5132
--- ön bilgi ---
öncelikle bu girdi mümkün mertebe siyasi tartışmaların dışında kalarak, oralardan örnekler içerecektir. işbu girdinin amacı fenerbahçe'nin 28 şampiyonluk yalanını nasıl işlediğini gözler önüne serebilmektir ve bu amaçla siyasal örneklere ihtiyaç duymaktadır. örnekler tamamen kavramları daha anlaşılır kılmak adına kullanılacaktır.
--- ön bilgi ---
fenerbahçe camiası tutturdu bir "1959 öncesi şampiyonluklar", "28 şampiyonluk" zırvası. peki bu "zırvalar" ciddiye alınmalı mı, yoksa "he anam babam he" diyip geçilmeli mi? benim fikrimce ciddiye alınıp bu saçmalığa dur demeliyiz. neden? işte burada karşımıza bir kavram çıkıyor, post-truth.
post-truth dediğimiz kavram yeni yeni ortaya çıkan, yanlış hatırlamıyorsam 2007'de oxford sözlüğü tarafından yılın kelimesi seçilen bir kavram. temelde yalan haber ancak kendisini fake news'tan ayıran bir nokta var. o da yalanın kurgulanması. post truth türkçe'ye önce gerçek ötesi olarak çevrildi. ancak "gerçek" kelimesi farklı anlamlara geldiğinden dolayı ve truth kelimesini tam ve anlaşılır tercüme edebilmek adına "hakikat sonrası" diye çevirmek daha doğru olacaktır. bana sorarsanız kelimeyi tam karşılayan öbek ise yaratılmış gerçeklik. yalanın gerçeğe dönüşmesi anlamına geliyor bu kelime. fake news dediğimiz şey ise bariz yalan.
öncelikle, bir ara bilgi olarak bir şeyi düzeltme ihtiyacı duyuyorum şu an. bilinen ve kabul gören yanlış gazeteciliğin tarafsız olması gerektiğidir. gazetecilik ve gazeteci tarafsız olamaz, olmamalı. gazeteciliğin doğuşu zaten "bir tarafın sesini duyurmak" olduğundan dolayı ideal gazetecilik doğru tarafı seçebilmek ve onun sesi olabilmektir. "tarafsız gazetecilik" gazeteciler arasında yüz karası olarak adlandırılır. tekrar ediyorum esas mesele yönetilenlerin, azınlıkların ve güçsüz ancak haklıların tarafında olabilmektir. olaylara tarafsız yaklaşabilmek ile tamamen tarafsız olmak çok farklı şeylerdir. en basitinden örnek vermek gerekirse galatasaray fenerbahçe'yi badminton'da, fenerbahçe de galatasaray'ı masa tenisinde yenmiş olsun aynı gün aynı saatte oynanan maçlarda. hangi maçı manşetten, hangi maçı ikinci sayfadan verdiğiniz bile sizin tarafınızı belirler.**
neyin doğru neyin yanlış olduğuna nasıl karar veririz? bunu da uzun uzun anlatacak değilim ancak merak edenler için bana göre en doğru formülasyonu buraya bırakıyorum; kant etiği.
peki medya her zaman etiğe uyuyor mu? hayır çünkü artık gücünün farkında; ihtiyacı olan doğruyu yaratma gücü. iktidar ve medya ilişkisi çok da geçmiş aşamalarını kurcalamadan anlatacak olursak, günümüzde birbirine bağlı ve bağımlı durumda. birisi en önemli haber kaynağı iken diğeri de toplumu manipüle edebilecek güce sahip oldu yıllar içerisinde. bu aşamaya gelinince de post-truth dediğimiz kavram ortaya çıktı. iktidarların toplumu yeniden inşa edebilmek adına bazı söylemlere ihtiyaçları olur ve bunu ancak medya aracılığıyla, toplumu manipüle ederek elde edebilirler. post-truth dediğimiz şey* bir yalanın, kullanılacak politika ve söylemlere uygun olarak çok iyi kurgulanarak ve işlenerek zaman içerisinde "doğruya" dönüşmesi olayıdır. işte burada girdinin başında verdiğim siyasi örnekler devreye giriyor, ancak bu örnekleri sözlük içerisinde tartışmaya açmak istemediğimden dolayı sadece tüm medyanın kabul ettiği şekilde anlatacağım;
soruyorum size, gezi parkı sırasında ortaya çıkan "kabataş olayları" yaşandı mı? kanal d, 6 ay sonra bu olayların aslında yalan olduğunu bizzat kamera kayıtlarıyla kanıtladı. görüntüler ve haberler internette mevcut. dönemin emniyet müdürü de olayı yalanlarken soruşturmayı yürüten savcı da delilsizlikten dolayı soruşturmayı kapattı.
