• 70
    galatasaray kadın basketbol tarihinin "modern zamanlar" diyebileceğimiz 2006 sonrası döneminde o güne kadarki en düşük bütçe ve en kötü lig performansına rağmen kupa çıkardığımız sezonun final maçı. 22 sayı avantajla gitmiştik venedik'e. kağıt üzerinde büyük bir avantajımız vardı ama sadece bir tur önce yaşananlar ortadaydı. hatay'dan 20 sayı farkla gelen venedik ekibi iç sahada son dakikalarda biraz şansı yardım etse de turu geçmeyi başarmıştı. bir ara farkı 35 sayıya kadar çıkarmaları da bir başka ürkütücü detaydı.

    o sezon aslında gerçekten zor geçmişti. bir önceki sezon maljkovic'in imza oyunu olan ölümüne tempo ile sahada büyüyen bir takım vardı. yakın doğu hariç oynadığımız tüm takımları mağlup etmiştik ama hem kupada, hem ligde, hem avrupa'da onlara kaybettiğimiz maçlar sezonu kupasız bitirmemize sebep olmuştu. ancak yaz aylarında o kadro dağılıvermişti galatasaray klasiği olarak. takımın öndeki gücünü oluşturan vurucu ikiliden yvonne anderson koç ile yaşadığı sorunlardan sonra sözleşme yenilememiş, moriah jefferson wnba sezonunda çapraz bağlarını koparmıştı. ikisi de süratli ayakları olan ve maljkovic sistemine çok iyi uyum sağlayan papova ve vitola da takımdan ayrılmıştı..

    yerine kurulan kadro da entresandı. açıkçası yarımcı antrenör nevriye yılmaz, menejer özge alev, tagar sports menejerlik şirketi üçlüsünün çok çok konuşulduğu bir sezondu. yerli havuzundan alabileceğimiz ölçüde iyi oyuncular almıştık aslında. ayşegül günay, özge kavurmacıoğlu ve gizem başaran. ligin hatırı sayılır skorerlerinden olan ayşegül günay daha hazırlık kampında ne yazık ki sakatlandı. uzun tedavi süresince doktor kararı ameliyata gerek olmadığı yönündeydi ama dönüp formasına kavuştuğu maçta tekrar sakatlandı ve sezonu hatta bir sonraki sezonu kapattı. özge kavurmacıoğlu ise koç ile yaşadığı sorunlardan dolayı doğru dürüst forma şansı bulamadan kadro dışı kaldı. bir de gönüllerin ünlüsü merve "mervik" uygül vardı. ikinci ligde geçen kariyerine bir avrupa kupasını katacağından habersizdi...

    uzun rotasyonu için iki eski dost jelena dubljevic ve gigi petronyte ile anlaşılmıştı.yanlarında da kimsenin anlamadığı chatilla van grinsven vardı. chatilla'nın basketbolla pek alakası olmadığı kısa bir süre sonra ortaya çıkmıştı, petronyte de sezona sakatlıklarla başlamıştı. bir ilginç transfer de olivia epoupa idi. hot prospect for future adayı, 1.50'lik boyuyla dışarda görenlerin basketbolcu olmasına ihtimal vermediği enteresan bir insandı. sezon içinde oynadığı topla hem takımın hem taraftarın sevgilisi olacak, adeta iki basamak atlayıp "olmuş bu" dedirtecekti. sezonun son bölümünde taktığı kafa bandajı ise bir lakap olarak kalacaktı kendisine.

    sezonun bombası ise ligin başlamasına birkaç gün kala patlayacaktı. fenerbahçe'nin süpriz şekilde gözden çıkardığı allie quigley istanbul'dan ayrılmak istemeyince soluğu galatasaray'da almıştı. stephan cury ile fotoğrafı "allie quigley with a fan" notuyla paylaşılıyordu. 4-5 yıl sonra yaptığımız ilk büyük yıldız transferiydi. "nasıl olacak bu takım" diye düşünürken bir anda kafamızdaki kuşkular gidivermişti.

