6228
sabık teknik direktörümüz.
bir kere şunu söyleyeyim. bu adamı gelirken istemiyordum, -gelmesine karşı çıkmadım-, gittiğinde de niye gitti diye sormadım. çünkü abuklaşmaya başlamıştı. gitmeseydi, neden gitmedi diye sormazdım. fakat bu demek değildir ki adını hiç ağzıma almayacağım.
bir kere, tıpkı 2011/12 sezonunun neredeyse genelinde fatih terim'in oynattığı oyun gibi, bu adamın 2017/18 sezonunun ilk çeyreğinde oynattığı oyun, benim galatasaray'da hasret kaldığım, izlemeye doyamadığım oyundur. ki bu oyunun mucidi de bir bakıma fatih terim'dir. o oyunu nasıl geliştirebileceğimizi düşünmeliyken, başka oyunları tercih etmeye başladık. bu igor tudor döneminde başladı, fatih terim ile devam etti. dediğim fatih terim o oyunun kralı oynattı, yine oynatır.
o oyunu hamza hamzaoğlu oynatsa, yine severdim. isimler değişken. mancini olmuş, prandelli olmuş, klopp olmuş, guardiola olmuş. şey, evet.
yahu bu teknik direktörlük meselesi, kulüpler içinde devamlılığı olan bir müessese değil mi? ister istemez öyle. tabiatı icabı öyle. biri diğerinden devralıyor. devralan selefinden bir takım alıyor sonuçta. 24-28 futbolcuyu, altyapıları, hocaları, eğitmenleri, antrenörleri hepten nasıl değiştireceksin? bir anda, öylece...
aynı şey başkanlık için geçerli ki bu devamlılık arz eden müessese içinde, sadece dursun aydın özbek'ten sonra gelmesi vasfıyla bile mustafa cengiz çok acayip bir başkandır. neyse olay o değil.
şimdi ben, galatasaray'da teknik direktörlük yapmış biri için geçmişe dönük referans veremeyecek miyim?
igor tudor şunu iyi yaptırmıştı, diyorsun. pat. ama şunu da yanlış yapmıştı. doğru. doğruyu yapmaya devam et, yanlışı tekrar etmekten kaçın.
hamza hamzaoğlu şunu iyi yapmıştı, diyorsun. çat. evlat seviciliğinden bağlanıyoruz.
mancini desen öyle, prandelli desen başka türlü.
şimdi biz bu adamlardan hiç mi kazanım elde edemedik? olumlu veya olumsuz olgulardan bir kazanım çıkaramadık mı? çıkaramadıysak, heba olan yıllar... müsriflik... bize yazar tabii.
ne yapalım yani? yok mu sayalım? hiç adını anmayalım mı? gözden uzak olan gönülden de ırak mı olur? böylece tarihten silinmiş mi olurlar?
bir kazanımı yok sayalım demektir bu. evet. tecrübedir sonuçta. yani kazanımdır. olumsuzluklar da kazanım olabilir. ne çıkardığınıza bağlı olarak. oysa gözümüze gözümüze sokmamız lazım. hakikaten gözden ırak olanı unuturuz falan.
kendisi üzerinden fatih terim'e giydirilmesini anlamam. ama sırf igor tudor'u güzelledi -gerçi güzellemeyi geçin adını anmak yetiyor bunun için-, fatih terim'i eleştirdi diye kimilerini tudorcu ilan edenleri hiç anlamam.
bir kişi kendinden olanı eleştiriyorsa, bu, o sevdiği, saydığı kişinin daha iyi olmasını istediği içindir. eleştiri zaten bunun için yapılır ya, neyse.
biz daha kendi içimizde yaşadıklarımızdan ders çıkaramıyor, kazanım elde edemiyoruz, kaldı ki mahallemizden çıkıp dışarıda olanlardan ders çıkaralım.
ulan şu sözlüğe konu dağılmadan bir entri giremiyorum yahu.
ne diyorduk? ha...
bir şeyler hissediyorsam gittim konuştum sence. dedim, sevmiyorum. alimallah, has tudorcuyum!