tekrar soruyorum, kabataş olayı yaşandı mı? evet yaşandı. o gün orada hiçbir başörtülü kadın yerde sürüklenmedi, deri eldivenli çıplak insanlar kimsenin üstüne işemedi ama kabataş olayı yaşandı. kabataş olayı ilk ortaya atıldığında takvimler haziran 2013'ü gösteriyordu. kanal d'nin kamera kayıtlarına ulaşması ve yayınlaması ise tam 7 ay sonra oldu, şubat 2014'te. bu 7 aylık süreçte siyaset ve medya bu olayı o kadar güzel işledi ki. önce "mağdur kadın" ile görüştüğünü, daha sonra kamera kayıtlarını izlediğini öne süren gazeteciler ortaya çıktı. tanıklar yaratıldı ve ana haber bültenlerine konuk olarak alındı. daha sonra da bu olay üzerinden siyasi söylemler üretildi ve bunlar politika haline getirildi. 7 ay sonra olayı yalanlamanın bir önemi kalmamıştı zira bu süreçte iktidar gezi parkı eylemcilerini din karşıtı, fetişist zalimler olarak suçlamıştı ve olayları sadece medyadan takip edebilen tarafsız kesimin tek haber kaynağı medyaydı. kabataş olayı gerçekten yaşansaydı "gerçekten" var olsaydı bu olay nasıl kullanılırdı siyasette diye düşünmeye gerek kalmadı çünkü "gerçekmiş" gibi kullanıldı. işte post-truth dediğimiz şey budur. fake news'tan ayıran nokta da budur. ikisi de temelde yalan haber ancak farkı bu. fake news'ı kimse umursamaz, etki yaratmaz. onu post-truth ile yoğurursanız o artık sahte değil gerçek haber olur.
buradan sonrası tamamen, kısaca fenerbahçe ve fenerbahçe medyasının çabasını özetlemek üzerine olacak.
fenerbahçe'nin 1959 öncesi şampiyonluklar sayılsın safsatası yeni değil, ama daha önce hiç ciddiye alınmadı. bunun herkes farkında. ancak bu sefer yönetimde medyayı nasıl kullanabileceğini bilen, yıllarca parça monte eden ancak müthiş üretim yaptığı yönünde toplumu manipüle edebilmiş bir grup var. medyanın ulaştığı gücün farkında olan bir grup. 28 şampiyonluk yalanını post-truth kavramı ile gerçeğe dönüştürmek istiyorlar. peki neler yaptılar, yapıyorlar, yapacaklar?
ilk olarak 28 şampiyonluk yalanının, başarısızlıklarını örtmek için kullandıklarını bilen fenerbahçe taraftarı bu yalana inanan taraftardan daha fazla. hem nicelik hem nitelik olarak. ilk amaç bunları inandırabilmek. 28 şampiyonluğun tarihlerinin basılı olduğu tshirt fenerium tarafından geçen gün satışa sunuldu, hedef 29. şampiyonluk mesajı içeren görsel ve haberler sürekli olarak fenerbahçe spor kulübü'ne ait websitesi ve sosyal medya hesaplarından pompalanıyor. buradaki amaç öncelikle 28 şampiyonluğun bütün taraftar tarafından kanıksanması ve kabul edilmesi. kabul etmenin en kolay yolu alışmaktır. bu kadar dillendirilen bir şeye de bir yerden sonra alışkanlık kazanılması çok olağan ve sık görülen bir şeydir.
