8540
adam gelmiş efendice ortaya bir tez koymuş. demiş ki: takım boyu kısayken (hamza dönemi) daha randımanlı oynuyordu, uzayınca (denizli dönemi) fiziksel olarak rolünü kaldıramadı. beğenmiyorsan karşısına adam akıllı bir "fikir" koyarsın. biliyorum, biraz zor ama medenice tartışma budur. "bok gibi takım izleyin, size müstahak..." deyince neyi çözüyorsun? sen de de ki: "şu şu şu sebepten dediğinin geçerliliği yoktur."
neyse, biz konuya devam edelim. baskılı oynayan hemen her takım defansını ileride kurup topu dar alanda çevirir. böylelikle futbolcular fazla efor sarf etmeden topun hakimiyetini elde ederler. madem öyle herkes böyle oynasın? öyle olmuyor işte. sen oyunu karşı alana yıktığında çat pat topu kaybedersen rakibin kontralarla malamat eder seni. bunun için pas oyununa uygun oyuncularının olması lazım elinde. bizim orta saha oyuncularımız bence bu iş için biçilmiş kaftan. selçuk, bilal, emre, jose bu pas işini çok güzel kotarabilir. stoperlerimiz her ne kadar kendi görevlerinde on numara olmasalar da teknik olarak iyiler. chedjou ve hakan da bu oyuna rahatça dahil olabilir. sneijder ve podolski zaten çocukluklarından beri o mantaliteyle yoğrulmuş adamlar. tek sıkıntımız forvet mevkisinde. hamza, beğenelim veya beğenmeyelim, bu sistemi takıma benimsetmeye başlamıştı. hamza'nın bu sezonu için konuşuyorum, ligdeki hiçbir maçta kötü oynamadı takım. buna içeride kaybettiğimiz osmanlı ve deplasmandaki rize maçı da dahil. ha takımın sorunu gol yemesiydi. onun sebebi de yukarıda bahsettiğim stoperlerimizin teknik olarak iyi fakat savunmadayken yavaş ve tek hamleli olmalarından kaynaklanan hatalardı. bu sıkıntımızı da yediğimizden fazlasını atarak absorbe edebiliyorduk. sonra denizli geldi ve tahminimce şunu düşündü: bu takım çok gol yiyor, defansı geriye çekersem bu sorunu halledebilirim. bunu ofsaytın bambaşka olduğu, geri pasınsa hiç olmadığı seksenlerde düşünse sıkıntı yok da 2015-2016'da epey "çağdışı" oluyor işte. çünkü böyle yapınca rakibine kendi yarı sahasına hapsedemiyorsun. 2004 avrupa şampiyonası'ndan beri de küçük takımlar da dahil iyi kötü herkes savunma yapabiliyor zaten. nihayetinde sen rakibe topyekün baskı uygulayamazsan ve forvetlerinden de fevkalbeşer isimler değilse ki bizimkiler yakınından bile geçmez bu tanımın, gol atamıyorsun. golü bulamayınca da takımın üzerindeki mental stres artıyor ve bunun sonunda hatalar silsilesi meydana geliyor, golü yiyen sen oluyorsun. şimdi selçuk olayın neresinde? birince senaryoda, yani hamza döneminde selçuk dişlinin sadece bir parçasıydı. fakat önemli bir parçasıydı tabii. insanların eleştirdiği o yan paslarla topu takımda tutuyor, arkadaşlarını rahatlatıyordu. deplasmandaki rize maçını hatırlayalım. selçuk, maçın başlarında sakatlanıp çıktıktan sonra çok iyi giden oyunumuz bozuldu. takım top tut(a)madı çünkü ayağında. peki ikinci senaryoda selçuk olayın neresinde? denizli gol yemeyeceğini düşünerek defans çizgisini kale önüne çekmiş vaziyette. topun ileri uca aktarılması lazım. görev kime düşüyor? selçuk'a. rakip hücuma çıktı, defansa kadar adam kovalama görevi kimde? selçuk'ta. rakiplerinde muhtemelen iki tane ön libero var, onların presiyle kim boğuşuyor? selçuk. "ne var la bunda? günümüzde bütün orta sahalar bunları yapıyor zaten!" diyebilirsiniz fakat bu aksiyonları bir 40 metrede yapmak var, bir de 70 metrede. üstüne üstlük forvetimiz umut top tutma hasletine dünyadaki en uzak oyunculardan birisi. ileri uca giden toplar duvardan seker gibi karşı atak olarak bize dönüyor. senin bu mesafede top oynaman im-kan-sız. bu sistemde payandalık görevi gören selçuk'un da bu yükü kaldırması mümkün değil ki zaten son iki üç maçta tel tel dökülmeye başlamıştı. şayet üç ciğerli bir mutant değilse hiçbir futbolcu bu yükü uzun süreler taşıyamaz. hamza döneminde beğendiğimiz jose'yi neden denizli döneminde aforoz ettik sanki? halis muhlis pas oyuncusu olan jose'ye "gardaş, sen orta sahaya geç hem at gibi koş hem de pasların hatasız olsun." dersen hem oyuncuyu yok edersin hem de takımı sabote edersin. çünkü o adam da sneijder, podolski gibi belli bir mantalite ürünü olarak yetişmiş. cruyff'tan bu yana gelen ve real de dahil tüm ispanyol futbolunu etkileyen barcelona mantalitesiyle. barça, o ayılıp bayıldığımız oyununu defansını ta orta sahaya çekerek oynuyor. pes'te bile simule edilmiştir bu olay.
