• 5727
    bugün biraz nostalji yapıp eskiye gittim. 2000 sonrası kadrolar ne kadar kötüye gitse de galatasaray futbol takımının avrupadaki mücadelelerde var olan savaşçı mantalitesi hep bir süreğenlilik arz etmiş, avrupa arenasında boy gösterdiği vakit rakipleri tarafından hep saygı ve korkuyla karşılanmıştır. uefa kupası finalinden sonra dağılan kadroyla da kısmen yenileşme ile şampiyonlar liginde yine armamızın ağırlığını hissettirmiş, adımızın olduğu yerde türkün ve türk futbolunun varlığını avrupaya kabul ettirmişiz.

    14 şubat 2001 galatasaray-deportivo maçının 30 dklık özetini izlediğim vakit ilk gözüme çarpan, şanlı stadımız ali sami yende var olan 25 bin taraftarın hep bir ağızdan coşkulu bir tezahürat ile maça sürekli ortak olması.
    hatırlarsınız muhakkak maçı 1-0 kazandık. almanlar gibi disiplinli, ispanyollar gibi teknik, ingilizler gibi hızlı bir oyun stiline sahiptik. nitekim bu savımı destekleyen şey de bir film* repliğine konu olan yine bahsettiğim galatasaray-deportivo maçıydı. galatasarayın almanlar gibi oynadığını söyleyen alman senaristine göre istanbul deplasmanına gidip maçı izlemek beyhudeydi, zira galatasaray'ın maçı kazanacağı gün gibi ortada onlara göre. tıpkı bugün karşımıza şampiyonlar liginde gelecek olan dortmund, sevilla, chelsea, roma gibi takımların bizi eleyeceğini düşünmemiz gibi. bu baştan kabullenişin altında yatan sebep bizim kötü olmamız değil, bu tarz rakiplerin sistemli ve disiplinli futbol anlayışına sahip olması. işte nostalji yaptığımız vakit galatasaray'ı avrupada elit kategoride görmemizin ve dahası yabancıların galatasaray'ı demirden bir kale gibi görmesinin sebebi de bu; disiplin temelli sistematik bir yapı. işte aslında başarının da anahtarı bu.

    2000'lerden sonra bu yapıya en çok yaklaştığımız dönem 2012-2013 sezonuydu. gerek taraftarın bütünleşmesi, gerek kenar yönetiminin kapasitesi gerekse de yönetimin vizyonerliği ile o demirden takım havasına bu yıllarda girdik. elbette bu havaya girebilmek için her zaman ortaya karakter koyan, yürekli ve yeterli ölçüde teknik futbolculardan kurulu olmalı takım. 2012'de kurduğumuz takımın gol yükünü burak,elmander, baroş çekiyor; arkalarından melo, selcuk, emre colak destek veriyor, en geride de ujfalusi takımı maestro gibi tüm kalbiyle yönetiyordu. daha sonra doyamadığımız jardel'in mevkiisine yine izlemelere doyamayacağımız drogba; ve on numara pozisyonuna da sneijder geliyordu. galatasaray futbol kulübünün gelmiş geçmiş en iyi, en mükemmel, en kusursuz, en dominant futbolcusu hakiki efsane hagi'den sonra gözlerimiz gerçek bir on numara izliyordu. iş ahlakı yüksek olan, teknik, disiplinli ve futbolu severek oynayan insanlardan kurulu bir takımın başarısız olması zaten pek mümkün olmamıştır tarihte. nitekim müthiş bir kadro mühendisliği yanında imparatorun kenardan yönetimi de, yine o yıl avrupada başarılı olmamızı, gerçek sahnemize geri dönmemizi ve futbol dünyasına da bir nev'i sarı kırmızı bir nostalji yaşatmamızı mümkün kılmıştır.