bir kere şunu söyleyeyim. bu adamı gelirken istemiyordum, -gelmesine karşı çıkmadım-, gittiğinde de niye gitti diye sormadım. çünkü abuklaşmaya başlamıştı. gitmeseydi, neden gitmedi diye sormazdım. fakat bu demek değildir ki adını hiç ağzıma almayacağım.
bir kere, tıpkı 2011/12 sezonunun neredeyse genelinde fatih terim'in oynattığı oyun gibi, bu adamın 2017/18 sezonunun ilk çeyreğinde oynattığı oyun, benim galatasaray'da hasret kaldığım, izlemeye doyamadığım oyundur. ki bu oyunun mucidi de bir bakıma fatih terim'dir. o oyunu nasıl geliştirebileceğimizi düşünmeliyken, başka oyunları tercih etmeye başladık. bu igor tudor döneminde başladı, fatih terim ile devam etti. dediğim fatih terim o oyunun kralı oynattı, yine oynatır.
o oyunu hamza hamzaoğlu oynatsa, yine severdim. isimler değişken. mancini olmuş, prandelli olmuş, klopp olmuş, guardiola olmuş. şey, evet.
yahu bu teknik direktörlük meselesi, kulüpler içinde devamlılığı olan bir müessese değil mi? ister istemez öyle. tabiatı icabı öyle. biri diğerinden devralıyor. devralan selefinden bir takım alıyor sonuçta. 24-28 futbolcuyu, altyapıları, hocaları, eğitmenleri, antrenörleri hepten nasıl değiştireceksin? bir anda, öylece...
aynı şey başkanlık için geçerli ki bu devamlılık arz eden müessese içinde, sadece dursun aydın özbek'ten sonra gelmesi vasfıyla bile mustafa cengiz çok acayip bir başkandır. neyse olay o değil.
şimdi ben, galatasaray'da teknik direktörlük yapmış biri için geçmişe dönük referans veremeyecek miyim?
igor tudor şunu iyi yaptırmıştı, diyorsun. pat. ama şunu da yanlış yapmıştı. doğru. doğruyu yapmaya devam et, yanlışı tekrar etmekten kaçın.
hamza hamzaoğlu şunu iyi yapmıştı, diyorsun. çat. evlat seviciliğinden bağlanıyoruz.
mancini desen öyle, prandelli desen başka türlü.
şimdi biz bu adamlardan hiç mi kazanım elde edemedik? olumlu veya olumsuz olgulardan bir kazanım çıkaramadık mı? çıkaramadıysak, heba olan yıllar... müsriflik... bize yazar tabii.
ne yapalım yani? yok mu sayalım? hiç adını anmayalım mı? gözden uzak olan gönülden de ırak mı olur? böylece tarihten silinmiş mi olurlar?
bir kazanımı yok sayalım demektir bu. evet. tecrübedir sonuçta. yani kazanımdır. olumsuzluklar da kazanım olabilir. ne çıkardığınıza bağlı olarak. oysa gözümüze gözümüze sokmamız lazım. hakikaten gözden ırak olanı unuturuz falan.
kendisi üzerinden fatih terim'e giydirilmesini anlamam. ama sırf igor tudor'u güzelledi -gerçi güzellemeyi geçin adını anmak yetiyor bunun için-, fatih terim'i eleştirdi diye kimilerini tudorcu ilan edenleri hiç anlamam.
bir kişi kendinden olanı eleştiriyorsa, bu, o sevdiği, saydığı kişinin daha iyi olmasını istediği içindir. eleştiri zaten bunun için yapılır ya, neyse.
biz daha kendi içimizde yaşadıklarımızdan ders çıkaramıyor, kazanım elde edemiyoruz, kaldı ki mahallemizden çıkıp dışarıda olanlardan ders çıkaralım.
ulan şu sözlüğe konu dağılmadan bir entri giremiyorum yahu.
ne diyorduk? ha...
bir şeyler hissediyorsam gittim konuştum sence. dedim, sevmiyorum. alimallah, has tudorcuyum!