130
‘football: my life, my passion’ (futbol: hayatım, tutkum) isimli 12 bölümden oluşan biyografisinde türkiye anılarına da yer vermiş;
“pazar maçlarından önce cumartesileri antrenman yapardık. sonrasında ben oyuncularla akşam yemeği yer ve ailemin yanına eve giderdim. futbolcular da yataklarına gider, yardımcım ahmet’i (akcan) görevli olarak bırakırdım. kendisi iyi yabancı dil bildiği için futbolcularla iletişimimde bana çok yardımı dokunurdu. yine bir cumartesi gecesi kendisini oyuncuların başında bırakıp, ertesi sabah dönmek üzere florya’dan ayrılmıştım. sabah geri döndüğümde beni beklemekte olan ahmet ‘büyük bir sorunumuz var’ dedi ve ardından olanları anlatmaya başladı. futbolcular oyun odasına gitmiş, yastıkları ve minderleri koymuş, silahlarını çekmiş 30 metre uzunluğunda bir atış poligonu yaratmışlardı. minderlerin önünde de belirlenen bir hedef vardı ve buna ateş edilerek ortaya bir cumartesi gecesi eğlencesi çıkarılmıştı. istanbul’da oyuncularımı bundan dolayı kontrol altında tutmam gerekiyordu.”
bireysel silahlanma;
“fenerbahçe’nin şampiyonluğu kazandığı son lig maçından sonra beşiktaş’ı kendi sahasında yenmiştik. boğazın hemen kenarındaki statlarından yine boğaz boyunca, havalimanı istikametinde florya’ya doğru dönüyorduk. bütün fenerbahçe taraftarları sokaklara çıkmış, klaksonları basarak geçiyordu ve trafik kilitlenmişti. ben otobüsün önünde oturuyordum. dean saunders arka bölümdeydi. fenerbahçeli taraftar arabalarından inmiş otobüsün camına vuruyorlardı. arka taraftaki cama vurulması üzerine futbolcumuz arif erdem çantasına yöneldi, silahını çıkardı ve camı yumruklayan bu adamlara doğrulttu. grup tabii doğal olarak dağılıverdi.”
kadıköye bayrak dikmesi ile ilgili;
“galatasaray’ın başına geçtiğimde fenerbahçeli bir yönetici, ‘galatasaray bir sakata imza attırarak ne yapıyor?’ demişti. ağzı laf yapan, gazetelerde resmi sık çıkan biriydi, o yüzden siması gözümün önünden gitmez. bundan dokuz ay sonra kupa finalinin ilk maçını kazandık. ikinci maçta 1-0 gerideydik. uzatmanın son dakikasında top dean saunders’ın ayağına geldiğinde, statta aşırı düşmanca bir ortam vardı. maçın ardından zaferi kutlamak için sahaya daldık. tellerin üzerinden dev bir galatasaray bayrağı verdiler. oyuncular bayrağı dalgalandırmaya başladı. sıra bana geldiğinde onlar da kupayı almaya orta sahaya gidiyordu. ben de orta saha çizgisine doğru onları takip ettim. boşalmakta olan tribünlere baktım. bahsettiğim fenerbahçeli yöneticinin orada olduğunu gördüm. bir an kendimden geçtim, kendi kendime ‘topal kimmiş sana göstereceğim’ dedim. orta yuvarlağa gittim ve bayrağı oraya diktim.”
kadıköye bayrak dikmesine tepkiler;[bıyıklı adamlarla öpüşmek :) ]
“içeri sağ salim ulaşmam için başımın üstünde tutulan sandalyelerin refakatinde tünele yöneldim. tam kurtuldum diye düşünürken, tünelde fenerbahçeli bir taraftarla karşılaştım. biraz gürültü-patırtı koptu haliyle... soyunma odasına gittim ve ‘evet işte bu. yarın buradan ilk uçakla ayrılacağım. kesin beni kovacaklar’ diye düşündüm. ancak galatasaraylı yöneticiler aşağı geldiklerinde, gözlerinde yaş vardı ve ben bıyıklı adamlarla hayatımda hiç bu kadar çok öpüşüp, kucaklaşmamıştım!”
