1792
(bkz: the devil's candy)
gece şöyle korkmalı, matrak bi' seans yapalım derseniz bu ilginç yapımı öneririm. bir de metal müzikten hoşlanıyorsanız tadından yenmez. yüzeyde şeytan tarafından ele geçirildiğine inana inana kafayı bozmuş ve ona "şeker" arayan hasta bir adamla onun eski evine taşınan aykırı sanatçı ruhlu bir babanın mücadelesini anlatıyor. film, üslubunun yanı sıra başarı-kariyer-derinde yatan istekler ve aile ikilemleri üzerine sunduğu alternatif okumasıyla da ortalamanın üzerine çıkıyor.
(bkz: you were never really here)
we need to talk about kevin'la piyasaya çıkan yönetmen lynne ramsay'in ikinci filmi. kitaptan uyarlama senaryoyu da kendisi yazmış. joaquin phoenix severleri göreve çağıran bir film. ne var ki phoenix'in travma sonrası depresyondan muzdarip, intihara meyilli karakteri için sarf ettiği emeği karakter yazımı çerçevesinde derinlemesine göremedim, flashback'ler öyle trip gibi kaldı. diyaloglar ve monologlar da zaten çok az, aktörün jest/mimik başarısına oynamışlar. konuya gelirsek, iç hayatındaki eziklik ve uyumsuzluk duygusunu kiralık tetikçi olarak dindirmeye çalışan joe'nun, yeni görevi doğrultusunda "elit" bir pedofili organizasyonundan kurtarmaya çalışacağı küçük nina'yla beraber değişen duygu durumlarını izliyoruz. bu haliyle başta taxi driver olmak üzere drive, leon, oldboy hatta küçük nüanslarla psycho gibi filmlere bol bol gönderme yaparak sinefilleri mest ediyor. çekimler, müzikler, görüntü yönetmenliği de festivallere oynuyor ancak dediğim gibi karakterle aramda bir duvar olduğu için bu sahneler biraz sakil kalıp "meyve vermeyen çalım şovu" işlevi gördüler. zayıf yanının senaryo olduğunu söyleyebileceğim film üzerine, boşluklardan yola çıkarak "alternatif gerçeklik" temalı teoriler yürütmekse mümkün.
(bkz: hereditary)
piyasada çok övülen, the exocist ve rosemary's baby gibi babalarla kıyas edilen bir korku filmi, bu yaz vizyona girdi. büyük beklentilerle izlesem de en çok övüldüğü "ani korkutma efekti - jumpscare" davası gütmemesi (ki grafik sahneler mevcut hala) dışında piyasaya kendinden bir şeyler kattığını söyleyemem. okültist takıntıları bulunan büyük annenin ölümünün ardından aile yaşamını oturtmaya çalışan bir annenin çabalarına tanık oluyoruz. çocuklarına birtakım iyi saatte olsunlar musallat oluyor. olay hortlaklı ev klişesinin dışına çıkıp senaryo içerisine atılmış detay parçalarıyla desteklense ve ağır ilerleyiş psikolojik gerilime hizmet etse de o potansiyelle bağlandıkları yer beni hiç tatmin etmedi. çekim ve senaryo akışında da bu seviyedeki bir korku filminde ummayacağım kopukluklar vardı. madem derdimiz efekt değil, öykü anlatımı daha iyi olmalıydı. yine de yönetmenin ilk uzun filmi, bir şeyler denemek istemiş belli. devamına bakacağız.
(bkz: raw)
"çarpıcı bir şey istiyorum, ekran üzerime üzerime gelsin istiyorum." diyorsanız tam size göre. üniversite hayatına başlayıp cinselliğini keşfeden genç bir kızın duygu sarmalları, ailecek vejetaryenken "et hastası" olan bir vaka üzerinden seyirciye sunuluyor. cinsel güdünün temelinde yatan dürtüler sorgulanıyor. gerçekten kaldırması zor sahneler var tabi. bu daha çok fransız ekstremist sinemasında gördüğümüz gerçekçilik kaygısından kaynaklanmış. daha iyi ve derinlemesine yazılabilirmiş, ama bu açığı çarpıcı imgeleriyle elden geldiğince kapatmaya çalışıyor. yemek başında değilseniz sizi şöyle bir silkmesi adına öneririm.
son olarak yukarıda da bahsedilmiş, vizyondaki upgrade düşük bütçesiyle bilim-kurgu ve aksiyonu harmanlayıp sektöre biraz olsun taze hava üflemiş. saw ve insidious serisinin yaratıcısından da daha azı beklenemezdi.
gece şöyle korkmalı, matrak bi' seans yapalım derseniz bu ilginç yapımı öneririm. bir de metal müzikten hoşlanıyorsanız tadından yenmez. yüzeyde şeytan tarafından ele geçirildiğine inana inana kafayı bozmuş ve ona "şeker" arayan hasta bir adamla onun eski evine taşınan aykırı sanatçı ruhlu bir babanın mücadelesini anlatıyor. film, üslubunun yanı sıra başarı-kariyer-derinde yatan istekler ve aile ikilemleri üzerine sunduğu alternatif okumasıyla da ortalamanın üzerine çıkıyor.
