18
10 kasım 2019 liverpool machester city maçı öncesi liverpool tribünleri önce muazzam bir senkron ile you will never walk alone söyledi. sonra bir saygı duruşu sebebiyle hakem ve oyuncular orta yuvarlakta toplandı. hakemin düdüğü ile beraber 54.000 kişilik stadyumda çıt çıkmadı. öyle ki tvde ses olmayınca alt kattaki daireden gelen sesleri duymaya başladım. o derece, çıt yoktu stadyumda. hakem düdüğü ile saygı duruşu bitince yeniden çılgın bir gürültü başladı. tribün tıklım tıklımdı, hiç boşluk yoktu. taraftar maç boyu maçın içindeydi ve rakibin en ufak nahoş hareketinde taç çizgisi kenarından ayağa kalkıp çılgınca psikolojik baskı yapıyorlardı.
biz ise kendimizi kandırıyoruz. sorsanız çok iyi tribünümüz var. peki gerçekten öyle mi? rakip adı verilen bir kaç kulüp taraftarıyla kıyaslarsanız evet olabilir ama kendimizi dünya devleriyle kıyaslarsak çok gerideyiz. senkron ve kalabalık şekilde beste söyleyemiyoruz, çünkü ultraslan sürekli yeni bir arabesk besteyi az sayıda katılımla söylüyor. you will never walk alone gibi kökleşmiş bir besteyi yıllarca söylesek herkes hakim olur. saygı duruşlarında ya slogan atılıyor, ya ıslık oluyor, ya alkış, ya da vır vır eden taraftarlar oluyor. bir dakika susamıyor ya adam! adı üzerinde "saygı" ama saygıdan bihaberiz. bizim stadlarda asla öyle sessizlik olmuyor. dikkat edin tribünler dolu dediğimizde bile bazı boşluklar kalabiliyor. tıklım tıklım olduğumuz maçlar azdır. sürekli maçın içinde olmuyoruz. sözde taraftar grubu kendi aleminde takılıyor. çekirdekçi tayfa ayrı takılıyor. biz de belli sayıda zavallı, top rakipteyken ıslık çalmak için kendimizi parçalıyoruz. taç çizgisi dibinde rakip türlü türlü hareket yapıyor. bir grup taraftar çıldırırken, diğer bir kesim fotoğraf falan çekiyor. bu gözler, rakip forvetten forma almak için birbirini parçalayan tipler gördü.
sözün özü, tribün kültürü bambaşka bir şey. toplu hareket etmek, taraftar olmak, rakibi ürkütmek, saygılı olmak vb.
bizim bunlara sahip olduğumuzu düşünenlerin gerçeği kabul etmediğini düşünüyorum. bir de değinmeden geçmeyim. hep koreografilerimizle övünürüz. fena yapmıyoruz tamam da, varşova, dortmund düzeyinde falan da değiliz. kendimizi kandırmayalım. problemleri çözmek için önce problemlerin varlığını kabul etmek gerekiyor. gerçekleri görelim ki, en iyi olmak istiyorsak bu uğurda çalışalım.
biz ise kendimizi kandırıyoruz. sorsanız çok iyi tribünümüz var. peki gerçekten öyle mi? rakip adı verilen bir kaç kulüp taraftarıyla kıyaslarsanız evet olabilir ama kendimizi dünya devleriyle kıyaslarsak çok gerideyiz. senkron ve kalabalık şekilde beste söyleyemiyoruz, çünkü ultraslan sürekli yeni bir arabesk besteyi az sayıda katılımla söylüyor. you will never walk alone gibi kökleşmiş bir besteyi yıllarca söylesek herkes hakim olur. saygı duruşlarında ya slogan atılıyor, ya ıslık oluyor, ya alkış, ya da vır vır eden taraftarlar oluyor. bir dakika susamıyor ya adam! adı üzerinde "saygı" ama saygıdan bihaberiz. bizim stadlarda asla öyle sessizlik olmuyor. dikkat edin tribünler dolu dediğimizde bile bazı boşluklar kalabiliyor. tıklım tıklım olduğumuz maçlar azdır. sürekli maçın içinde olmuyoruz. sözde taraftar grubu kendi aleminde takılıyor. çekirdekçi tayfa ayrı takılıyor. biz de belli sayıda zavallı, top rakipteyken ıslık çalmak için kendimizi parçalıyoruz. taç çizgisi dibinde rakip türlü türlü hareket yapıyor. bir grup taraftar çıldırırken, diğer bir kesim fotoğraf falan çekiyor. bu gözler, rakip forvetten forma almak için birbirini parçalayan tipler gördü.
sözün özü, tribün kültürü bambaşka bir şey. toplu hareket etmek, taraftar olmak, rakibi ürkütmek, saygılı olmak vb.
bizim bunlara sahip olduğumuzu düşünenlerin gerçeği kabul etmediğini düşünüyorum. bir de değinmeden geçmeyim. hep koreografilerimizle övünürüz. fena yapmıyoruz tamam da, varşova, dortmund düzeyinde falan da değiliz. kendimizi kandırmayalım. problemleri çözmek için önce problemlerin varlığını kabul etmek gerekiyor. gerçekleri görelim ki, en iyi olmak istiyorsak bu uğurda çalışalım.