24
"çünkü sen canıma yoldaş oldun."
salona doğru yürüyorum, yanımdan beyaz bir otobüs geçti, kafamı kaldırdım ergin ataman, en önde oturuyor, önce üzerimdeki galatasaray armasını gördü, sonra da beni, ispanya'dan güzel bir enstantaneydi. giydiğim o galatasaray montunu da alicante'den almıştım zaten, bir nike mağazasından, önder çiçekoğu (wotws) ile beraber.
aynı önder, ben bu deplasman için zaragoza'da olduğum saatlerde dedesine veda ediyordu trabzon'da. benim dedem önder'i çok severdi, onun dedesi de beni çok sevsin isterdim, tanışmak kısmet olmadı maalesef, fakat böyle güzel bir adamı armağan etmiş ya bize, mekanı cennet olsun derken ki yakaladığım içtenlik aynı galatasaray sevgim gibi.
çok az şey var, uzağa giderken yanında götürebildiğin, 2008'den beri bir galatasaray bir de onun kazandırdığı dostlar, dolayısıyla kişisel olarak böylesine anlamlı bir gecede galatasaray büyük fark yemiş, kızsak bağırsak neye yarar. maç öncesi galatasaraylı olduğumu gören ispanyollardan aldığım güzel tepkiler, salonun çevresinde volta atarken mırıldandığım besteler, daha birini yaşamadan sonraki için yapılan planlar, önce çeyrek sonra yarı finalde kıta avrupa'sında galatasaray basketbolunun peşinde koşmalar, hayaline doğru uçar adım, taşımak istercesine en tepeye, varoluş felsefemize en yakın yere, alabildiğine sarı, alabildiğine kırmızı.
zaragoza antetli bir zarfın üstünde ismime ayrılmış iki davetiyeyi takdim ettiğinde ispanyol görevli, gözümün önünden öyle keyifle akıp gitti ki, ayhan şahenk başlangıcımız, abdi ipekçi günlerimiz, nevizade zirvelerimiz, beraber sevişimiz, beraber koşuşumuz. ne vermeye çalıştıysak galatasaray'a hep misliyle döndürdü bize karma ile işbirliğindeki o kutsal arma. en tabii bundan sonrası için de daha makbul bir motivasyon yok, peşinde, yanında, arkasında, inadına.
negatif bir yaklaşım, bize güzel dönüşler sağlamayacak maalesef son hafta öncesi. o sebep ipekçi'yi yine cehennem yapıp, sassari'yi evine yollayıp, çeyrek final öncesi izmir seyahatinin hazırlıklarına başlamak lazım. bu hikaye, bu eurocup serüveni pir-u pak değil malum, lakin inerek kalkarak, avrupa'daki ilk kupa hedefine doğru, yolumuza omuz verecek, güç katacak bizden başka da merci yok. mutlaka ki yine dorsey üzerine oynanacak, yine dar rotasyon bazen sos verecek, yine bazı maçlar deplasmanda ikinci çeyrekten kaybedilecek, amma velakin yollar taşlı dikenli olsa da, başı dik, yüreği mağrur bir galatasaray o kupaya doğru koşar adım yürüyecek. zira ne kadar övünsek az hem izmir, hem münih deplasman sayılmaz.
ruhun şad olsun dede çiçekoğlu,
başın sağolsun dost çiçekoğlu,
yürüyedur be galatasaray,
şu hayatta hangi dalımız var başka tutunacak..
salona doğru yürüyorum, yanımdan beyaz bir otobüs geçti, kafamı kaldırdım ergin ataman, en önde oturuyor, önce üzerimdeki galatasaray armasını gördü, sonra da beni, ispanya'dan güzel bir enstantaneydi. giydiğim o galatasaray montunu da alicante'den almıştım zaten, bir nike mağazasından, önder çiçekoğu (wotws) ile beraber.
aynı önder, ben bu deplasman için zaragoza'da olduğum saatlerde dedesine veda ediyordu trabzon'da. benim dedem önder'i çok severdi, onun dedesi de beni çok sevsin isterdim, tanışmak kısmet olmadı maalesef, fakat böyle güzel bir adamı armağan etmiş ya bize, mekanı cennet olsun derken ki yakaladığım içtenlik aynı galatasaray sevgim gibi.
çok az şey var, uzağa giderken yanında götürebildiğin, 2008'den beri bir galatasaray bir de onun kazandırdığı dostlar, dolayısıyla kişisel olarak böylesine anlamlı bir gecede galatasaray büyük fark yemiş, kızsak bağırsak neye yarar. maç öncesi galatasaraylı olduğumu gören ispanyollardan aldığım güzel tepkiler, salonun çevresinde volta atarken mırıldandığım besteler, daha birini yaşamadan sonraki için yapılan planlar, önce çeyrek sonra yarı finalde kıta avrupa'sında galatasaray basketbolunun peşinde koşmalar, hayaline doğru uçar adım, taşımak istercesine en tepeye, varoluş felsefemize en yakın yere, alabildiğine sarı, alabildiğine kırmızı.
zaragoza antetli bir zarfın üstünde ismime ayrılmış iki davetiyeyi takdim ettiğinde ispanyol görevli, gözümün önünden öyle keyifle akıp gitti ki, ayhan şahenk başlangıcımız, abdi ipekçi günlerimiz, nevizade zirvelerimiz, beraber sevişimiz, beraber koşuşumuz. ne vermeye çalıştıysak galatasaray'a hep misliyle döndürdü bize karma ile işbirliğindeki o kutsal arma. en tabii bundan sonrası için de daha makbul bir motivasyon yok, peşinde, yanında, arkasında, inadına.
negatif bir yaklaşım, bize güzel dönüşler sağlamayacak maalesef son hafta öncesi. o sebep ipekçi'yi yine cehennem yapıp, sassari'yi evine yollayıp, çeyrek final öncesi izmir seyahatinin hazırlıklarına başlamak lazım. bu hikaye, bu eurocup serüveni pir-u pak değil malum, lakin inerek kalkarak, avrupa'daki ilk kupa hedefine doğru, yolumuza omuz verecek, güç katacak bizden başka da merci yok. mutlaka ki yine dorsey üzerine oynanacak, yine dar rotasyon bazen sos verecek, yine bazı maçlar deplasmanda ikinci çeyrekten kaybedilecek, amma velakin yollar taşlı dikenli olsa da, başı dik, yüreği mağrur bir galatasaray o kupaya doğru koşar adım yürüyecek. zira ne kadar övünsek az hem izmir, hem münih deplasman sayılmaz.
ruhun şad olsun dede çiçekoğlu,
başın sağolsun dost çiçekoğlu,
yürüyedur be galatasaray,
şu hayatta hangi dalımız var başka tutunacak..