#hedef29 tshirtü*: https://www.fenerium.com.tr/...muza-t-shirt/1107790
sabitlenmiş tweet: https://twitter.com/.../1162341252613967872
bunun yanı sıra futbolcular tarafından da 29. şampiyonluk mücadelesinin verildiği söylem olarak dile getiriliyor. fenerbahçe tarihini zerre bilmeyen zanka'nın açıklamaları tesadüf değil. arkasında yönetim tarafından dayatılmış bir kolektif bilinç söz konusu.
zanka'nın açıklamaları: https://twitter.com/...519292043452417?s=19
peki kendilerine tepki gelmeyecek mi? tabi ki gelecek ve bunu öngörmüşler. tolga ciğerci'nin yaptığı "şutlarım çok iyi bunu öbür tarafta göstermiştim" açıklaması oyuncunun dil bilgisinin yetersiz olmasıyla veya talihsizlik olarak açıklanamaz, açıklanmamalı. "öbür taraf" karşıtlık belirten bir ifade. galatasaray'dan "karşıt", "düşman" olarak bahsetmek istiyorlar çünkü galatasaray eğer 28 şampiyonluk olayına tepki koyarsa "bunu yapıyorlar çünkü onlar bizim düşmanımız" demek istiyorlar.
böyle pek çok örnek sunulabilir. daha niceleri var ve eminim hepiniz karşılaştınız bunlarla ama sonuç olarak aynı yere çıkıyor. evet fenerbahçe yönetimi başarısızlığını bir şekilde örtmek istiyor ancak bu sefer aziz yıldırım edasıyla fenerbahçe formasının çeşitli yerlerine yıldız bastıracak kadar da amatör değiller. doğru koşulları oluşturuyorlar. 28 şampiyonluk yalanını ilk ortaya atan nihat özdemir'in bir anda, hiç ortada adı dahi geçmiyorken birkaç gün içerisinde "tek aday" olarak seçime girmesi tabi ki tesadüf değil. fenerbahçeli bir başkanı şahsen ben de bekliyordum ancak uygun koşullar oluştuğunda 1959 öncesi şampiyonlukları en hızlı onaylayabilecek isim şüphesiz nihat özdemir.
peki fenerbahçe bundan sonra ne yapacak? tahminlerimi sıralayayım, öncelikle futbolcuların 29. şampiyonluk mücadelesi söylemlerinin sayısı artar. özellikle serdar aziz ve emre belözoğlu'ndan da böyle söylemler bekliyorum. aynı zamanda galatasaray karşıtlığı söylemleri de yine bu ikili başta olmak üzere gelmeye devam edecektir. hatta arada bir yerde sadık çiftpınar'dan maç sonrası röportajı olarak falan "ben galatasaray altyapısında fenerbahçeli olduğum için çok haksızlık gördüm, fenerbahçe ailem" tadında bir şeyler de gelebilir. daha sonraki süreçte önce fenerbahçe muhabiri gibi gözükmeyen ancak fenerbahçeli olan medya çalışanları televizyon ekranlarında 28 şampiyonluk zırvalıklarına başlar. kimse "verin kardeşim fener'in kupalarını" demez ama herhangi bir galibiyet sonrası "29. şampiyonluk yolunda emre b.'nin rolü çok önemli falan fasarya" tadında araya sıkıştırmalar başlar. o gün geldiğinde anlayın ki 28 şampiyonluk söylemi "normalleşmiştir".
son aşama olarak fenerbahçe yönetimi açık açık savaş ilan eder tff'ye. konuyu yargıya taşıyacağını söyler. beşiktaş zaten '59 öncesinden iki şampiyonluk aldığı için muhtemelen ağzını açmaz hatta destekler. tff de, nihat özdemir yani, uzlaşmacı bir tavır sergiler. der ki kulüpler birliği'ni toplayın, oylayın. kulüpler birliği'nden de onay çıkar ve fenerbahçe'nin 28 şampiyonluk yalanı artık tescilli bir doğru olur. geçmiş olsun. tabi muhtemelen fenerbahçe sadece şampiyonluk sayısıyla kalmaz faizi ile beraber tff'den şampiyonluk primi de alır. bunu almak için istemesine gerek bile olmaz.