    tabi hiçbir şey planlandığı gibi gitmedi. sezona ligde 3/3 ile başladık. 4. hafta beşiktaş maçını bir sayı farkla kaybettik. kaptan o maçta bir sakatlık yaşadı. ertesi hafta sahaya çıksa da milli takım arasında ağrıları dayanılmaz hale gelince tedavi sürecine başladı. bunun yanında quigley de "uzun zamandır tedavisini ertelediği" sakatlığı sebebiyle çok uzun bir süre forma giymedi. kasım-aralık ayları kabus gibi geçmişti. 8 lig maçında 5 mağlubiyet, avrupa'da 5 maçta 4 mağlubiyet gördük. ligde kaybetmediğimiz bir maç da zaten rakibin koç bulamaması sebebiyle oynanamamıştı...

    ocak ayının başında ligin ilk devresi biterken 14 takımlı ligde 10. sıradaydık. biri hariç diğer tüm favorilerin olmadığı, sezon başlarken ikinci tur kapısı açık diye nitelendirilen euroleague grubunda eurocup'a katılımı bile garantileyememiştik. fikstür şansıyla euroleague'de kalan maçlarda ikisi grubu son sırada bitirecek iki takıma karşı olunca güç bela kazanıp kendimizi eurocup'a atabilmiştik.

    ara transferde ewelina kobryn, kaela davis ve tuğba taşçıoğlu transferi yapılmıştı. ewelina kobryn ne kadar görev adamı, ole gunnar solkjaer ekolünden bir transferse tuğba taşçıoğlu da o derece skandal bir transferdi. takım inim inim inlerken kariyerinin sonuna gelmiş, 3 sezondur toplam 40 dakika maç oynamamış bir oyuncuya hatırı sayılır bir parayı indirmişti yönetim. zaten sezon boyu dedikodu olarak dönen transfer-menejer parası olayları ayyuka çıkmıştı. zaten ne yardımcı koç ne de idari menejer sezon sonunu saha içinde göremeyecekti.

    kaela davis ise korkunç ötesi bir performans gösterdi. çar çur ettiği bomboş pozisyonlar, sahaya girer girmez hakemin gözüne baka baka aldığı fauller ve takımdan her daim yavaş hareket etmesiyle çok ağır eleştirilere maruz kalıyordu. ancak başlıkta bahsi geçen maçın hikayesinde enteresan bir şekilde öne çıkacaktı...

    şubat ayı da mağlubiyetlerle geçiyordu. quigley yaklaşık 3 aydan sonra takıma katılmıştı. şubat ayının son gününde iç sahada eurocup çeyrek finalinde rakip ispanyol girona idi. son dakikalarda sezon başından beri olduğu gibi saçma sapan oynamış ve 65-62 mağlup ayrılmıştı. bir hafta sonra deplasmandaki maçta bu sefer tüm sezonun acısını çıkarırcasına 3 sayı önde girdiğimiz son 40 saniyede önce rakibin atağını savuşturup topu kapmış, sonra kafası sarılı epoupa'nın taşığı topu dubljevic bitirmiş, kalan kısa sürede de rakibi iyi savunup turu koparmayı başarmıştık. soyunma odasından gelen sevinç fotoğrafı ise sezon başından beri üzülmekten bir hal olmuş takımın "ben ölmedim" çığlığı idi adeta...

    o maçtan sonra hafif de olsa bir toparlanma başladı, ligde galibiyetler gelmeye başladı, yarı finalde ise net favori avenida'yı bir galatasaray mucizesi yaratarak elemiştik. euroleague'den geçtiğimiz için her turda saha avantajını rakibe veriyorduk statü gereği. biz avenida'yı eledikten sonraki gün hatay 20 sayıyla venedik deplasmanına çıkarken hatay'a gidiş-geliş planları yapılıyordu pek çok evde. ancak eurocup'ta sezon boyunca dış sahada avans verip iç sahada turu geçen venezia'dan hatay da kurtulamamıştı...