hülasa, selçuk'un milli takımda iyi oynayıp bizde kötü oynamasını "milli takımda kankileri var yea..., her şeyi ona göre mi ayarlayacağız yea..." gibi fikir kırıntılarıyla şerh etmeye kalkarsan olayı tesadüflere bağlamış olursun. tesadüflere kimin inandığını söylemeyeceğim, onun yerine yirmi dört asır önce yaşamış bir adamdan, socrates'ten alıntı yapacağım: kainatta tesadüfe tesadüf edilemez.
neyse, biz konuya devam edelim. baskılı oynayan hemen her takım defansını ileride kurup topu dar alanda çevirir. böylelikle futbolcular fazla efor sarf etmeden topun hakimiyetini elde ederler. madem öyle herkes böyle oynasın? öyle olmuyor işte. sen oyunu karşı alana yıktığında çat pat topu kaybedersen rakibin kontralarla malamat eder seni. bunun için pas oyununa uygun oyuncularının olması lazım elinde. bizim orta saha oyuncularımız bence bu iş için biçilmiş kaftan. selçuk, bilal, emre, jose bu pas işini çok güzel kotarabilir. stoperlerimiz her ne kadar kendi görevlerinde on numara olmasalar da teknik olarak iyiler. chedjou ve hakan da bu oyuna rahatça dahil olabilir. sneijder ve podolski zaten çocukluklarından beri o mantaliteyle yoğrulmuş adamlar. tek sıkıntımız forvet mevkisinde. hamza, beğenelim veya beğenmeyelim, bu sistemi takıma benimsetmeye başlamıştı. hamza'nın bu sezonu için konuşuyorum, ligdeki hiçbir maçta kötü oynamadı takım. buna içeride kaybettiğimiz osmanlı ve deplasmandaki rize maçı da dahil. ha takımın sorunu gol yemesiydi. onun sebebi de yukarıda bahsettiğim stoperlerimizin teknik olarak iyi fakat savunmadayken yavaş ve tek hamleli olmalarından kaynaklanan hatalardı. bu sıkıntımızı da yediğimizden fazlasını atarak absorbe edebiliyorduk. sonra denizli geldi ve tahminimce şunu düşündü: bu takım çok gol yiyor, defansı geriye çekersem bu sorunu halledebilirim. bunu ofsaytın bambaşka olduğu, geri pasınsa hiç olmadığı seksenlerde düşünse sıkıntı yok da 2015-2016'da epey "çağdışı" oluyor işte. çünkü böyle yapınca rakibine kendi yarı sahasına hapsedemiyorsun. 2004 avrupa şampiyonası'ndan beri de küçük takımlar da dahil iyi kötü herkes savunma yapabiliyor zaten. nihayetinde sen rakibe topyekün baskı uygulayamazsan ve forvetlerinden de fevkalbeşer isimler değilse ki bizimkiler yakınından bile geçmez bu tanımın, gol atamıyorsun. golü bulamayınca da takımın üzerindeki mental stres artıyor ve bunun sonunda hatalar silsilesi meydana geliyor, golü yiyen sen oluyorsun. şimdi selçuk olayın neresinde? birince senaryoda, yani hamza döneminde selçuk dişlinin sadece bir parçasıydı. fakat önemli bir parçasıydı tabii. insanların eleştirdiği o yan paslarla topu takımda tutuyor, arkadaşlarını rahatlatıyordu. deplasmandaki rize maçını hatırlayalım. selçuk, maçın başlarında sakatlanıp çıktıktan sonra çok iyi giden oyunumuz bozuldu. takım top tut(a)madı çünkü ayağında. peki ikinci senaryoda selçuk olayın neresinde? denizli gol yemeyeceğini düşünerek defans çizgisini kale önüne çekmiş vaziyette. topun ileri uca aktarılması lazım. görev kime düşüyor? selçuk'a. rakip hücuma çıktı, defansa kadar adam kovalama görevi kimde? selçuk'ta. rakiplerinde muhtemelen iki tane ön libero var, onların presiyle kim boğuşuyor? selçuk. "ne var la bunda? günümüzde bütün orta sahalar bunları yapıyor zaten!" diyebilirsiniz fakat bu aksiyonları bir 40 metrede yapmak var, bir de 70 metrede. üstüne üstlük forvetimiz umut top tutma hasletine dünyadaki en uzak oyunculardan birisi. ileri uca giden toplar duvardan seker gibi karşı atak olarak bize dönüyor. senin bu mesafede top oynaman im-kan-sız. bu sistemde payandalık görevi gören selçuk'un da bu yükü kaldırması mümkün değil ki zaten son iki üç maçta tel tel dökülmeye başlamıştı. şayet üç ciğerli bir mutant değilse hiçbir futbolcu bu yükü uzun süreler taşıyamaz. hamza döneminde beğendiğimiz jose'yi neden denizli döneminde aforoz ettik sanki? halis muhlis pas oyuncusu olan jose'ye "gardaş, sen orta sahaya geç hem at gibi koş hem de pasların hatasız olsun." dersen hem oyuncuyu yok edersin hem de takımı sabote edersin. çünkü o adam da sneijder, podolski gibi belli bir mantalite ürünü olarak yetişmiş. cruyff'tan bu yana gelen ve real de dahil tüm ispanyol futbolunu etkileyen barcelona mantalitesiyle. barça, o ayılıp bayıldığımız oyununu defansını ta orta sahaya çekerek oynuyor. pes'te bile simule edilmiştir bu olay.
hülasa, selçuk'un milli takımda iyi oynayıp bizde kötü oynamasını "milli takımda kankileri var yea..., her şeyi ona göre mi ayarlayacağız yea..." gibi fikir kırıntılarıyla şerh etmeye kalkarsan olayı tesadüflere bağlamış olursun. tesadüflere kimin inandığını söylemeyeceğim, onun yerine yirmi dört asır önce yaşamış bir adamdan, socrates'ten alıntı yapacağım: kainatta tesadüfe tesadüf edilemez.