5417
şanlı mazisi şöyle bir yazıyla özet geçilmiş olan gevşek de olsa hiyerarşik ilişkiye dayalı bir yapı.
--- alıntı ---
20. yüzyılın başlarında, o dönemin borusu öten en güçlü siyasi hareketi, ittihatçılara yamanarak bir mahalle takımından spor kulübüne dönüştük.
savaş sonrası ittihatçı liderler topuklayıp ülkeyi terk edince 1920'lerin başında osmanlı hanedanına yamandık. osmanlı veliahtı şehzade ömer faruk efendi'yi başkan yaptık.
sonra istanbul'da artık işgal güçlerinin borusunun ötmeye başladığını farkettik. general harrington'a yanaştık. 1920-1922 yılları arasında düzenlenen istanbul işgal liginde mücade ettik. işgal güçleri ile dostluk maçları yaptık. hizmetlerimizin karşılığında bir kupa bile verdiler bize. daha sonra bu kepazeliği kahramanlık hikayesine bile dönüştürdük, ama bu kısmı çok komik olduğu için onu geçelim, gülme krizine giriyorum her seferinde çünkü. (yani algı yönetiminde o kadar başarılı bir camiayız ki tarihimizin en büyük kepazeliğini bile bir başarı hikayesine dönüştürebiliriz.)
daha sonra memleketin güç merkezinin ankara'ya geçmekte olduğunu fark ettik, biraz geç de olsa. hemen başkanımızı ankara'ya göndermeye çalıştık. ancak istanbul'da yediğimiz naneler bilindiği için daha yoldayken kovuldu ve istanbul'a geri çevrildi.
ama vazgeçmedik. ilerleyen yıllarda eski ittihatçı bağlantılarımız sayesinde cumhuriyet düzeni ile barıştık. affedildik. hatta cumhuriyet takımı falan bile olduk.
1930'lu yılların yükselen trendi nazizim, ırkçılık ve faşizmdi. bu kez hızlı davrandık. yerli ve milli nazimiz şükrü saraçoğlu'nu başkan yaptık. varlık vergisi, erzurum toplama kampları gibi muazzam eserleri olan bir şahsiyetti kendisi.
neyse uzatmayalım, böyle böyle, her dönemin en güçlülerine yamanarak yetmişlere kadar yuvarlanıp geldik.
1970'li yıllar bizim için kabustu. çünkü demokrasi ve eşitlik rüzgarları esiyordu. orta sol iktidarlar yüzünden fırsat eşitliği ülke tarihinde tüm zamanlarının zirvesini yaşıyor, sporda, sanatta, bilimde liyakati olan zirveye yükseliyordu. ayrıcalıklar sökmüyordu. dibe vurmuştuk. artık eskişehir'inden trabzon'una anadolu'nun başarılı azimli gençlerinin borusu ötüyordu.
ta ki kenan evren paşamız bu anarşik gidişata el koyana dek.
12 eylül darbesinin ilk yıllarında çok meşguldüler. bize pek el uzatan olmadı. ama 1984 mit raporundaki açık sosyal mühendislik mesajları alınınca devran birden değişti. kendisi de koyu taraftarımız olan kenan paşamızın kanatları altına girdik. tüm futbol hakemlerinin askerlerden oluşması yönünde özel bir kanun çıkarıldı. bu bile bizim için yeterli bir armağandı. çünkü ülkede en güçlü olduğumuz kurumdu ordu.
coştukça coştuk. semtimizdeki orduevi adeta kulüp binamız olmuştu artık. askeriyeden ihale alabilmenin ve orduda paşa olabilmenin en önemli kriteriydi artık kulüp üyeliğimiz. artık dönemin en güçlü nato müteahhitleri başkanımız olmak için birbiriyle yarışıyordu.
sonraki yıllar, asker çevrelerini temsil eden bizimle, istihbarat ve hariciye ağırlıklı diğer iki dersaadet kulübü arasında üçlü rekabetle geçti. hangi yıllarda hangi devlet kurumlarının borusu ötüyorsa, şampiyonluklar da oraya gidiyordu. ama şükür ki artık kupalar hiçbir durumda payitaht-ı saltanat şehrinin dışına çıkmıyordu. 70'li yıllardaki anarşiyi atlatmıştık, düzen tekrar rayına girmişti. herkes yerini ve haddini biliyordu. dersaadetin üç büyükleri ve lige renk katan güzide anadolu kulüpleri vardı artık.