kadıköydeki bayrağın bıraktığı iz;
“bayrağı dikmekteki amacım fenerbahçe’yi küçük düşürmek değildi. türkiye’ye geldiğimde bana kaba ve saygısızca davranan bir adama cevap veriyordum. günümüzde istanbul’da galatasaray’ın dükkanlarına giderseniz, bayrak dikerkenki anımın gerçek boyutlu resimlerini görebilirsiniz. ve g.saray’ın iç saha maçlarında rakipten birinin aynı şeyi deneyip sahaya bir bayrak dikmesini engellemek için maçın başından saha çevresinin temizlendiğini görürsünüz.”
gece yarısı ekspresi doğru değil;
“ben de buna ‘kesinlikle öyle değil’ şeklinde yanıt veriyordum. ki bunu şuna rağmen söylüyordum; ülkeye ilk geldiğimde adnan polat ile yaşadığımız bir olay vardı. galatasaray asbaşkanı, beni eşimle birlikte yemek yemeye şehre götürüyordu. sonrasında ev bakmaya da gidecektik ama yoğun bir trafik vardı. o sırada dört-beş araç önümüzde olan bir araba sağa çekti, içinden elinde silahıyla bir adam fırladı, başka bir adamı sokağın ortasında kovalamaya başladı. neler döndüğünü kim bilebilir ki... sanırım bir çeşit türk tarzı bir yol kavgasıydı”
tugay'ın blackburn rovers'a transferi ile ilgili;
“tugay yaptığmız en iyi transferlerden biri oldu. mizah anlayışı zengin, ingilizcesi olan birisiydi. tugay’ın orta sahadaki rolü, o dönem takımın oyun stilinde belirleyiciydi. müthiş bir tekniği vardı ve süper bir top dağıtıcısıydı. keşke ingiltere’ye daha genç bir yaşında gelseydi, çok daha iyi bir futbolcu olurdu”
istanbul zamanları;
“istanbul’daki yaşantımdan keyif aldım” dedi. çocuğunun orada uluslararası bir okula gittiğini de dile getiren iskoç teknik adam, “istanbul’u sevdik. bir çok dostluklar kurduk, futbolda da işler yolunda gitti”
“pazar maçlarından önce cumartesileri antrenman yapardık. sonrasında ben oyuncularla akşam yemeği yer ve ailemin yanına eve giderdim. futbolcular da yataklarına gider, yardımcım ahmet’i (akcan) görevli olarak bırakırdım. kendisi iyi yabancı dil bildiği için futbolcularla iletişimimde bana çok yardımı dokunurdu. yine bir cumartesi gecesi kendisini oyuncuların başında bırakıp, ertesi sabah dönmek üzere florya’dan ayrılmıştım. sabah geri döndüğümde beni beklemekte olan ahmet ‘büyük bir sorunumuz var’ dedi ve ardından olanları anlatmaya başladı. futbolcular oyun odasına gitmiş, yastıkları ve minderleri koymuş, silahlarını çekmiş 30 metre uzunluğunda bir atış poligonu yaratmışlardı. minderlerin önünde de belirlenen bir hedef vardı ve buna ateş edilerek ortaya bir cumartesi gecesi eğlencesi çıkarılmıştı. istanbul’da oyuncularımı bundan dolayı kontrol altında tutmam gerekiyordu.”
bireysel silahlanma;
“fenerbahçe’nin şampiyonluğu kazandığı son lig maçından sonra beşiktaş’ı kendi sahasında yenmiştik. boğazın hemen kenarındaki statlarından yine boğaz boyunca, havalimanı istikametinde florya’ya doğru dönüyorduk. bütün fenerbahçe taraftarları sokaklara çıkmış, klaksonları basarak geçiyordu ve trafik kilitlenmişti. ben otobüsün önünde oturuyordum. dean saunders arka bölümdeydi. fenerbahçeli taraftar arabalarından inmiş otobüsün camına vuruyorlardı. arka taraftaki cama vurulması üzerine futbolcumuz arif erdem çantasına yöneldi, silahını çıkardı ve camı yumruklayan bu adamlara doğrulttu. grup tabii doğal olarak dağılıverdi.”