    evet bizler nasıl 20 sene öncesinin atmosferini izlerken duygulanıp günümüze içerleniyorsak, avrupa futbolunu uzun yıllar takip edenler de, eski günlerini arayan ve aratan kulüplerin dönüşünde böyle romantik bir nostalji yaşıyor. bugünden örnek verecek olursak kimisi için kizilyildiz bugün şampiyonlar liginde nostalji yaşatmıştır, kimisi içinse bir döneme damgasını vurmuş rumenlerin bugünkü yokluğu futbolun eksikliği olarak göze çarpmıştır. iskoçya'nın, ingiltere'nin ücra bir kasabasında yaşayıp şampiyonlar liginde galatasaray adını duyunca mutlaka duygusal bir havaya giren futbol romantiği birileri vardır. çünkü futbol, geçmişte yaşanılan ve bugün hâlen dilden dile dolaşan hikayelerin üzerine inşaa edilen bir oyun olmuştur hep.

    net hatırlayamıyorum fakat 2000 yılından evvelki 4 senelik sürecin başlangıcı, derwall ve kalli'ye kadar uzanıyor. tabii souness'i de katabiliriz sanırım bu serüven başlangıcına. 96'da gelen şampiyonluk ve efsane hagi'nin gelmesiyle oturmuş bir kadroyla adım adım hedefe giden bir ok gibiydi imparator. yaydan çıktığı vakit geri dönüşü olmayan bir ok. öyle bir ok ki, hedefin zorluğu ve imkansızlığı bir anda silinip basit bir menzilmiş gibi görünebiliyor gözümüze. futbolu basit hale getirip doğru hamlelerle oynamanın en keyifli ve huzurlu yönü de bu işte; her şeyi basit yapıp mükemmel sonuçlar almak. elbette hikayeyi hepimiz biliyoruz, 3-2'lik milan galibiyetiyle başlayan ve kopenhag'da biten bir son.

    ne vakit nostalji yapıp geçmişe gitsek, günümüzle aradaki farkın kapanmayacak derecede açık olması hep hüzünlendirir beni. tabii ki buna sebep olan birçok etken ve parametre var. en başta sayabileceklerimiz;
    - gelişen teknolojiyle tribün kültürünün bitmesi
    - uefa'nın ffp noktasında orta seviyedeki takımlara müsamaha göstermemesi ve bu sebeple büyük kulüplerle açılan makas
    - futbolcuların sosyal medyayla birlikte daha transparan bir hal alan özel hayatı dolayısıyla iş ahlakının düşük seviyelerde seyretmesi (ki bu en mühim problem nazarımda)
    - paranın ön planda olması ve armanın futbolcular tarafından benimsenmemesi
    - kulüp tarihinden ve genlerinden bihaber insanların kulüpte bir şekilde görev alması(yönetici, futbolcu v.s)
    - futbolcuların bireyselliği ön plana çıkarmak ve kendi pr'ını yapmak maksadıyla takım oyununa katkı sağlamaması (bir nev'i iq gerilemesi olarak da görüyorum bunu, çünkü futbol bir takım oyunu, sahada sergilenen performansı takımla birlikte sergileme ve özümseme oyunudur)
    -...
    bütün bu sebeplere ek daha birçok sebep bulunabilir elbet, ben daha çok galatasaray özelinde gidiyorum ama öyle sanıyorum ki her takımın taraftarı kendinden bir şey bulabilir bu sebepler içinde. bizim için hücumun stoperlerden başladığı, müdafaanın ise forvetten başladığı o demir gibi dönemlerden sonra çok sancılı dönemler yaşadık. orta sahaya altyapıdan çıkardığımız emre* gibi bir yeteneği dışardan bile transfer edemedik bir daha. hakan* gibi bir forveti aradı gözlerimiz her hava topunda. orta sahada bir dinamo gibi işleyen üçlü* ve ikili* isimleri andık senelerce. defansa hep bir gladyatör* aradık, kaleye hep bir muhafız*. seneler bu özlem ve arayış içinde sancılı ve buruk bir şekilde geçip gitti. 2006 şampiyonluğu, 2008 uefa serüveni ile nefes alsak da, epey bir inziva dönemi yaşadık 2011'in sonuna dek. nihayet vizyoner bir başkan* ve kulübün genlerinde var olan avrupa arenasını kalbinde yaşayan bir efsane* ile ayağa kalkmasını bildik. zaten biz hep diz çökerdik, etraf büyük görünürdü; biz ayağa kalktığımız vakit ufkumuzda kaybolur herkes, her şey ansızın silik bir renge bürünürdü.

