• 25
    7 mayıs 2002'de başlayıp 20 mart 2004'te son bulan, fatih terim'in tüm kariyeri boyunca galatasaray'daki 10 sezonda 8 şampiyonluk başarısından fire verdiği o iki sezonu da içinde barındıran enteresan ve dramatik dönem.

    aslında her şey en başından tereddütlü başlamıştı diyebiliriz. çünkü yıl, fatih terim ve galatasaray adının son kez yan yana olduğu 31 mayıs 2000 değildi artık. aradan geçen iki sene çok şeyi değiştirmişti galatasaray'da. ne birinci fatih terim döneminin efsane başkanı faruk süren vardı artık, ne karpatların maradona'sı hagi, ne popescu ne de taffarel. emre, okan, h.şükür, ü.davala... hiç biri galatasaray'da top koşturmuyordur artık. terim'in giderken bıraktığı o 4 yıllık efsane kadro 2001 yazında yaprak dökümüne uğramış adeta dört bir yana savrulmuştu.

    fatih terim'in 1 haziran 2000'de fiorentina'ya imza atışıyla boşalan galatasaray teknik direktörlüğü makamına hagi'nin tavsiyesi üzerine 22 haziran 2000'de getirilen mircea lucescu ilk senesinde jardel takviyeli efsane kadroyla real madrid'e karşı uefa süper kupasını almış, takımını şampiyonlar liginde çeyrek finale taşımış, ikinci senesinde mütevazı bir kadroyla şampiyonlar ligi çeyrek finalini ofsayt gollerle kaçırmış, ligde şampiyon olup üçüncü yıldızı takmış ve bunun ertesinde de bugün hala tartışılan bir biçimde fatih terim'i galatasaray'a geri getirmek için galatasaray'dan gönderilmişti.

    zaten ikinci fatih terim döneminin tereddütlü başlamasının sebebi aslında bu nedenleydi. ortada, 5 yıl boyunca ligi domine etmiş, avrupa'da fırtınalar estirmiş bir takımın dağılması ve ekonomik krizin yarattığı dar boğaz nedeniyle çok zor durumlarda kalan ve tek çaresi son derece mütevazı, gösterişsiz ve neredeyse tamamı kiralık oyunculardan kurulu bir takımla sezon boyunca mücadele etmek olan ve o sezonu, işte bu mütevazı kadroyla şampiyon tamamlamış, şampiyonlar liginin ölüm grubundan son maçta yediği ofsayt golle çıkma şansını yitiren çeyrek finalin kapısından dönen bir lucescu vardı. mircea lucescu'nun o sezon ki imkanlarla elde ettiği başarının akademik olarak incelenmesi gerektiğini düşünürüm. zira; fleurqin, perez, victoria, niculescu gibi oyuncularla barcelona, liverpool, roma gibi takımlara kafa tutabilmek başka bir boyuttur. yani lucescu, 2 sene boyunca, eskimiş ve doymuş bir takımı başarılı bir biçimde ayakta tutmayı başarmıştı. o halde terim'e bu kadar acil şekilde ihtiyaç var mıydı sahiden?

    ama bir yandan da lucescu oynattığı futbol tarzıyla çok fazla eleştiri alıyor, ona tepki gösterenler "taktik anlayışı bazı maçlar için doğru olarak benimsenebilir ancak bunu tüm maçlara yayıyor ve ortaya seyir zevki vermeyen, izleyeni sıkan bir görüntü çıkartıyor." eleştirilerini getiriyor "nerede fatih hoca nerede lucescu, koskoca takım kimlerin eline kaldı!" diye veryansın ediyorlardı.

    23 mart 2002'de galatasaray, lucescu-terim değişikliğine doğrudan yol açacak çok kritik bir olay yaşadı. mevcut başkan cansun yerine canaydın başkan seçildi. özhan canaydın, 23 mart 2002'de mehmet cansun'un yerine göreve gelirken, galatasaray camiasına bir mesaj vermiş önemli bir vaadde bulunmuştu. canaydın, sarı-kırmızılı taraftarlara ve genel kurul üyelerine "gönüllerin teknik direktörünü getireceğim" diyerek açık ve seçik olarak fatih terim ile çalışacağını ilan ediyordu. herkes heyecanlıydı. çünkü g.saray'la 4 sezon üst üste şampiyon olmuş, uefa kupası'nı kazanmış terim yuvaya geri dönüyordu. kaldığı yerden devam edecekti.

    5 mayıs 2002'de lig bitti. g.saray şampiyon oldu. 6 mayıs 2002'de romen teknik direktör mircea lucescu'ya teşekkür edildi ve yollar ayrıldı. beklenen gerçekleşti. galatasaraylı fatih, 7 mayıs 2002'de düzenlenen bir basın toplantısıyla galatasaray'a 4 yıllık imza attı. ritz-carlton otel'de yapılan basın toplantısında özhan canaydın ve fatih terim yan yana oturuyorlardı. iki sevgili, g.saray ve fatih terim yeniden buluşmuştu. kollar sıvandı, takım yeniden kuruldu, hedefler büyütüldü... artık g.saray şampiyonlar ligi şampiyonluğuna oynayacaktı. uefa kupası avrupa'nın 2 numaralı yarışmasıydı. hedef 1 numaralı kupada başarıydı. türkiye ligi ve türkiye kupası ise eşantiyon olacaktı.