peki bu konuda galatasaray'a ne düşüyor? şaka gibi gelebilir ancak bununla mücadele etmenin yolu karşı kamuoyu oluşturmaktan geçiyor sadece. sürekli doğru bilgileri anlatan ve bilen bir kamuoyu. en ideal çözüm bu. galatasaray camiası, taraftarı her 28 şampiyonluk ibaresini gördüğünde "yalancıyı sikmiyorlar ya" tarzı söylemlerini bir kenara bırakıp doğruların peşinde koşmalı, anlatmalı. hıncal uluç her gün fatih terim'e söveceğine birazcık itibarını kullanarak belgelerle yalanlamalı. zaten var olan belgelere ulaşmak, sarı basın kartı sahibi muhabir ve gazeteciler için zor olmasa gerek. sarı basın kartı almak da çok zor değil bu isimler için. galatasaray yönetimi çok dillendirmeden hatta hiç söylemde bulunmadan medya ve entelektüel insan gücüyle savaş açmalı bu 28 şampiyonluk yalanına. fenerbahçe camiası kamuyu yanlış bilgilendirmekte bir beis görmüyor ey galatasaraylı hukukçular!
28 şampiyonluk, 1959 öncesi şampiyonluklar sayılsın gibi söylemlerin arkasında yatan zihniyeti görmezden gelmek ne yazık ki yanlış hamle olacaktır. fenerbahçe gerekli kamuoyunu yarattığı gün iş işten geçmiş olacak. evet ben de farkındayım fenerbahçe'ye bugün 5 yıldız verilse maksimum 15 yıl içerisinde onları tekrar geçeceğimizin ancak olayın nerelere gidebileceğini anlatmaya çalıştım. bugün bu yalanı doğru yapar, o uydurma şampiyonluklara hak kazanırlarsa yarın öbür gün neler isteyebileceklerini hayal etmek bile zor. ve bu sadece bir olay için, nasıl bir dünya'da yaşıyoruz bunu da görmek, düşünmek lazım. tartışmak, konuşmak isteyen herkese açığım. lütfen post-truth'u olur olmadık her yerde galatasaraylılara ve dostlarınıza anlatın. bir gazetecilik öğrencisi ve medya mensubu olarak gücümün farkındayım ancak bu gücün yanlış kalemlerde nasıl bir belaya dönüşebileceğinin de farkındayım. doğrudan ve gerçekten ayrılmayın.
saygı ve selam ile...
öncelikle bu girdi mümkün mertebe siyasi tartışmaların dışında kalarak, oralardan örnekler içerecektir. işbu girdinin amacı fenerbahçe'nin 28 şampiyonluk yalanını nasıl işlediğini gözler önüne serebilmektir ve bu amaçla siyasal örneklere ihtiyaç duymaktadır. örnekler tamamen kavramları daha anlaşılır kılmak adına kullanılacaktır.
--- ön bilgi ---
fenerbahçe camiası tutturdu bir "1959 öncesi şampiyonluklar", "28 şampiyonluk" zırvası. peki bu "zırvalar" ciddiye alınmalı mı, yoksa "he anam babam he" diyip geçilmeli mi? benim fikrimce ciddiye alınıp bu saçmalığa dur demeliyiz. neden? işte burada karşımıza bir kavram çıkıyor, post-truth.
post-truth dediğimiz kavram yeni yeni ortaya çıkan, yanlış hatırlamıyorsam 2007'de oxford sözlüğü tarafından yılın kelimesi seçilen bir kavram. temelde yalan haber ancak kendisini fake news'tan ayıran bir nokta var. o da yalanın kurgulanması. post truth türkçe'ye önce gerçek ötesi olarak çevrildi. ancak "gerçek" kelimesi farklı anlamlara geldiğinden dolayı ve truth kelimesini tam ve anlaşılır tercüme edebilmek adına "hakikat sonrası" diye çevirmek daha doğru olacaktır. bana sorarsanız kelimeyi tam karşılayan öbek ise yaratılmış gerçeklik. yalanın gerçeğe dönüşmesi anlamına geliyor bu kelime. fake news dediğimiz şey ise bariz yalan.
