 'ninesinin ördüğü çoraplarla oynadığı' yıllarda her babayiğidin harcı değil profesyonellik teklifini reddetmek. belli ki bizi mağlubiyet sonrası ağlatan, 'transfer gelir mi' diye online nöbetlere gark eden, en kötü zamanlarda vazife bilinciyle tribün koltuğuna, televizyonun başına inadına oturtan o tuhaf sevgi, genç ali'nin de yüreğine düşmüş o yıllarda.
bir parantez buraya. ulan bu fener 100 yıldır aynıymış anasını satayım, bu konudaki istikrarlarını takdir etmemek mümkün değil. kapadık parantezi.
ali uras o sevgiyi neyle diri tutmuş da 60'ına merdiven dayadığında, florya'ya ekilen çim tohumlarını kargalar yemesin diye galatasaray başkanı olarak elde tüfek nöbet beklemiş, bilmiyorum. antrenman yapmak için istanbul kazan biz kepçe saha aramaktan kurtulalım, bir sabit yuvamız olsun diye torunlarını florya'da büyüten bu adam, bunu yapmak yerine başka bir sürü şey yapabilecek imkana sahipti ama bunu tercih etti. nedenini bilmiyorum. kaç tane galatasaraylı varsa o kadar galatasaraylılık hikayesi var.
ama bu hikayenin şahsi olmayan bir tarafı da var, onu biliyorum. eğer galatasaray'ın bir kurumsal kültüründen bahsedeceksek ali uras gibi adamların şahıslarında toplanmış hasletlerin bütünü diyebiliriz sanırım. galatasaray'dan "daha önemli ve ciddi" bir sürü işleri olan ama onları da ihmal etmeden ufuklarındaki hayallerini bir spor kulübü üzerinde gerçeğe dönüştüren adamların kulübü galatasaray. salon beyefendilerinin, güzel türkçe konuşan afili abilerin, kaymak tabakadan olmayı küstahlığa kapılmayacak, havasını atma ucuzluğuna düşmeyecek kadar sindirmiş insanların kulübü. 19. yüzyılda geri kalmışlığı kabullenmekle zoraki olarak başlayan; devrimlerle, inkılaplarla, rejim değişiklikleriyle, düşe kalka ilerlemeye çalışan türk modernleşmesinin küçük bir prototipini, bir spor kulübü üzerinde hem akılla hem duyguyla gerçekleştiren adamların kulübü. galatasaray bu bozuk yoğurdun düzgün kaymağı ise, galatasaray bu ülkenin orantısız büyüyebilmiş, genele hakim olan o miskinlikten sıyrılıp çığır açabilmiş, kısır yerel rekabetten sıyrılıp yakasına değil paçasına yapışılan bir üst konuma yerleşebilmiş birkaç kurumundan bir tanesiyse, bu ali uras gibi adamların sayesinde.
üzgünüm çünkü sanırım bu adamların nesli tükendi. artık onlar yerine onların edebiyatını yapanlar, emile zola'dan bahsedip ağzını yaya yaya "j'accuse" demeyi elitlik sananlar, ilkesizlikleriyle dün kara dediklerinden daha karalarının peşine düşebilenler galatasaray makamlarına oturabiliyor artık.
mutluyum çünkü ali uras'ı tanıyabildim. ve ali uras'ın, genel cerrahi profesörü ali uras'ın ninesinin verdiği çoraplarla basketbol oynarken profesyonel teklifleri reddedebilmesini, florya'da elde tüfek çim nöbeti tutabilmesini sağlayan o 'saçma' sevgisine şahitlik edebilmiş olmak, benim 'saçma' sevgimi köklüleştiriyor, daha da kalıcılaştırıyor. bir gün bir çocuğum olursa, ona hikayesini anlatacağım adamlardan birisi ali uras.
ruhu şad olsun.
ali uras galatasaray başkanlığı görevinden ayrıldıktan 3 sene sonra doğmuşum. benim gözümü açtığım yıllarda ve devamında galatasaray hiç, kahramanı başkanı olan olan bir kulüp olmadı. icraatin içindeki figürleriyle ön plana çıkan, o figürleri büyütüp onlarla birlikte büyüyen bir kulüptü. hatta başkanların ve yöneticilerin isimleri o figürlerin altında kalır, onlara çokça 'gölge etmeyin başka ihsan istemez' nevinden hislerle bakılırdı.
gelin itiraf edelim: saçma sapan bir şeyi seviyoruz. annelerimiz, mağlubiyet sonrası asık suratlarımıza ve hatta belki süzülen gözyaşlarımıza şefkat duyarak "oğlum ne üzüyorsun kendini bi top için bu kadar" derken gayet mantıklı konuşuyorlardı. yaş ilerledikçe insan bunu daha iyi anlıyor. hastalıklı derecede aşırılaşmış hisler törpüleniyor ve insan bir yol ayrımına geliyor. ya "gençlik heyecanıymış" diye yüz çeviriyorsun ya da sönmeye mahkum aşırı hislerin yerine; anlamlandırılmış, belki daha sönük ama daha kuvvetli ve kalıcı hisleri koyuyorsun. büyük aşklarla başlayan evlilikler gibi. hisler söndüğünde ya aldatırsın ya da hatıralarla, eksikliklerle ve fazlalıklarla mantıklı bir zemine oturttuğun bir sevgiye dönüştürürsün.