    ancak fatih terim'de bir değişiklik vardı. o gün basın toplantısında basın mensuplarına karşı çok üst perdeden konuşuyor, adeta kibirli ve ukala olmak için çaba sarf ediyor gibiydi. o toplantıda, hatırlayanlar ya da araştıranlar bilir 'ben ders almam ders veririm' tarzından enstantaneler sunuyordu. ne de olsa o artık bir türk takımıyla uefa kupası almış ve milan teknik direktörlüğü yapmış bir isimdi. fakat o ego çok kısa bir süre sonra hem ona hem de galatasaray'a pahalıya patlayacaktı.

    aslında terim'in ikinci döneminde başarısız olmasının nedenlerinden biri, ilk döneminde yakaladığı başarıları olduğu söylenebilir.

    birinci fatih terim dönemine göz attığımız zaman genelde bazı kesimler o yıllardaki başarıların oluşmasında terim'in pek payı olmadığını sık sık dillendirirler. terim belki haddinden fazla övülmüş, göklere çıkarılmış olabilir ancak o efsane kadronun yaratılmasında ve potansiyelini yakalamasında başroldedir. belki ilk sezonu olan 1996-97'de hagi, yeni kurulan takım daha oturmamışken tek başına maçlar kazanmasa, terim efsanesi başlamadan biterdi. ya da ikinci sezonu olan 1997-98'de fenerbahçe biraz daha tutarlı bir camia olup 9 puanın kapanmasına izin vermese, o sezon ki şampiyonluk gelmezdi. buna karşılık, ilk sezon ki şampiyonluk 82 puanla ligi domine eden bir takıma aitti ve bunun da baş pay sahibi kuşku yok ki terim'di. ikinci sezon 9 puan geriye düşüldüğünde, ağır eleştiriler hem takıma hem de teknik direktöre yönelikti ama galatasaray yönetimi, galatasaray yönetimi olduğunu göstererek hocasının arkasında durdu ve bunun meyvesini de aldı. bir not olarak şu da belirtilmeli ki, bugün sadece galatasaray değil, hangi takım ligde puan olarak geriye düşse örnek gösterilen o "9 puan geriden gelme" vakası esnasında, 9 puan geriye düşen galatasaray, oldukça gelecek vaadeden bir futbol oynuyordu. yani zamana ihtiyacı olan ve ışık veren bir takımdı.

    örneğin ikinci fatih terim döneminde galatasaray defansı çok eleştirilmiştir. frank de boer çok ağır bulunmuş ve tüm yanlış transferlerden dolayı terim suçlanmıştı. oysa ikinci terim döneminde galatasaray'ın sorunu olan her şey birinci terim döneminde de vardı. galatasaray uefa şampiyonu olurken, yarı finalde leeds deplasmanında kornerden iki gol yiyordu ki herhalde avrupa şampiyonluğuna oynayan bir takım için kabul edilebilir bir durum değildi bu. terim kendi ağzıyla biz savunmayı beceremiyoruz demişti o dönem. 1999-00'deki dördüncü ve son şampiyonlukta, galatasaray belki her maçı kazanıyordu ama gol yemeden bitirdiği maç yok gibiydi. frank de boer vakasının neredeyse aynısı o zaman popescu ile yaşanmıştı ama birincisi takım kazanınca eleştiriler bu kadar ağır olmuyordu, ikincisi ise popescu'nun yanında oynayan bülent korkmaz, de boer'in yanında oynayan bülent korkmaz'dan 8 yaş daha gençti.

    terim'in ikinci dönemindeki o çok konuşulan yanlış transferlerine gelince, şöyle bir arşiv taraması yapıldığında galatasaray'ın birinci terim dönemindeki ilk yabancı transferinin adrian knup olduğunu görürüz. elbetteki bunu bugün birçok kişi hatırlamaz ya da uefa kupası kazanılan senedeki şampiyonlar liginin ilk maçında, istanbul'da hertha berlin karşısında ilk 11'de yer alıp tel tel dökülen ve iki gol yedirten bruno quadros adı kaç kişiye tanıdık gelir? takım sezonu hem türkiye'de hem avrupa'da şampiyon bitirince kimseye tanıdık gelmiyor ama ikinci terim döneminde real sociedad maçında, nihat kahveci karşısında çimlerde sürünen gabriel tamas adı uzun yıllar terim adıyla beraber anıldı da durdu. yani kazanınca tüm problemleri görmezden gelen, ama kaybedince hep bir ağızdan çullanarak bağırmaya başlayan tipik yurdum insanı zihniyeti işte.

    neticede ikinci terim döneminde fatih hocanın eleştirildiği bir çok özellik o ilk döneminde de mevcuttu, üçüncü döneminde de mevcuttu, bugün dördüncü döneminde de halen mevcut. ama türk insanına göre kazanan hoca, kazanan takım her şeyi doğru yapıyor demektir. neticede uefa kupasını alan takımın yaratılmasında büyük payı olan terim, ikinci döneminde de doğru bildiği yoldan ilerleyip benzeri hataları ve doğruları tekrarladı fakat değişen koşullar bu kez aynı sonuçları almasına engel oldu diyebiliriz.

    terim'in italya'ya gidişi nasıl oldu, kendisi mi bunu istedi, yoksa galatasaray'da kalması için uygun koşullar mı oluşmadı bunları kesin olarak bilmek imkansıza yakın. çünkü bugün halen hem faruk süren cephesi hem de fatih terim cephesi o süreçte yaşanan olayları karşı tarafa hata yükleyerek anlatıyor. ancak terim'in galatasaray'dan 2001 yazında değil de 2000 yazında gitmesi bence yanlış bir karardı.