öncelikle, bir ara bilgi olarak bir şeyi düzeltme ihtiyacı duyuyorum şu an. bilinen ve kabul gören yanlış gazeteciliğin tarafsız olması gerektiğidir. gazetecilik ve gazeteci tarafsız olamaz, olmamalı. gazeteciliğin doğuşu zaten "bir tarafın sesini duyurmak" olduğundan dolayı ideal gazetecilik doğru tarafı seçebilmek ve onun sesi olabilmektir. "tarafsız gazetecilik" gazeteciler arasında yüz karası olarak adlandırılır. tekrar ediyorum esas mesele yönetilenlerin, azınlıkların ve güçsüz ancak haklıların tarafında olabilmektir. olaylara tarafsız yaklaşabilmek ile tamamen tarafsız olmak çok farklı şeylerdir. en basitinden örnek vermek gerekirse galatasaray fenerbahçe'yi badminton'da, fenerbahçe de galatasaray'ı masa tenisinde yenmiş olsun aynı gün aynı saatte oynanan maçlarda. hangi maçı manşetten, hangi maçı ikinci sayfadan verdiğiniz bile sizin tarafınızı belirler.**
neyin doğru neyin yanlış olduğuna nasıl karar veririz? bunu da uzun uzun anlatacak değilim ancak merak edenler için bana göre en doğru formülasyonu buraya bırakıyorum; kant etiği.
peki medya her zaman etiğe uyuyor mu? hayır çünkü artık gücünün farkında; ihtiyacı olan doğruyu yaratma gücü. iktidar ve medya ilişkisi çok da geçmiş aşamalarını kurcalamadan anlatacak olursak, günümüzde birbirine bağlı ve bağımlı durumda. birisi en önemli haber kaynağı iken diğeri de toplumu manipüle edebilecek güce sahip oldu yıllar içerisinde. bu aşamaya gelinince de post-truth dediğimiz kavram ortaya çıktı. iktidarların toplumu yeniden inşa edebilmek adına bazı söylemlere ihtiyaçları olur ve bunu ancak medya aracılığıyla, toplumu manipüle ederek elde edebilirler. post-truth dediğimiz şey* bir yalanın, kullanılacak politika ve söylemlere uygun olarak çok iyi kurgulanarak ve işlenerek zaman içerisinde "doğruya" dönüşmesi olayıdır. işte burada girdinin başında verdiğim siyasi örnekler devreye giriyor, ancak bu örnekleri sözlük içerisinde tartışmaya açmak istemediğimden dolayı sadece tüm medyanın kabul ettiği şekilde anlatacağım;
soruyorum size, gezi parkı sırasında ortaya çıkan "kabataş olayları" yaşandı mı? kanal d, 6 ay sonra bu olayların aslında yalan olduğunu bizzat kamera kayıtlarıyla kanıtladı. görüntüler ve haberler internette mevcut. dönemin emniyet müdürü de olayı yalanlarken soruşturmayı yürüten savcı da delilsizlikten dolayı soruşturmayı kapattı.
tekrar soruyorum, kabataş olayı yaşandı mı? evet yaşandı. o gün orada hiçbir başörtülü kadın yerde sürüklenmedi, deri eldivenli çıplak insanlar kimsenin üstüne işemedi ama kabataş olayı yaşandı. kabataş olayı ilk ortaya atıldığında takvimler haziran 2013'ü gösteriyordu. kanal d'nin kamera kayıtlarına ulaşması ve yayınlaması ise tam 7 ay sonra oldu, şubat 2014'te. bu 7 aylık süreçte siyaset ve medya bu olayı o kadar güzel işledi ki. önce "mağdur kadın" ile görüştüğünü, daha sonra kamera kayıtlarını izlediğini öne süren gazeteciler ortaya çıktı. tanıklar yaratıldı ve ana haber bültenlerine konuk olarak alındı. daha sonra da bu olay üzerinden siyasi söylemler üretildi ve bunlar politika haline getirildi. 7 ay sonra olayı yalanlamanın bir önemi kalmamıştı zira bu süreçte iktidar gezi parkı eylemcilerini din karşıtı, fetişist zalimler olarak suçlamıştı ve olayları sadece medyadan takip edebilen tarafsız kesimin tek haber kaynağı medyaydı. kabataş olayı gerçekten yaşansaydı "gerçekten" var olsaydı bu olay nasıl kullanılırdı siyasette diye düşünmeye gerek kalmadı çünkü "gerçekmiş" gibi kullanıldı. işte post-truth dediğimiz şey budur. fake news'tan ayıran nokta da budur. ikisi de temelde yalan haber ancak farkı bu. fake news'ı kimse umursamaz, etki yaratmaz. onu post-truth ile yoğurursanız o artık sahte değil gerçek haber olur.
