1529
çok sonraları tanıştık biz onunla. onun adını ilk kez radyodan duydum. çocuktum..
neuchatel maçını radyodan dinleyen, bir kulağı da onunla birlikte olan yani her gol atıldığında balkona çıkıp gol diye bağıran ve aslında onunla birlikte yan yana kendine bir tribün yaratan, o arasına deniz giren ve o yıllarda fena halde uzak olan bir şehirdeydik çünkü... bizim balkonumuz çocuk aklımızda tribündü işte. kime ne, her gol atıldığında orada olan binlerle birlikte biz de gol diye bağırmayı böyle öğrenmiştik. bizim balkonumuzdan bize öğrettiği ilk şeyse asla pes etme, hatta yapamazsın dediklerinde çık ve yap idi. bizim balkonla o tribünlerdeki binlerin de hissettiği şey aynıydı.
o yalnızca ali sami yen stadyumu değildi ki. bir mabedden de fazlasıydı. maketten yapılmış ya da yalandan efsaneler üreten bir şey değildi, mutlaka kazanacağızdı orası. öyle geçerdik radyonun başına, binler de tribünlere. ben, bizim balkondan onu öğrendim. bizim balkondan yarattığımız orasıydı çünkü, o, küçük kalplerimize kaybetsen bile hakkını vererek, mücadele ederek ve asla pes etmeyerek inanmayı öğreten bir balkondu. hiç yıkılmayan, esnemeyen balkondan bir tribündü.
çok maçlar çok balkonlar çok hayatlar geçti. bir ömre kaç zafer sığardı ki ya da bir balkona kaç sevinç kaç çocuk yumruğu kaç çocuğun gol sesi, o kadar sığdı işte. şimdi burada uzatmaya gerek yok, istersen müzeden git gör, istersen unutulmaz maçlar serisini aç izle.
benim bir balkondan büyür gol sesim, çocuk yanım, dört döner avrupa’yı baştan ayağı sesimle titretir, titrer karşımda en büyük kulüpler, çocuk balkonumdan gol seslerimi kim duysa dağılır gider, ve benim çocuk sesim, benim balkonum, bir mayıs akşamı danimarka’da kopenhag şehrinde dünyanın bütün çocuk seslerine karışır, her yerde duyulur;
-avrupa şampiyonu galatasaray!
çok sonra tanıştık biz onunla. 2006 yılının 25 kasımıydı. yeni açığa koşarak girmiştik. maçtan çok önceydi. maçtan ziyade onunla tanışmak onu görmek öyle heyecanlıydı ki. ve ben o gün oraya, her golden sonra ali sami yen’e çevirdiğim balkonumu da getirdim. yeni açık eski balkonumdu. seyrettim, seyreder gibi çocukluğumun en güzel anlarını. tanju dedim o dördüncü golü buradan böyle topu sağına çekip mi vurmuştu? kulağımda birden radyodaki ses, ”kral krallığını gösterdi” ve ben o esna krallar gibiyim eski balkonumun yeni açık tribününde.
tribün yeni, hayallerim eski ve şahane... düşünüyorum... prekazi bu çimlerde koşturdu. benim radyoda duyduğum sesler bu tribünlerden geliyordu. ve burada frankfurt’u burada manchester’i yenen bu çimlerde koşturan kahramanlarım değil miydi?
ilk maçlar öyledir bilirsiniz, maça bakmaktan çok sağa sola bakarsınız hayranlıkla. nereye baksam çocukluğuma çıkıyordu, sanki bir babaydım ve oğlumu maça getirmiştim. goller oldu, her golde sevindik, toplamda üç kere oldu, ben yani üç kere balkona çıktım, gol diye bağırdım ama bu kez binlerin mabedi, yenilmez kalesi ve çocuksu coşkulu sesiyle, balkondan yeni açığa koştum yeni açıktan balkona, ama bu kez binlerle bir. kah binlerle tribüne koşturduk o gün, kah benim evin balkonuna..
hiç büyümedi o çocuk, ve hala balkona koşar ne zaman gol atsa cimbom’um. hiç büyümedi de o çocuk. ister yıkılsın isterse yerine kocaman gökdelenler dikilsin, orası benim balkonum, benim çocukluğum, çocuk sevinmem, gol sesim, bir sürü maçım ve anım, orada olsam da olmasam da, çok geç gelsem de yahut hiç gelemeseydim de, orası benim orası bizim balkonumuz, biz oradayız. hem zaten insan çocukluğunu yıkamaz ki insan ancak çocukluğunda yıkanır.
ali sami yen stadyumu. çocuk balkonum, gol sesim, binlerce taraftarla kurduğumuz balkondan köprümüz. nereye büyüsek oraya senin hatıranı dikeriz, kim demiş ki yıkıldı ali sami yen...
bak, duymuyor musun? dinleyin... bir çocuğun gol sevincinde bir balkonda daha tribün olup büyüyor ali sami yen.