    2000 yazında gitmesi çok yanlıştı çünkü 2000-01 sezonunda alınabilecek bir uefa süper kupası vardı. kazanılması çok muhtemel bir üçüncü yıldız vardı. üstelik bunu 5 yıl üst üste şampiyon olarak başaracaktı ve terim o oturmuş, zirveyi görmüş, hocasına ve birbirlerine alışkın kadrosuyla şampiyonlar ligi şampiyonluğunu zorlayabilirdi. ki terim'den çok daha farklı bir futbol felsefesine sahip lucescu bile o takıma dört yıllık anlayışı değiştirttiği halde o yıl yarı finalin kapısından döndü. terim bildiği ve dört yıldır uygulattığı anlayışla bu kez kupaya bile uzanabilirdi. nitekim 21 mayıs 2000'deki son maçında taraftar "kal bu sene alınacak çok kupa var bu sene" tezahüratıyla ona bunun mesajını veriyordu.

    2001 yazında gitmesi de çok doğru olurdu. çünkü uefa kupasını, uefa süper kupasını kazanmış, şampiyonlar ligi şampiyonu olmuş, efsane bir 11 yaratmış, 5 sene kesintisiz ve ligin heyecanını bile kaçıracak kadar güçlü bir şekilde şampiyon olarak üçüncü yıldızı armaya takmış bir teknik adam için artık gidilecek bir üst yer olmazdı ve en tepeden gidilebilecek tek yer aşağısı olabilirdi.

    nitekim terim'in italya'ya bu bir yıllık erken gidişi bana göre galatasaray'ın şampiyonlar ligi şampiyonluğuna mal olmuş, süper ligde bir şampiyonluğu kaybetmesine ve üçüncü yıldızı bir yıl gecikmeli takmasına yol açmış, aynı zamanda aziz yıldırım'ın görevde kalabilmesine büyük destek olan o ilk şampiyonluğuna (2000-01) sebep olmuştur.

    peki terim italya'da başarılı oldu mu olmadı mı? bu bence ne evet ne hayır diye cevaplanabilecek bir soru. fiorentina'da garip bir başkan ile çalıştı ve italya kupasını kazanmaya giden yolda, takım da iyi futbol oynarken kişisel anlaşmazlıklar sonucu takımdan sezon ortasında ayrıldı.

    milan ise apayrı bir konu. terim'in galatasaray'da oynattığı oyuncuların kişisel özverisine (buna pres de deniyor) dayanan ve hücuma fazla ağırlık veren oyun milan'a ve oradaki dünya çapında futbolculara ne kadar giderdi ki? buna ek olarak italya, lucescu'nun da dediği gibi kazanmaya değil, kaybetmemeye önem veren bir futbol kültürü. inzaghi'ler, maldini'ler, gattuso'lar kendilerine tamamen ters gelen bir futbol anlayışını, üstelik de bir türk'ten öğrenecek değillerdi elbette(!). ayriyeten terim'in görev aldığı 2001-02 milan kadrosu da bir sene sonra (2002-03) şampiyonlar ligini kazanacak olan kadro kadar güçlü değildi. neticede terim hiç yakışık almayacak bir şekilde takımdan kovulduğunda yanılmıyorsam takım ligde az bir puan farkıyla üçüncü durumdaydı ve bu olaydan sonra ligi daha da aşağılarda bitirdi.

    sonrasında terim'in tekrar galatasaray'a gelişine ve lucescu'nun gönderilişini ele alacak olursak, 2000-01 sezonu lucescu için ateşten gömlekle geçirilen bir dönemdi. uefa süper kupa'sını kaldırmıştı ama elindeki kadrosu özgüveni öylesine fazla bir ekipti ki onlara söz geçiremez oldu. onun için sürekli "hagi'nin torpillisi" diyorlardı. ve galatasaray o yıl tarihinin en güçlü kadrolarından birisiyle şampiyonluğu fenerbahçe'ye altın tepside hediye ediyordu.

    2001-02 sezonunda ekonomik kriz yüzünden galatasaray ekonomik bir kadro kurmak zorunda kalmıştı. lucescu'nun kulübün menfaatlerini ön plana çıkararak "maliyeti ucuz bir ekiple de başarılı olurum" söylemi ona güç kazandırdı. gerçekten de çoğunluğu kiralık oyunculardan kurulu, birçok kişinin "ilk 5'e bile zor girer" dediği 10 milyon dolarlık toplama takım mucizeler yarattı. şampiyonlar ligi'nden gelen para yönetime rahat bir nefes aldırdı. ancak kader, terim ile lucescu'yu aynı yolun yolcusu yapmıştı. milan'dan ayrılan terim'in ismi yeniden galatasaray'ın gündemindeydi!