buradan sonrası tamamen, kısaca fenerbahçe ve fenerbahçe medyasının çabasını özetlemek üzerine olacak.
fenerbahçe'nin 1959 öncesi şampiyonluklar sayılsın safsatası yeni değil, ama daha önce hiç ciddiye alınmadı. bunun herkes farkında. ancak bu sefer yönetimde medyayı nasıl kullanabileceğini bilen, yıllarca parça monte eden ancak müthiş üretim yaptığı yönünde toplumu manipüle edebilmiş bir grup var. medyanın ulaştığı gücün farkında olan bir grup. 28 şampiyonluk yalanını post-truth kavramı ile gerçeğe dönüştürmek istiyorlar. peki neler yaptılar, yapıyorlar, yapacaklar?
ilk olarak 28 şampiyonluk yalanının, başarısızlıklarını örtmek için kullandıklarını bilen fenerbahçe taraftarı bu yalana inanan taraftardan daha fazla. hem nicelik hem nitelik olarak. ilk amaç bunları inandırabilmek. 28 şampiyonluğun tarihlerinin basılı olduğu tshirt fenerium tarafından geçen gün satışa sunuldu, hedef 29. şampiyonluk mesajı içeren görsel ve haberler sürekli olarak fenerbahçe spor kulübü'ne ait websitesi ve sosyal medya hesaplarından pompalanıyor. buradaki amaç öncelikle 28 şampiyonluğun bütün taraftar tarafından kanıksanması ve kabul edilmesi. kabul etmenin en kolay yolu alışmaktır. bu kadar dillendirilen bir şeye de bir yerden sonra alışkanlık kazanılması çok olağan ve sık görülen bir şeydir.
#hedef29 tshirtü*: https://www.fenerium.com.tr/...muza-t-shirt/1107790
sabitlenmiş tweet: https://twitter.com/.../1162341252613967872
bunun yanı sıra futbolcular tarafından da 29. şampiyonluk mücadelesinin verildiği söylem olarak dile getiriliyor. fenerbahçe tarihini zerre bilmeyen zanka'nın açıklamaları tesadüf değil. arkasında yönetim tarafından dayatılmış bir kolektif bilinç söz konusu.
zanka'nın açıklamaları: https://twitter.com/...519292043452417?s=19
peki kendilerine tepki gelmeyecek mi? tabi ki gelecek ve bunu öngörmüşler. tolga ciğerci'nin yaptığı "şutlarım çok iyi bunu öbür tarafta göstermiştim" açıklaması oyuncunun dil bilgisinin yetersiz olmasıyla veya talihsizlik olarak açıklanamaz, açıklanmamalı. "öbür taraf" karşıtlık belirten bir ifade. galatasaray'dan "karşıt", "düşman" olarak bahsetmek istiyorlar çünkü galatasaray eğer 28 şampiyonluk olayına tepki koyarsa "bunu yapıyorlar çünkü onlar bizim düşmanımız" demek istiyorlar.
böyle pek çok örnek sunulabilir. daha niceleri var ve eminim hepiniz karşılaştınız bunlarla ama sonuç olarak aynı yere çıkıyor. evet fenerbahçe yönetimi başarısızlığını bir şekilde örtmek istiyor ancak bu sefer aziz yıldırım edasıyla fenerbahçe formasının çeşitli yerlerine yıldız bastıracak kadar da amatör değiller. doğru koşulları oluşturuyorlar. 28 şampiyonluk yalanını ilk ortaya atan nihat özdemir'in bir anda, hiç ortada adı dahi geçmiyorken birkaç gün içerisinde "tek aday" olarak seçime girmesi tabi ki tesadüf değil. fenerbahçeli bir başkanı şahsen ben de bekliyordum ancak uygun koşullar oluştuğunda 1959 öncesi şampiyonlukları en hızlı onaylayabilecek isim şüphesiz nihat özdemir.