(bkz: you were never really here)
we need to talk about kevin'la piyasaya çıkan yönetmen lynne ramsay'in ikinci filmi. kitaptan uyarlama senaryoyu da kendisi yazmış. joaquin phoenix severleri göreve çağıran bir film. ne var ki phoenix'in travma sonrası depresyondan muzdarip, intihara meyilli karakteri için sarf ettiği emeği karakter yazımı çerçevesinde derinlemesine göremedim, flashback'ler öyle trip gibi kaldı. diyaloglar ve monologlar da zaten çok az, aktörün jest/mimik başarısına oynamışlar. konuya gelirsek, iç hayatındaki eziklik ve uyumsuzluk duygusunu kiralık tetikçi olarak dindirmeye çalışan joe'nun, yeni görevi doğrultusunda "elit" bir pedofili organizasyonundan kurtarmaya çalışacağı küçük nina'yla beraber değişen duygu durumlarını izliyoruz. bu haliyle başta taxi driver olmak üzere drive, leon, oldboy hatta küçük nüanslarla psycho gibi filmlere bol bol gönderme yaparak sinefilleri mest ediyor. çekimler, müzikler, görüntü yönetmenliği de festivallere oynuyor ancak dediğim gibi karakterle aramda bir duvar olduğu için bu sahneler biraz sakil kalıp "meyve vermeyen çalım şovu" işlevi gördüler. zayıf yanının senaryo olduğunu söyleyebileceğim film üzerine, boşluklardan yola çıkarak "alternatif gerçeklik" temalı teoriler yürütmekse mümkün.
(bkz: hereditary)
piyasada çok övülen, the exocist ve rosemary's baby gibi babalarla kıyas edilen bir korku filmi, bu yaz vizyona girdi. büyük beklentilerle izlesem de en çok övüldüğü "ani korkutma efekti - jumpscare" davası gütmemesi (ki grafik sahneler mevcut hala) dışında piyasaya kendinden bir şeyler kattığını söyleyemem. okültist takıntıları bulunan büyük annenin ölümünün ardından aile yaşamını oturtmaya çalışan bir annenin çabalarına tanık oluyoruz. çocuklarına birtakım iyi saatte olsunlar musallat oluyor. olay hortlaklı ev klişesinin dışına çıkıp senaryo içerisine atılmış detay parçalarıyla desteklense ve ağır ilerleyiş psikolojik gerilime hizmet etse de o potansiyelle bağlandıkları yer beni hiç tatmin etmedi. çekim ve senaryo akışında da bu seviyedeki bir korku filminde ummayacağım kopukluklar vardı. madem derdimiz efekt değil, öykü anlatımı daha iyi olmalıydı. yine de yönetmenin ilk uzun filmi, bir şeyler denemek istemiş belli. devamına bakacağız.
(bkz: raw)
"çarpıcı bir şey istiyorum, ekran üzerime üzerime gelsin istiyorum." diyorsanız tam size göre. üniversite hayatına başlayıp cinselliğini keşfeden genç bir kızın duygu sarmalları, ailecek vejetaryenken "et hastası" olan bir vaka üzerinden seyirciye sunuluyor. cinsel güdünün temelinde yatan dürtüler sorgulanıyor. gerçekten kaldırması zor sahneler var tabi. bu daha çok fransız ekstremist sinemasında gördüğümüz gerçekçilik kaygısından kaynaklanmış. daha iyi ve derinlemesine yazılabilirmiş, ama bu açığı çarpıcı imgeleriyle elden geldiğince kapatmaya çalışıyor. yemek başında değilseniz sizi şöyle bir silkmesi adına öneririm.
son olarak yukarıda da bahsedilmiş, vizyondaki upgrade düşük bütçesiyle bilim-kurgu ve aksiyonu harmanlayıp sektöre biraz olsun taze hava üflemiş. saw ve insidious serisinin yaratıcısından da daha azı beklenemezdi.