    13 aralık 2001'deki ankaragücü yenilgisi sonrası oyunculara ceza yağmasına lucescu'nun gösterdiği tepki ortalığı karıştırdı. romen hoca, "bu çocuklar olmasaydı kasanıza para girmezdi" dedi. yönetim bu sözler üzerine romen'in ipini çekmeye karar verdi.

    terim'in nabzı yoklandı; "galatasaray'ı sahipsiz bırakmam" sözleri üzerine de hemen düğmeye basıldı. 13 aralık'ı 14 aralık'a (2001) bağlayan gece kulüp başkanı mehmet cansun ve 2. başkan fatih altaylı, terim'in tarabya'daki evinde 7 saat süren bir görüşme yaptı. kendisine lucescu'nun yerine hemen geçmesi teklifi ile gelen galatasaray yöneticilerine terim'in o gün ret cevabı verdiği daha sonra anlaşıldı.

    fatih terim'in o gün kendisini ziyaret ederek "takımın başına geç" teklifinde bulunan cansun ve altaylı'ya " bir takımın başında kontratlı bir hoca varken prensip gereği onun yerine geçmek için idarecilerle görüşmem söz konusu olamaz. kaldı ki bana göre şu an lucescu ile iyi gidiyorsunuz. takımın ahengini bozmanızı tavsiye etmem. ama lucescu giderse o zaman oturur konuşuruz" şeklinde bir değerlendirmede bulunduğu ilerleyen zamanlarda medyada yer aldı. ama 7 saat boyunca başka ne konuştular orası muamma.

    terim’in tarabya nurol sitesi’ndeki evinde gerçekleşen ve 7 saat süren bu görüşmeden sonra bir açıklama yapan fatih altaylı, terim’e resmi bir teklif yapmadıklarını söyledi. altaylı, fatih terim’in kapıda vedalaşırken “galatasaray ihtiyaç duyduğunda tekrar gelirim” dediğini belirterek, gerekirse lucescu yerine fatih terim’le de çalışabileceklerini söyledi.

    olay görüşme gündeme bomba gibi düştü. lucescu, bu girişimden çok rahatsız olmuştu. terim ile lucescu'nun ilk kez karşı karşıya geldiği bu gece, olaya karışan herkesi yaraladı. lucescu, yaşananları hiç unutmayacaktı.

    16 mart 2002'de italyan corriera della sera gazetesine bomba gibi bir demeç verdi lucescu: "şampiyonlar ligi ekonomik olarak kulübe oksijen veriyor. çünkü hâlâ fatih terim zamanındaki borçları ödüyoruz" dedi.

    fakat altaylı, yönetimi özhan canaydın'a devrettikleri günlerde ise bu kez terim'i hedef alan açıklamalar yapmaya başladı. önce bir televizyon kanalında fatih terim’i ima ederek, “takımın başına dönmek için aracılarla haber gönderiyor” dedi. ardından “lucescu, galatasaray tarihinin gelmiş geçmiş en başarılı teknik direktörüdür” açıklamasında bulundu.

    terim ise altaylı'ya şu cevabı veriyordu “bak işte bu doğru. birkaç ay önce koşa koşa evime gelip sabaha kadar kaldıklarında bana lucescu’nun ne kadar büyük hoca olduğunu anlattılar. bu görüşme gizli bir görüşme olduğu için bana ait, ama şimdilik” dedi.

    tüm bunlar olurken beşiktaş başkanı serdar bilgili gelecek sezon (2002-03) için christoph daum'un yerine fatih terim'i getirmek istiyordu. kendisine birkaç tane resmi teklif de yaptı. terim, beşiktaş’tan kendisine yapılan teklifler için “benim galatasaray’da futbolculuğum, hocalığım var. taş yerinde ağırdır” ifadesini kullandı.

    mart ayı galatasaray'da kongre ayıydı ve bu kez terim kartını oynama sırası özhan canaydın'a gelmişti. "seçilirsem gönüllerdeki teknik direktörü getireceğim" sözüyle kongreyi kazandı ve toplama takımla (!) şampiyonluk getiren lucescu'yu gönderdi. ikinci başkan ali dürüst, 6 mayıs 2002'de beklenen açıklamayı yaptı: "lucescu ile yollarımızı ayırma kararı aldık. iki tarafa da hayırlı olsun."

    mucize bir şampiyonluk sonrası kovulan lucescu beşiktaş'a giderken; terim galatasaray'ın başına geçiyordu. beşiktaş başkanı bilgili'nin, "lucescu olmasa terim'i alıyorduk" sözleri bu sezon kaçınılmaz bir rövanşın olacağını gösteriyordu.

    fatih terim’in milan’dan ayrılmak zorunda kalması herkes için çok büyük talihsizlik oldu. çünkü fatih terim türkiye’ye geldikten sonra şöyle bir tablo doğdu: fatih terim her zaman galatasaray’ın başına gelir, bunun lamı cimi yok, ister lucescu, isterse dünyanın en iyi hocası olsun, fatih terim galatasaray’ın başına gelir.

    fatih terim’in geçmişten kalan başarıları diğer tüm unsurları ezip geçecek boyuttaydı. nitekim bunun burukluğunu galatasaraylı taraftarlar yaşadı ve fatih terim galatasaray’a o kadar da muhteşem biçimde dönmedi. o günlerde internet sitelerinde yapılan araştırmalarda, fatih terim gelsin diyenler ile gelmesin diyenlerin oranı aşağı yukarı yüzde 50 yüzde 50 çıktı. fatih terim’e “gelsin” diyenler arasında da lucescu’ya haksızlık edildiğini düşünen önemli bir kısım taraftar vardı.