neuchatel maçını radyodan dinleyen, bir kulağı da onunla birlikte olan yani her gol atıldığında balkona çıkıp gol diye bağıran ve aslında onunla birlikte yan yana kendine bir tribün yaratan, o arasına deniz giren ve o yıllarda fena halde uzak olan bir şehirdeydik çünkü... bizim balkonumuz çocuk aklımızda tribündü işte. kime ne, her gol atıldığında orada olan binlerle birlikte biz de gol diye bağırmayı böyle öğrenmiştik. bizim balkonumuzdan bize öğrettiği ilk şeyse asla pes etme, hatta yapamazsın dediklerinde çık ve yap idi. bizim balkonla o tribünlerdeki binlerin de hissettiği şey aynıydı.
o yalnızca ali sami yen stadyumu değildi ki. bir mabedden de fazlasıydı. maketten yapılmış ya da yalandan efsaneler üreten bir şey değildi, mutlaka kazanacağızdı orası. öyle geçerdik radyonun başına, binler de tribünlere. ben, bizim balkondan onu öğrendim. bizim balkondan yarattığımız orasıydı çünkü, o, küçük kalplerimize kaybetsen bile hakkını vererek, mücadele ederek ve asla pes etmeyerek inanmayı öğreten bir balkondu. hiç yıkılmayan, esnemeyen balkondan bir tribündü.
çok maçlar çok balkonlar çok hayatlar geçti. bir ömre kaç zafer sığardı ki ya da bir balkona kaç sevinç kaç çocuk yumruğu kaç çocuğun gol sesi, o kadar sığdı işte. şimdi burada uzatmaya gerek yok, istersen müzeden git gör, istersen unutulmaz maçlar serisini aç izle.
benim bir balkondan büyür gol sesim, çocuk yanım, dört döner avrupa’yı baştan ayağı sesimle titretir, titrer karşımda en büyük kulüpler, çocuk balkonumdan gol seslerimi kim duysa dağılır gider, ve benim çocuk sesim, benim balkonum, bir mayıs akşamı danimarka’da kopenhag şehrinde dünyanın bütün çocuk seslerine karışır, her yerde duyulur;
-avrupa şampiyonu galatasaray!
çok sonra tanıştık biz onunla. 2006 yılının 25 kasımıydı. yeni açığa koşarak girmiştik. maçtan çok önceydi. maçtan ziyade onunla tanışmak onu görmek öyle heyecanlıydı ki. ve ben o gün oraya, her golden sonra ali sami yen’e çevirdiğim balkonumu da getirdim. yeni açık eski balkonumdu. seyrettim, seyreder gibi çocukluğumun en güzel anlarını. tanju dedim o dördüncü golü buradan böyle topu sağına çekip mi vurmuştu? kulağımda birden radyodaki ses, ”kral krallığını gösterdi” ve ben o esna krallar gibiyim eski balkonumun yeni açık tribününde.
tribün yeni, hayallerim eski ve şahane... düşünüyorum... prekazi bu çimlerde koşturdu. benim radyoda duyduğum sesler bu tribünlerden geliyordu. ve burada frankfurt’u burada manchester’i yenen bu çimlerde koşturan kahramanlarım değil miydi?
ilk maçlar öyledir bilirsiniz, maça bakmaktan çok sağa sola bakarsınız hayranlıkla. nereye baksam çocukluğuma çıkıyordu, sanki bir babaydım ve oğlumu maça getirmiştim. goller oldu, her golde sevindik, toplamda üç kere oldu, ben yani üç kere balkona çıktım, gol diye bağırdım ama bu kez binlerin mabedi, yenilmez kalesi ve çocuksu coşkulu sesiyle, balkondan yeni açığa koştum yeni açıktan balkona, ama bu kez binlerle bir. kah binlerle tribüne koşturduk o gün, kah benim evin balkonuna..
hiç büyümedi o çocuk, ve hala balkona koşar ne zaman gol atsa cimbom’um. hiç büyümedi de o çocuk. ister yıkılsın isterse yerine kocaman gökdelenler dikilsin, orası benim balkonum, benim çocukluğum, çocuk sevinmem, gol sesim, bir sürü maçım ve anım, orada olsam da olmasam da, çok geç gelsem de yahut hiç gelemeseydim de, orası benim orası bizim balkonumuz, biz oradayız. hem zaten insan çocukluğunu yıkamaz ki insan ancak çocukluğunda yıkanır.
ali sami yen stadyumu. çocuk balkonum, gol sesim, binlerce taraftarla kurduğumuz balkondan köprümüz. nereye büyüsek oraya senin hatıranı dikeriz, kim demiş ki yıkıldı ali sami yen...
bak, duymuyor musun? dinleyin... bir çocuğun gol sevincinde bir balkonda daha tribün olup büyüyor ali sami yen.