burada hala satırlar yazabildiğimize göre ikinci yolu seçmişiz sanırım. işte bu saçma sapan sevgiyi anlamlandırmaya, mantıklı bir zemine oturtmaya çalıştığım erken gençlik dönemlerimde bana en fazla yardımcı olan 2-3 isimden birisiydi ali uras.
cumhuriyetle birlikte doğan, tıp eğitimi alan, 50'lerin türkiyesi'nde abd'ye ihtisas yapmaya giden, dil bilen, dünyayı tanıyan bir adam... mesleğinde muteber, sosyoekonomik olarak kalburüstü seviyedeki bu gencin sporla ve galatasaray'la teması, gençliğinde galatasaray formasıyla basketbol oynamasıyla başlıyor. bu saçma sapan sevgiye o yıllarda o da kapılmış olacak ki fenerbahçe'den gelen yüksek ücretli teklifleri reddediyor. kendi deyimiyle 'ninesinin ördüğü çoraplarla oynadığı' yıllarda her babayiğidin harcı değil profesyonellik teklifini reddetmek. belli ki bizi mağlubiyet sonrası ağlatan, 'transfer gelir mi' diye online nöbetlere gark eden, en kötü zamanlarda vazife bilinciyle tribün koltuğuna, televizyonun başına inadına oturtan o tuhaf sevgi, genç ali'nin de yüreğine düşmüş o yıllarda.
bir parantez buraya. ulan bu fener 100 yıldır aynıymış anasını satayım, bu konudaki istikrarlarını takdir etmemek mümkün değil. kapadık parantezi.
ali uras o sevgiyi neyle diri tutmuş da 60'ına merdiven dayadığında, florya'ya ekilen çim tohumlarını kargalar yemesin diye galatasaray başkanı olarak elde tüfek nöbet beklemiş, bilmiyorum. antrenman yapmak için istanbul kazan biz kepçe saha aramaktan kurtulalım, bir sabit yuvamız olsun diye torunlarını florya'da büyüten bu adam, bunu yapmak yerine başka bir sürü şey yapabilecek imkana sahipti ama bunu tercih etti. nedenini bilmiyorum. kaç tane galatasaraylı varsa o kadar galatasaraylılık hikayesi var.
ama bu hikayenin şahsi olmayan bir tarafı da var, onu biliyorum. eğer galatasaray'ın bir kurumsal kültüründen bahsedeceksek ali uras gibi adamların şahıslarında toplanmış hasletlerin bütünü diyebiliriz sanırım. galatasaray'dan "daha önemli ve ciddi" bir sürü işleri olan ama onları da ihmal etmeden ufuklarındaki hayallerini bir spor kulübü üzerinde gerçeğe dönüştüren adamların kulübü galatasaray. salon beyefendilerinin, güzel türkçe konuşan afili abilerin, kaymak tabakadan olmayı küstahlığa kapılmayacak, havasını atma ucuzluğuna düşmeyecek kadar sindirmiş insanların kulübü. 19. yüzyılda geri kalmışlığı kabullenmekle zoraki olarak başlayan; devrimlerle, inkılaplarla, rejim değişiklikleriyle, düşe kalka ilerlemeye çalışan türk modernleşmesinin küçük bir prototipini, bir spor kulübü üzerinde hem akılla hem duyguyla gerçekleştiren adamların kulübü. galatasaray bu bozuk yoğurdun düzgün kaymağı ise, galatasaray bu ülkenin orantısız büyüyebilmiş, genele hakim olan o miskinlikten sıyrılıp çığır açabilmiş, kısır yerel rekabetten sıyrılıp yakasına değil paçasına yapışılan bir üst konuma yerleşebilmiş birkaç kurumundan bir tanesiyse, bu ali uras gibi adamların sayesinde.
üzgünüm çünkü sanırım bu adamların nesli tükendi. artık onlar yerine onların edebiyatını yapanlar, emile zola'dan bahsedip ağzını yaya yaya "j'accuse" demeyi elitlik sananlar, ilkesizlikleriyle dün kara dediklerinden daha karalarının peşine düşebilenler galatasaray makamlarına oturabiliyor artık.
mutluyum çünkü ali uras'ı tanıyabildim. ve ali uras'ın, genel cerrahi profesörü ali uras'ın ninesinin verdiği çoraplarla basketbol oynarken profesyonel teklifleri reddedebilmesini, florya'da elde tüfek çim nöbeti tutabilmesini sağlayan o 'saçma' sevgisine şahitlik edebilmiş olmak, benim 'saçma' sevgimi köklüleştiriyor, daha da kalıcılaştırıyor. bir gün bir çocuğum olursa, ona hikayesini anlatacağım adamlardan birisi ali uras.
ruhu şad olsun.