    milan’da iken 10. haftada görevinden uzaklaştırılması fatih terim’in içinde yara açmıştı. o yüzden gelir gelmez tekrar şampiyon olup fatih terim’in ölmediğini herkese gösterme derdine düştü. bu aynı zamanda çok ciddi bir strateji yanlışı anlamına geliyordu. çünkü galatasaray o dönem son 10 yılda 7 kez şampiyon olmuş, dolayısıyla sportif başarıya asla ihtiyacı olmayan ama buna karşılık ciddi bir yeniden yapılanma ihtiyacı içerisinde olan bir takımdı. hem ali sami yen stadı, hem de maddi yapılanmayı derleyip toparlayabilmek açısından çok ciddi sorunları olan bir noktadaydı. oysa, fatih terim bunu hiç umursamadan kişisel nedenlerle doğrudan doğruya sportif başarıya yöneldi ve bu sportif başarının da ancak transferle geleceği gibi bir saplantıya düştü. bu çok tehlikelidir, işte o noktada fenerbahçe’ye benzersiniz. fazla transfer yapılınca iskelet kurmak zorlaşır. dışarıdan takviye her zaman uyum sağlayamayabilir. takım olmak, kendi öz kaynağına dayanmak çok daha önemli. transferden medet ummak doğru bir yaklaşım değildi.

    oysa lucescu giderken "galatasaray'a gelecek sezon için başarılar diliyorum. bence fatih terim bu şampiyon takımı bozmamalı. bir iki takviyeyle seneye avrupa'da çok iyi işler başarabilirler." diyerek terim'e doğru bir tavsiyede bulunuyordu. fakat terim onu dinlemeyecekti.

    fatih terim’in galatasaray’a ikinci kez gelirken yaptığı şu ana kadar hiç konuşulmamış çok büyük bir yanlışı oldu. fatih terim takımı devralırken hiçbir şekilde kafaca hazırlanmamıştı. belki, zaten şampiyon bir hocanın hazırlanmasına ne gerek vardı diye düşünülebilir, öyle değil. 1996’da takımı aldığında hoca binbir hazırlık içindeydi. milli takımdaki oyunculardan, ümit milli takımdaki oyunculara, nereden kim alınabilir, kimsenin görmediği hangi oyuncu var, genç yetenekler kimler, fatih terim bunların hepsinin farkındaydı ve oyuncuların da peşindeydi. fatih terim italya’ya gidip geldikten sonra, çok meşgul bir insan haline gelmeye başladı. onu futboldan koparacak birtakım süreçler işlemeye başladı. konferanslar, toplantılar, seminerler başka türlü ilişkiler.

    lucescu'nun vasat kadrolardan maksimum verim alma yeteneği gerçekten zannımca da dünya çapındaydı ve eğer galatasaray maddi sorunlar veya başka sebeplerden dolayı güçlü bir takım kuramayacaksa, takımın hocası da bu rumen taktisyen olmaya devam etmeliydi. ancak eğer canaydın söz verdiği gibi dünya çapında 3 yıldız almayı ve 10 yılda yedi şampiyonluk kazanmayı hedefliyorsa, bu takımın hocası da terim olmalıydı.

    nitekim takımın başına terim geçti. fakat maalesef o söz verilen yıldızlar hiçbir zaman gelmedi. ayrıca nedendir bilinmez (belki tahmin edilebilir), terim'in ilk işlerinden biri bülent korkmaz-emre aşık defans ikilisinden vazgeçmek oldu. bence taktik anlamda galatasaray'ın çöküşünün başlangıcı da burada oldu.

    kişisel fikrim teknik direktörlerin oyuncu seçimlerine karışmanın günde maksimum 15 dakikasını futbola veren taraftarlar için anlamsız olduğu yönünde, ancak ligin (2001-02) en az gol yiyen savunmasında (ki savunma hattı uyum ve istikrarın en gerekli olduğu bölüm) arayışlara gitmenin mantıklı hiç bir açıklamasını bulamıyorum.

    burada belli ki terim lucescu'nun mirasından faydalanmak yerine kendi yaratıcılığı ile başarılı olmak istedi. sonra belki medyanın da sürekli gazıyla, eski başarıyı getiren taktiği yeniden uygulamak istedi, ya da istiyormuş gibi davranmak zorunda kaldı: "pres"... bütün spor yazarları öyle bir havadaydı ki, başarılı olmanın tek yolu pres yapmaktı (bizim spor yazarlarının hiçbirinin futboldan anlamadığı, taktik gelişimleri hiç takip etmedikleri, ezberden bildiklerini salladıkları buradan da anlaşılabilir). oysa ne bu doğruydu, ne de pres futbolunu yapacak tipte (eskiden emre-okan-suat) oyuncular artık takımda mevcuttu. zaten pres diye bir taktik de dünyada başka bir üst seviye takım tarafından uygulanmıyordu. (ki lucescu ilk göreve geldiğinde pres futbolunun sadece sürpriz çıkış yakalayan bir takımın işine yarayacağını, ama rakipleri tarafından ciddiye alınan bir galatasaray için uygulanmasının zararlı olacağını, çünkü diğer takımların kısa paslarla bunu kolayca geçebileceğini belirtmişti. ama "adamcağız" hemen terim'e sataşmakla suçlanmış, ikinci terim döneminin sonunda terim'e hakaret eden kişilerce terim'e edilen hakaretlerin benzerlerine maruz kalmıştı).

    terim'in takımı ilk haftalardan itibaren kötü futbol oynadı. takımda gelecek vaadeden felipe kısa zamanda "koşmuyor" diye yollandı (ki kendisi brezilya'ya dönünce iyi işler çıkarmaya devam etti) ama koşmayan bir çok kişi de takımda kaldı. bütün kötü sonuçlara ve futbola rağmen, galatasaray son haftalara kadar beşiktaş'ı şampiyonlukta sıkıştırdı,ve belki son 4-5 hafta üst üste beşiktaş lehine-galatasaray aleyhine olan hatalar olmasa cimbom şampiyon bile olabilirdi. o sene şansla gelen ikincilik, ertesi sene başından itibaren iyice bir çöküntüyle devam edecek ve terim galatasaray'dan ayrılacaktı.