2000'li yıllarda, tıpkı milli mücadele döneminde olduğu gibi, değişen güç merkezlerini kavrayıp pozisyon almakta geç kaldığımız ikinci bir facia daha yaşadık. fetullahçı şebekeye yanaşmakta geç kaldık. daha doğrusu zamanlamayı tutturamadık. o yüzden de bizim için olağan ve rutin bir faaliyet olan şike organizasyonlarımızı biraz abarttığımız bir dönemde, tesadüf eseri bunların radarına takıldık ve enselendik. hemen pozisyon değiştirip bunlara yanaşmaya çalıştık, ama geç kalmıştık. ne onlarcasını üye yaptığımız fetöcü savcılar ne de el altından pensilvanya'ya yaltaklanma çabalarımız falan da kurtaramadı bizi. uluslararası düzeyde şikeci olarak etiketlendik.
ama ilahi bir mucize eseri tam da herşeyden ümidi kesmişten 17-25 aralık hadisesi gerçekleşti. fetullah-akp savaşı patlak vermişti. hemen akp trenine yamandık. bu bizim en azından yurt içindeki hukuki davalardan paklanmamızı sağladı. kurtuluşumuz oldu.
bize bu jesti yapan sultanımızın divan kurulu üyeliği takdimini, bir vefa ve şükran merasimine dönüştürdük.
yani tıpkı yüz yıl önceki gibi, bir ömer faruk efendimiz daha vardı artık.
ama şimdilerde ufak bir sorumuz var...
anadolu kaynakları bazı anarşik yükselişler var yine, futbol arenasında. bunun olası tehlikelerine dair diğer kardeş dersaadet kulüplerini ve kamuoyunu uyandırmaya çalışıyoruz. bu had bilmezliğin, bu gidişatın sonu mazallah ayakların baş olmasıdır.
ama şükürler olsun ki ülkenin sağını da solunu da iktidarını da muhalefetini de şehrimizin elitleri dizayn ettiği için, herkes bizim yanımızda, tek vücut olduk.
bu kabusu da atlatacağız inşallah, zira algı yönetimimiz muazzamdır.
--- alıntı ---
https://eksisozluk.com/entry/101920357
--- alıntı ---
20. yüzyılın başlarında, o dönemin borusu öten en güçlü siyasi hareketi, ittihatçılara yamanarak bir mahalle takımından spor kulübüne dönüştük.
savaş sonrası ittihatçı liderler topuklayıp ülkeyi terk edince 1920'lerin başında osmanlı hanedanına yamandık. osmanlı veliahtı şehzade ömer faruk efendi'yi başkan yaptık.
sonra istanbul'da artık işgal güçlerinin borusunun ötmeye başladığını farkettik. general harrington'a yanaştık. 1920-1922 yılları arasında düzenlenen istanbul işgal liginde mücade ettik. işgal güçleri ile dostluk maçları yaptık. hizmetlerimizin karşılığında bir kupa bile verdiler bize. daha sonra bu kepazeliği kahramanlık hikayesine bile dönüştürdük, ama bu kısmı çok komik olduğu için onu geçelim, gülme krizine giriyorum her seferinde çünkü. (yani algı yönetiminde o kadar başarılı bir camiayız ki tarihimizin en büyük kepazeliğini bile bir başarı hikayesine dönüştürebiliriz.)
daha sonra memleketin güç merkezinin ankara'ya geçmekte olduğunu fark ettik, biraz geç de olsa. hemen başkanımızı ankara'ya göndermeye çalıştık. ancak istanbul'da yediğimiz naneler bilindiği için daha yoldayken kovuldu ve istanbul'a geri çevrildi.
ama vazgeçmedik. ilerleyen yıllarda eski ittihatçı bağlantılarımız sayesinde cumhuriyet düzeni ile barıştık. affedildik. hatta cumhuriyet takımı falan bile olduk.
1930'lu yılların yükselen trendi nazizim, ırkçılık ve faşizmdi. bu kez hızlı davrandık. yerli ve milli nazimiz şükrü saraçoğlu'nu başkan yaptık. varlık vergisi, erzurum toplama kampları gibi muazzam eserleri olan bir şahsiyetti kendisi.
neyse uzatmayalım, böyle böyle, her dönemin en güçlülerine yamanarak yetmişlere kadar yuvarlanıp geldik.