kadıköye bayrak dikmesi ile ilgili;
“galatasaray’ın başına geçtiğimde fenerbahçeli bir yönetici, ‘galatasaray bir sakata imza attırarak ne yapıyor?’ demişti. ağzı laf yapan, gazetelerde resmi sık çıkan biriydi, o yüzden siması gözümün önünden gitmez. bundan dokuz ay sonra kupa finalinin ilk maçını kazandık. ikinci maçta 1-0 gerideydik. uzatmanın son dakikasında top dean saunders’ın ayağına geldiğinde, statta aşırı düşmanca bir ortam vardı. maçın ardından zaferi kutlamak için sahaya daldık. tellerin üzerinden dev bir galatasaray bayrağı verdiler. oyuncular bayrağı dalgalandırmaya başladı. sıra bana geldiğinde onlar da kupayı almaya orta sahaya gidiyordu. ben de orta saha çizgisine doğru onları takip ettim. boşalmakta olan tribünlere baktım. bahsettiğim fenerbahçeli yöneticinin orada olduğunu gördüm. bir an kendimden geçtim, kendi kendime ‘topal kimmiş sana göstereceğim’ dedim. orta yuvarlağa gittim ve bayrağı oraya diktim.”
kadıköye bayrak dikmesine tepkiler;[bıyıklı adamlarla öpüşmek :) ]
“içeri sağ salim ulaşmam için başımın üstünde tutulan sandalyelerin refakatinde tünele yöneldim. tam kurtuldum diye düşünürken, tünelde fenerbahçeli bir taraftarla karşılaştım. biraz gürültü-patırtı koptu haliyle... soyunma odasına gittim ve ‘evet işte bu. yarın buradan ilk uçakla ayrılacağım. kesin beni kovacaklar’ diye düşündüm. ancak galatasaraylı yöneticiler aşağı geldiklerinde, gözlerinde yaş vardı ve ben bıyıklı adamlarla hayatımda hiç bu kadar çok öpüşüp, kucaklaşmamıştım!”
kadıköydeki bayrağın bıraktığı iz;
“bayrağı dikmekteki amacım fenerbahçe’yi küçük düşürmek değildi. türkiye’ye geldiğimde bana kaba ve saygısızca davranan bir adama cevap veriyordum. günümüzde istanbul’da galatasaray’ın dükkanlarına giderseniz, bayrak dikerkenki anımın gerçek boyutlu resimlerini görebilirsiniz. ve g.saray’ın iç saha maçlarında rakipten birinin aynı şeyi deneyip sahaya bir bayrak dikmesini engellemek için maçın başından saha çevresinin temizlendiğini görürsünüz.”
gece yarısı ekspresi doğru değil;
“ben de buna ‘kesinlikle öyle değil’ şeklinde yanıt veriyordum. ki bunu şuna rağmen söylüyordum; ülkeye ilk geldiğimde adnan polat ile yaşadığımız bir olay vardı. galatasaray asbaşkanı, beni eşimle birlikte yemek yemeye şehre götürüyordu. sonrasında ev bakmaya da gidecektik ama yoğun bir trafik vardı. o sırada dört-beş araç önümüzde olan bir araba sağa çekti, içinden elinde silahıyla bir adam fırladı, başka bir adamı sokağın ortasında kovalamaya başladı. neler döndüğünü kim bilebilir ki... sanırım bir çeşit türk tarzı bir yol kavgasıydı”
tugay'ın blackburn rovers'a transferi ile ilgili;
“tugay yaptığmız en iyi transferlerden biri oldu. mizah anlayışı zengin, ingilizcesi olan birisiydi. tugay’ın orta sahadaki rolü, o dönem takımın oyun stilinde belirleyiciydi. müthiş bir tekniği vardı ve süper bir top dağıtıcısıydı. keşke ingiltere’ye daha genç bir yaşında gelseydi, çok daha iyi bir futbolcu olurdu”
istanbul zamanları;
“istanbul’daki yaşantımdan keyif aldım” dedi. çocuğunun orada uluslararası bir okula gittiğini de dile getiren iskoç teknik adam, “istanbul’u sevdik. bir çok dostluklar kurduk, futbolda da işler yolunda gitti”