    2002-03 sezonunda galatasaray hakikaten de kıl payı denilebilecek şekilde kaçırdı şampiyonluğu. kabul etmek lazım ki en kibar şekliyle bazı hakem şanssızlıkları da bunda rol oynadı. zaten beşiktaş gümbür gümbür gidiyordu, ama galatasaray son haftaya kadar şampiyonluğu kovaladı. fakat ortada olan bir gerçeği saptamak gerek. fatih terim’i basiretsizlikle suçlamanın, müdahale edemediğini iddia etmenin manası yok. fatih terim o yıl takımını üç kez ipten aldı. o noktaya da kendi getirmişti gerçi. birincisi; fenerbahçe’ye 6-0 yenildikten sonra adana’da deplasmanda 0-0 berabere kaldı ve son iki haftada 5 puan kaybetti. onun hemen arkasından trabzonspor maçı vardı. sakat ve cezalı futbolcuların çokluğuna rağmen, inanın hoca bir anda kaplan kesildi, olaya el koydu ve hemen bir basın toplantısı düzenleyerek “biz daha ölmedik, ayaktayız, taraftarımızı ali sami yen’e bekliyoruz” dedi. stad tıklım tıklım doldu. o coşku içinde maç kazanıldı, iş toparlandı.

    ikincisi, galatasaray hem gençlerbirliği’ne hem de beşiktaş’a yenildi. bunlar da tabii çok ciddi kayıplar. ama bu yenilgilere karşın toparlanıp tekrar şampiyonluk yarışına katılmayı becerdi. bu ikinci toparlayışıydı. üçüncü de 15 mart’taki erteleme maçıydı. şampiyonluk dönemecinde denizlispor’a ali sami yen’de 1-0 yenildi, ama bundan sonra takımını tepetaklak gitmekten aldı. hatta, ligin bitmesine 5 hafta kala trabzon deplasmanında maçı kazanınca oyuncularına “arkadaşlar kutlarım sizi şampiyon oldunuz” dedi soyunma odasında. bu sahne ‘eski açık sarı desene’ filminde var biliyorsunuz. bence de terim haklıydı. ben de teknik direktör olsam o maçtan sonra aynısını söylerdim.

    o sezon ki fiyaskolardan biri de istanbul’daki lokomotiv moskova yenilgisidir. o maç herhangi bir yenilgi değildir. türk futbol tarihinin en büyük fiyaskolarından biridir. galatasaray bir gecede bir yenilgiyle 10 yıl geri gitti. galatasaray bir anda avrupa’da sıradan bir takım haline geldi. birkaç ay öncesine dek avrupa’nın en korkulan takımlarından biri olan galatasaray, bir anda sıradan bir takım haline geldi. hoca böyle fiyaskolara ve felaketlere de yol açtı ama takımını ayakta tutmayı bildi.

    2003-04 sezonu ise adeta terim ve galatasaray için yıkım gibiydi. real sociedad maçı sonrası gazetecilere tamas için "sizin istemediğinizi bilsem her maç ilk 11'e koyarım" dediğinde fatih hoca'nın geldiği noktanın artık galatasaray'a fayda sağlayamayacak bir durum olduğu açığa çıktı. suat usta gibi bir adam tribündeyken tamas ve petre gibi oyunculara şans veren terim, bunları teknik sebeplerle değil, kişisel ilişkiler, problemler yüzünden yaptı büyük ihtimalle. terim başarısızlığa alışık bir insan değil ve başarısız oldukça da daha da batar, hataları artar.

    yine 2003-04'te konya’da galatasaray’ın 1-0 yenildiği bir maç vardır. o yenilgi de herhangi bir yenilgi değildir. sebep neydi? petre ve bratu daha iki gün önce gelmişlerdi. galatasaray’da tek idmana çıktılar ve konya’da 11’e girdiler. takımında 30’a yakın oyuncu var, petre ve bratu’yu oynatmak, diğer 20 kişiye “sizler futbolcu değilsiniz” mesajı vermek gibi oldu.

    terim oyuncu seçimlerinde "benim transferlerim iyidir" saplantısına girdi. baliç’in, pinto’nun, mehmet polat’ın iyi transfer olduğunu kanıtlamaya gereğinden fazla gayret etti. bu da takımda çok çalışmış ve belli bir hak kazanmış kimi futbolcuların şevkini kırdı. arif kesildi, ümit karan yok oldu.

    bülent korkmaz ile ilgili kararı kabul edilemez gibiydi. milli takım’ın son maçında oynamış bir oyuncunun takımdan kesilmesini hiçbir şekilde savunamazsınız. şampiyonlar ligi’ndeki son sociedad maçında galatasaray’ın yediği golde bülent’in hatası vardı. milli takım’ın oynadığı o meşhur letonya maçında da yenilen golde bülent’in hatası vardı. hoca bu hataları anlık hatalar değil de, bülent’teki düşüşün ilk belirtileri olarak değerlendirip bu kararı verdi sanırım. ama faturanın bülent'ten önce başkalarına kesilmesi gerekirdi. bülent korkmaz’a o günlerde belki de tarihinde olmadığı kadar çok ihtiyacı vardı takımın. çünkü bülent gençleri bir arada tutacak tecrübesiyle sahada yönetecek bir kişilikti.

    emre aşık’ın galatasaray’dan gönderilmesine akıl erdirmek hiçbir şekilde mümkün değildi. galatasaray o ayrılıktan yalnızca 6 ay sonra onun konumunda bir oyuncuyu ölesiye aramaya başlamıştı.