    başarı, galatasaray'da hiçbir zaman cezasız kalmamıştır. bunu en iyi atkılılar anlar, cefasını onlar çeker. nitekim şampiyonlar ligi çeyrek finali* ve lig şampiyonluklarından sonra önce teknik heyet, sonra da yönetim gemiyi terk etti. o günkü şartlar bunu gerektirdi bu oldu, sonrası aydınlık miydi mühim olan bu. ama geçmişe baktığımız vakit başarının cezalandırılmasından sonra boşlukla ve başarısızlıkla dolu yılları görüyoruz. belki yine aynı şeyleri yaşayacaktık, belki de bir çıkış yolu bulup avrupa'nın devi olmaya devam edecektik. prandelli, mancini, mustafa denizli denemelerinden sonra* hamza hamzaoğlu* getirildi takımın başına. ligde iyi bir performans sergileyip 1-0'lık serilerle kedimizin muhteşem performansıyla şampiyonluğu göğüsledik. galatasaray tarihinin belki de en sürpriz şampiyonluğu bu olabilir, hatta bu şampiyonluğa o kadar hazırlıksız yakalanmış olacağız ki şampiyonlar liginde grup performansı olarak en kötü donemimizi geçirdik. ne yazık ki bunda, kulübün mottosundan ve genlerinden bihaber insanların kulüpte görev alıyor olması etkili oldu*. vizyon, kağıt üstünde durduğu kadar basit bir kelime değildi ve vizyoner bir insanın zihninde var olan galatasaray manzarası da bu tabloyla uzaktan yakından alakalı değildi.

    2019'a gireceğiz. avrupada ismimizi bilmeyen yok evet. peki o eski saygınlığımız, iskoçya'nın, ingiltere'nin kasabalarında yaşayan futbol romantiklerinin ve dahası uefa'nın gözünde ne derecededir şimdi? bütün bunları yeniden inşaa etmek sadece bir tek kişinin ya da bir topluluğun elinde değil. yani yönetim, futbolcu, teknik ekip, taraftar bir bütün olarak bu işin bir parçası. iş elbette futbolcuda bitiyor, neticede söz sahada söyleniyor. fakat yaptığı işi iş olarak bile görmeyip iş ahlakından yoksun futbolcularla, elinde telefonla statta ne aradığı belli olmayan sözde taraftarla, ego savaşına geceleri yastığında bir son vermeyen yönetim veya teknik ekiple bu iş müspet bir sonuca bağlanmaz. örneklerini defalarca gördük.

    bugün futbolun realist penceresinden bakıldığında galatasaray'ın ihtiyacı olan şey evvela;

    - bitirici ve yırtıcı bir forvet, çünkü takım topu ileri taşısa dahi ne içeri çevrilen toplara vuracak bir futbolcusu var ne de müdafaayı hücum hattından başlatan bir canavar.

    -sonra devre arası doğru bir antrenman düzeni ve taktik çalışma, kondüsyon yükleme, salt sportif olmayıp aynı zamanda psikolojiye hitap eden programlar. (birebir çalışma, görüşme v.s)

    -sonra, sıkı bir arkadaşlık bağı, yardımlaşma duygusu, ekip havası, egoların arka plana itilmesi ve armanın önemini ve tarihini kavramak icap eder.

    bugün bir futbolcu olarak nottingham forrest'a transfer olursanız o alt liglerde olmanın yarattığı bir rehavet ile kendinizi salabilirsiniz. fakat aynı takımın şanlı tarihini ve sahip olduğu kupaların hikayesini bilirseniz*, kalbinizde bir saygı ve aidiyet duygusuyla mücadele edersiniz.
    futbolcularımızın nerede olduklarını kavradığı bir ikinci dönem diliyorum. umarım uefa'da en az çeyrek final* görüp ligde mutlu sona ulaşabiliriz.

    biz denizde öğrensek de yüzmeyi, esasen okyanusa ulaşmak için kullandık hep denizi. çünkü ruhumuz, kalbimiz, bütün benliğimizle bu renklerin okyanusa ait olduğunu bilir, hep okyanusta var olmak için kulaç atmayı dileriz.

    selam olsun.
App Store'dan indirin Google Play'den alın