peki fenerbahçe bundan sonra ne yapacak? tahminlerimi sıralayayım, öncelikle futbolcuların 29. şampiyonluk mücadelesi söylemlerinin sayısı artar. özellikle serdar aziz ve emre belözoğlu'ndan da böyle söylemler bekliyorum. aynı zamanda galatasaray karşıtlığı söylemleri de yine bu ikili başta olmak üzere gelmeye devam edecektir. hatta arada bir yerde sadık çiftpınar'dan maç sonrası röportajı olarak falan "ben galatasaray altyapısında fenerbahçeli olduğum için çok haksızlık gördüm, fenerbahçe ailem" tadında bir şeyler de gelebilir. daha sonraki süreçte önce fenerbahçe muhabiri gibi gözükmeyen ancak fenerbahçeli olan medya çalışanları televizyon ekranlarında 28 şampiyonluk zırvalıklarına başlar. kimse "verin kardeşim fener'in kupalarını" demez ama herhangi bir galibiyet sonrası "29. şampiyonluk yolunda emre b.'nin rolü çok önemli falan fasarya" tadında araya sıkıştırmalar başlar. o gün geldiğinde anlayın ki 28 şampiyonluk söylemi "normalleşmiştir".
son aşama olarak fenerbahçe yönetimi açık açık savaş ilan eder tff'ye. konuyu yargıya taşıyacağını söyler. beşiktaş zaten '59 öncesinden iki şampiyonluk aldığı için muhtemelen ağzını açmaz hatta destekler. tff de, nihat özdemir yani, uzlaşmacı bir tavır sergiler. der ki kulüpler birliği'ni toplayın, oylayın. kulüpler birliği'nden de onay çıkar ve fenerbahçe'nin 28 şampiyonluk yalanı artık tescilli bir doğru olur. geçmiş olsun. tabi muhtemelen fenerbahçe sadece şampiyonluk sayısıyla kalmaz faizi ile beraber tff'den şampiyonluk primi de alır. bunu almak için istemesine gerek bile olmaz.
peki bu konuda galatasaray'a ne düşüyor? şaka gibi gelebilir ancak bununla mücadele etmenin yolu karşı kamuoyu oluşturmaktan geçiyor sadece. sürekli doğru bilgileri anlatan ve bilen bir kamuoyu. en ideal çözüm bu. galatasaray camiası, taraftarı her 28 şampiyonluk ibaresini gördüğünde "yalancıyı sikmiyorlar ya" tarzı söylemlerini bir kenara bırakıp doğruların peşinde koşmalı, anlatmalı. hıncal uluç her gün fatih terim'e söveceğine birazcık itibarını kullanarak belgelerle yalanlamalı. zaten var olan belgelere ulaşmak, sarı basın kartı sahibi muhabir ve gazeteciler için zor olmasa gerek. sarı basın kartı almak da çok zor değil bu isimler için. galatasaray yönetimi çok dillendirmeden hatta hiç söylemde bulunmadan medya ve entelektüel insan gücüyle savaş açmalı bu 28 şampiyonluk yalanına. fenerbahçe camiası kamuyu yanlış bilgilendirmekte bir beis görmüyor ey galatasaraylı hukukçular!
28 şampiyonluk, 1959 öncesi şampiyonluklar sayılsın gibi söylemlerin arkasında yatan zihniyeti görmezden gelmek ne yazık ki yanlış hamle olacaktır. fenerbahçe gerekli kamuoyunu yarattığı gün iş işten geçmiş olacak. evet ben de farkındayım fenerbahçe'ye bugün 5 yıldız verilse maksimum 15 yıl içerisinde onları tekrar geçeceğimizin ancak olayın nerelere gidebileceğini anlatmaya çalıştım. bugün bu yalanı doğru yapar, o uydurma şampiyonluklara hak kazanırlarsa yarın öbür gün neler isteyebileceklerini hayal etmek bile zor. ve bu sadece bir olay için, nasıl bir dünya'da yaşıyoruz bunu da görmek, düşünmek lazım. tartışmak, konuşmak isteyen herkese açığım. lütfen post-truth'u olur olmadık her yerde galatasaraylılara ve dostlarınıza anlatın. bir gazetecilik öğrencisi ve medya mensubu olarak gücümün farkındayım ancak bu gücün yanlış kalemlerde nasıl bir belaya dönüşebileceğinin de farkındayım. doğrudan ve gerçekten ayrılmayın.
saygı ve selam ile...