    arif erdem önceki yılın gol kralıydı terim’in takımında ve sezona fırtına gibi başlayıp golleri yağdırmaya başladı. terim, felipe ile birlikte arif’i beşinci haftada hiçbir sebep yok iken birden bire takımdan kesti. ve o takımdan kesilmesi arif’i çökertti, arif kendine gelemedi. mesela 99 golü vardı o sırada, 100. golü atması 12 hafta sürdü. arif, düşünün ki, bir önceki yılın gol kralı idi, takımdan kesilince kayboldu gitti. ayrıca burada terim kendi sözleriyle çelişiyor. galatasaray arif’in son dakika gölüyle gaziantepspor’u 2-1 yendiğinde o maçın arkasından fatih terim “bu takıma dünyanın en büyük golcüsü de gelse arif’in yeri başkadır” dedi. sonra ne oldu gördük.

    hakan şükür'ü istemedi. ama hakan şükür'ün gelmesine gücü yetmedi. hakan şükür, takımın içinde terim'e inat başkanla direkt münasebete girdi.

    hakan ünsal aylarca yerlerde süründü, tam toparlanmaya başladı, son 3-4 maçta bazı kıpırdanma belirtileri gösterdi, istanbulspor maçında galatasaray 3-1 yenilmesine rağmen o iyilerden biriydi. tam toparlanırken terim trak diye onun boynunu koparıverdi.

    terim'in o dönem şaşırtan davranışları bununla da sınırlı kalmadı. bir gün odasında felipe'den şikayet ediyordu: "adama 10 numaralı formayı da verdik ama nafile. hiç koşmuyor." yöneticilerden özer saraçoğlu dayanamadı "hoca bu adamı ben getirmedim ki! siz istediniz, aldınız. hiç izlemediniz mi?" ilk kez bir yönetici terim'i kadro konusunda açık açık eleştiriyordu. ama hoca cevap vermedi. çünkü eleştiri haklıydı.

    burada faruk süren ve özhan canaydın kıyaslaması yapmak gerekebilir. faruk süren terim'e transfer yetkisi vermemişti. ama özhan canaydın terim'i futbolda tek yetkili yapmıştı. bunun yanlış olduğunu faruk süren şu şekilde açıklamıştı; "fatih terim, çalışkan, iyi niyetli, galatasaraylı ama yanına mutlaka birilerini vermek lazım. çünkü o atanmış biri. mesela, benim dönemimde basketbolcuların alacaklarını kendi cebinden vermiş. ve bunu da basına sızdırmış. bu iyi niyetle, haddini aşmış bir hareket. sen atanmışsın, seçilmiş değil. bırak da onu seçilmişler yapsın. hırsın, kabiliyetini geçerse bu aptallık olur. haddini bileceksin. popescu'yu ben aldım, sen oynat. galatasaray'da transferleri başkanlar yapar. hagi'yi galatasaray'a ben transfer ettim. fatih, onu aldığımıza inanamadı. bir gün yemekte terim'e sordum:- popescu nasıl bir futbolcu?- iyi futbolcu ama gelse de olur gelmese de.- biz popescu'yu aldık. hayırlı olsun sen onu oynat. taffarel'e gelince... fatih terim, stingacu'yu istiyordu. ama ben onu istemedim ve taffarel'i aldım. hagi'ye ise hiç itiraz etmedi. hatta geleceğine inanamadı."

    yani faruk süren demek istiyor ki, ‘‘fatih terim kötü antrenör değil. ama fatih terim'in kapasitesi bazı şeyleri tek başına yapmaya yetmez. biz, zaman zaman onun kulağını çekerek, zaman zaman da onu tenkit ederek, hırpalayarak ama basının ve kamuoyunun önüne çıktığımızda ondan yana tavır koyarak başarılı olduk.’’

    fatih terim, aynı fatih terim'di. fatih terim'de bir değişim yoktu. terim niye ilk döneminde çok başarılıydı da ikinci döneminde başarısız oldu? faruk süren'in bu cümlelerinde haklılık payı var ve bunun da büyük sorumlularından biri kulüp başkanlığından çok da anlamayan özhan canaydın'dı kuşkusuz...

    terim'in değişik transfer istekleri oluyor. 2013'te de sneijder'i değil kaka'yı istemişti ama aysal doğru bir hamleyle sneijder'i almıştı. kaka zaten 2013 ve sonrasında hiçbir varlık gösteremeyerek kariyerini noktalamıştı. ya da 2019'da falcao transferinde de süreç boyunca gönülsüz bi yaklaşım sergiliyordu ama falcao her zaman falcao değil midir? nitekim mustafa cengiz falcao'yu aldı.