    finalin ilk ayağı 11 nisan 2018 galatasaray reyer venezia kadın basketbol maçıydı. sinan erdem'de tıklım tıkış olmasa da 10 bine yakın taraftar önünde oynanan maçta allie quigley'in 37 sayısı vardı. tüm sezon boyu hasretle beklenen performansını tam da en gerekli olduğu günde ortaya koymuştu. özellikle dikkat çeken şey ise rakibin farka rağmen oyun disiplininden kopmayışı ve yayın her yerinden isabetli şut atabilmeleri idi.

    kendine güveni gelen, bireysel anlamda kendilerini sezonun zirvesine çıkarmış bir takımla gidiyorduk kupa finaline. iki ay içinde takımın yaşadığı değişim inanılmazdı. o kadar stresli ve üzüntülü geçen sezonun kupa ile taçlandırmaya sadece 40 dakika uzaktaydı takım. onca krize, maddi imkansızlıklara, sakatlıklara, dar kadroya rağmen bir avrupa kupası müzeye gelebilirdi.

    pota arkasında konuşlanan 100 kadar galatasaray taraftarının tezahüratları eşliğinde maç başlarken takımı takip eden hangi taraftara "bu maçın yıldızı olacak 3 kişi kim olur" diye sorulsa hiç kimse kaela davis ismini vermezdi. ancak belki de bu sezonun hikayesine en çok yakışacak şekilde attığı 21 sayıyla maçın en skorer ismi oldu. maçı pota arkasında bizim taraftarla takip eden babası antonio davis'in varlığından mıdır bilinmez, yapması gereken herşeyi tam da yapması gereken şekilde yaptı maç boyu.

    takım dersine iyi çalışmıştı. bir önceki maçta rakibin dış şut tehdidi olduğu gerçeğiyle yüzleşmişti, bu şutlarla demoralize olup maçın momentumunu rakibe kaptırmayacaktık. çok ribaund versek de potaya yaklaşarak basket bulamadıkları gibi penetrelere karşı da çok büyük bir savunma tehditleri yoktu. ilk maç quigley'in 37, bu maç da kaela'nın 21 sayısıyla hatırlansa da iki maçın da yıldızı aslında petronyte idi. ilk maçta 25, ikinci maçta 19 sayıyla toplamda 44 sayı katkı vermişti eşleşmede ki quigley de ikinci maçta attığı 7 sayıyla 44'te kalmıştı seri toplamında.

    işte bu maçta petronyte'nin yanında pota altında gelmesi beklenen katkı ne dubljevic ne de kobryn'den değil, sezonun geneline bakıldığı zaman hiç de akla gelmeyecek şekilde kaela'dan gelmişti. quigley ile biten set hücumları 2/12 isabeti sebebiyle sonuca ulaşmasa da gerek ordan dönen toplarla gerekse petronyte ile yaptıkları oyunlarla resmen darmadağın etmişlerdi venezia pota altını. üçüncü çeyrekte kısa bir süre farkın iki atakta 15 sayı civarına gelmesi hariç doğru dürüst heyecanlanmadan güle oynaya istediğimizi almayı başarmıştık.

    yavaş yavaş işin belli olduğu son bir buçuk dakikada tribünde patlayan nevizade geceleri ve oley oley oley oley şampiyon cimbombom sesleri eşliğinde bir rüya gerçek olmuştu. galatasaray ise avrupa geleneğini, kurucusunun en büyük gayesi olan "türk olmayan takımları yenme"yi bir kez daha en üst seviyeye taşımıştı.

    maç sonu ise gerçekten takdire şayandı. venezia takımı ikincilik madalyalarını hakkını vererek almış, sonrasında saha kenarında bekleyerek galatasaray'ın madalya ve kupa seramonisini izleyerek rakiplerini alkışlamışlardı. bizim topraklarımızda pek rastlanmayan, bazı kulüplerimizin asla ulaşamayacağı bir seviyeydi kendi sahanda avrupa kupası kaldıran takımı saha kenarında alkışlamak...

    (bkz: tarihte bugün)
App Store'dan indirin Google Play'den alın