1970'li yıllar bizim için kabustu. çünkü demokrasi ve eşitlik rüzgarları esiyordu. orta sol iktidarlar yüzünden fırsat eşitliği ülke tarihinde tüm zamanlarının zirvesini yaşıyor, sporda, sanatta, bilimde liyakati olan zirveye yükseliyordu. ayrıcalıklar sökmüyordu. dibe vurmuştuk. artık eskişehir'inden trabzon'una anadolu'nun başarılı azimli gençlerinin borusu ötüyordu.
ta ki kenan evren paşamız bu anarşik gidişata el koyana dek.
12 eylül darbesinin ilk yıllarında çok meşguldüler. bize pek el uzatan olmadı. ama 1984 mit raporundaki açık sosyal mühendislik mesajları alınınca devran birden değişti. kendisi de koyu taraftarımız olan kenan paşamızın kanatları altına girdik. tüm futbol hakemlerinin askerlerden oluşması yönünde özel bir kanun çıkarıldı. bu bile bizim için yeterli bir armağandı. çünkü ülkede en güçlü olduğumuz kurumdu ordu.
coştukça coştuk. semtimizdeki orduevi adeta kulüp binamız olmuştu artık. askeriyeden ihale alabilmenin ve orduda paşa olabilmenin en önemli kriteriydi artık kulüp üyeliğimiz. artık dönemin en güçlü nato müteahhitleri başkanımız olmak için birbiriyle yarışıyordu.
sonraki yıllar, asker çevrelerini temsil eden bizimle, istihbarat ve hariciye ağırlıklı diğer iki dersaadet kulübü arasında üçlü rekabetle geçti. hangi yıllarda hangi devlet kurumlarının borusu ötüyorsa, şampiyonluklar da oraya gidiyordu. ama şükür ki artık kupalar hiçbir durumda payitaht-ı saltanat şehrinin dışına çıkmıyordu. 70'li yıllardaki anarşiyi atlatmıştık, düzen tekrar rayına girmişti. herkes yerini ve haddini biliyordu. dersaadetin üç büyükleri ve lige renk katan güzide anadolu kulüpleri vardı artık.
2000'li yıllarda, tıpkı milli mücadele döneminde olduğu gibi, değişen güç merkezlerini kavrayıp pozisyon almakta geç kaldığımız ikinci bir facia daha yaşadık. fetullahçı şebekeye yanaşmakta geç kaldık. daha doğrusu zamanlamayı tutturamadık. o yüzden de bizim için olağan ve rutin bir faaliyet olan şike organizasyonlarımızı biraz abarttığımız bir dönemde, tesadüf eseri bunların radarına takıldık ve enselendik. hemen pozisyon değiştirip bunlara yanaşmaya çalıştık, ama geç kalmıştık. ne onlarcasını üye yaptığımız fetöcü savcılar ne de el altından pensilvanya'ya yaltaklanma çabalarımız falan da kurtaramadı bizi. uluslararası düzeyde şikeci olarak etiketlendik.
ama ilahi bir mucize eseri tam da herşeyden ümidi kesmişten 17-25 aralık hadisesi gerçekleşti. fetullah-akp savaşı patlak vermişti. hemen akp trenine yamandık. bu bizim en azından yurt içindeki hukuki davalardan paklanmamızı sağladı. kurtuluşumuz oldu.
bize bu jesti yapan sultanımızın divan kurulu üyeliği takdimini, bir vefa ve şükran merasimine dönüştürdük.
yani tıpkı yüz yıl önceki gibi, bir ömer faruk efendimiz daha vardı artık.
ama şimdilerde ufak bir sorumuz var...
anadolu kaynakları bazı anarşik yükselişler var yine, futbol arenasında. bunun olası tehlikelerine dair diğer kardeş dersaadet kulüplerini ve kamuoyunu uyandırmaya çalışıyoruz. bu had bilmezliğin, bu gidişatın sonu mazallah ayakların baş olmasıdır.
ama şükürler olsun ki ülkenin sağını da solunu da iktidarını da muhalefetini de şehrimizin elitleri dizayn ettiği için, herkes bizim yanımızda, tek vücut olduk.
bu kabusu da atlatacağız inşallah, zira algı yönetimimiz muazzamdır.
--- alıntı ---
https://eksisozluk.com/entry/101920357