    2004'te terim ile gelinen nokta, gelinmek zorunda olunan bir noktaydı. terim başarısız olmadan, galatasaray'da terim'siz bir gelecek düşünülemezdi. nitekim erman toroğlu ikinci terim dönemi sona erince bu duruma parmak basarak "ama özhan canaydın bir şeyi başardı. eğer fatih terim'i getirmeseydi veya fatih terim gelmeseydi, devamlı olarak g.saray'da görev yapacak teknik adamların ve yönetimlerin üzerinde ‘demokles’in kılıcı' gibi kalacaktı. hem fatih terim, hem canaydın g.saray'da kendilerini bitirdiler." diyordu.

    toroğlu, demokles'in kılıcı benzetmesinde haklı. mesela terim ne zaman boşa çıksa, medya onun ismini görev başındaki galatasaray teknik direktörünü yıpratma unsuru olarak kullandı. ilk dönemindeki başarısının ardından yerine getirilen lucescu'nun görev süresi boyunca hep kıyaslandığı kişi fatih terim oldu ve lucescu durmadan yıpratıldı. ikinci döneminde terim başarısız olduğu için ve sonrada milli takımda bulunduğu için 2004-2011 yıllarında hiçbir teknik direktör yerine adı anılmadı. ne zaman ki galatasaray 2010-11'de en dibe vurdu, işte o zaman ona "gel yeni bir hikaye yaz, sende küllerinden doğ, galatasaray da küllerinden doğsun" dendi. ve bakınız ki terim üçüncü dönemindeki başarısından dolayı, 2017'de milli takım bırakıp boşa çıktığı ilk andan itibaren medya için bu kez de tudor'u yıpratma unsuru oldu.

    nitekim 5 mart 2004'te terim için karar verildi. florya metin oktay tesisleri'nde yapılan görüşmenin ardından, teknik direktör fatih terim ile medya mensuplarının karşısına çıkan başkan özhan canaydın, terim'in görevinden ayrıldığını açıkladı. canaydın, "arada boşluk bırakmamak için görevine seçime kadar devam edecektir. kendisine teşekkür ediyoruz. bugüne kadar bir gün dahi kırılmadık. kardeşliğimiz, ağabeyliğimiz, galatasaraylılığımız ilelebet devam edecektir" dedi. herhangi bir açıklamada bulunmayan teknik direktör fatih terim, başkan canaydın'la kol kola basın odasından ayrıldı.

    20 mart 2004'te galatasaray kulübü'nün olağan seçimli genel kurul toplantısında mehmet cansun'la girdiği yarışta 1353 oy alan özhan canaydın yeniden galatasaray başkanlığına seçildi.

    o gün aynı zamanda terim için ayrılık vaktiydi. terim, son maçından sonra yaptığı açıklamada, galatasaray'da bir daha teknik direktörlük görevi yapmayacağını ifade ederek, şunları söyledi: ''şu anki vedam döneceğimi gösteren bir veda değil. galatasaray'da öğrendiklerim, her şeyi ulu orta kamuoyunun önünde tartışmak değildi. 20.45 itibariyle galatasaray'da teknik direktörlük ceketini tamamen astım. bir daha asla galatasaray'da teknik direktör olarak çalışmayacağım. türkiye'de de çalışmayacağım. vedam biraz geniş kapsamlı veda. maçta mıydım değil miydim bilemedim. insan sevgilisinden, eşinden, çok önemli duygular beslediği insanlardan nasıl zor ayrılırsa, ben de zor ayrılıyorum. açıkçası ali sami yen stadı'nda veda etmek isterdim. oyuncularım her geçen gün atatürk olimpiyat stadı'ndan soğudular. galatasaray her yerde oynamalı ama bir sürü avantajını burada kaybetti'' diye konuştu. 100. yılda (2004-05), yani gelecek sezon takımın başında olamayacağı ile ilgili durumu da değerlendiren terim, ''demek ki olmamamız gerekiyormuş. biz layık değilmişiz. saygı göstermemiz lazım'' dedi.

    kısacası terim çok kırgın gidiyordu. fatih terim o süreç boyunca kendi başarısızlığına katkıda bulunmuş kulüp içi bir çok dinamiği açıklamayarak gerçek bir galatasaraylı olduğunu ispatladı. eminim kendisine verilen ama tutulmayan sözler, uğradığı ihanetler, içinde çalıştığı çok zor koşullar söz konusuydu.

    dünyada her başarılı takım, zirveden sonra dibe vurmuştur. galatasaray da o dönem buna mahkumdu ve aslında bu lucescu'nun ilk sezonu sonunda hagi, emre, okan, popescu, ümit davala, taffarel takımdan ayrıldığında başlayacaktı ama lucescu'nun hesap kitap futbolu ve minimum girdiden maksimum çıkış alabilme yeteneği bunu bir sene erteledi.

    olması gereken, galatasaray'ın geçmişteki başarının taraftarda ve medyada yarattığı krediden bir kaç sezonluk bir maddi düze çıkış ve yeni takım oluşturma için faydalanmasıydı. ancak bunun yerine hemen başarı istendi ki eldeki imkanlar buna izin vermediği gibi, maddi sorunlar da artmaya devam etti.

    ve ikinci fatih terim dönemi aslında, birinci fatih terim döneminin bir yanılsama, tesadüfi başarılarla geçen bir dönem olduğu algısı yarattı. ve bu algı öylesine güçlüydü ki, fatih terim'i galatasaray camiasından tam 7 yıl ayrı düşürdü. ama üçüncü fatih terim dönemi ve dördüncü fatih terim dönemleri de ispatladı ki, aslında yanılsama olan birinci terim dönemi değil, ikinci terim dönemiymiş. çünkü terim ikinci dönemi dışında başarısız olmadı, bu dönemlerde şampiyonluktan tek bir fire bile vermedi. bu, mucizevi bir başarıdır.

    ama imparator 2011'de, bir mayıs akşamı galatasaray'a döndüğünde adeta bir ölüyü diriltecek, kazandığı şampiyonluklar ve şampiyonlar ligi çeyrek finali ile 2002'den sonra takımının adını yeniden avrupa'ya duyuran kişi olarak ikinci döneminin kötü izlerini tamamen silecekti.
App Store'dan indirin Google Play'den alın