• 557
    2010 yılı ağustos ayı..

    esenköy'de* 4 aylık yaz tatilimi sürdürmekteydim. sebebini hatırlamadığım bir nedenden dolayı yine ailemle tartışmıştım. bu seferki tartışmanın alevi diğerlerinden çok daha büyüktü. evden kaçmayı kafama koymuştum. hatırlamıyorum ama tartışma bu kadar büyük olduğuna göre yine bakkaldan para üstü almayı unutmuş olmalıydım. babam başka hiçbir şeye bu kadar sinirlenmezdi. hesap kitap yapmayı bilmiyor olmam onu delirtirdi çünkü eşe dosta, akrabalara en iyi dersimin hep matematik olduğunu söylerdi. yine bakkaldan para üstü almayı unuttuğum bir günde babamın beni "2 ekmek 20 lira tutar mı ak sığırı" diye dövdüğünü hatırlıyorum. zor günler geçiriyordum..

    derken artık canıma tak etti ve evden bir hışımla çıkıp sabah 6 ido'suyla istanbul'a geldim. yenikapı'ya ayak bastığımda içimi tatlı bir huzur kaplamıştı. sabah güneşi yüzüme vurmuş sanki bana günaydın diyordu. ben de kendisine gülümseyip selam verdim. hatta abartıp öne doğru eğilip reverans yaptığımı farkettim. etraftakilerin "n'apıyo bu kâmil" dediklerini duyuyordum fakat bu zerre umrumda değildi. artık yeni bir hayata başlamak üzereydim.

    istanbul'da yanında kalabileceğim kişileri düşünmeye başladım. hemen kağıdı kalemi çıkarıp uzun bir süre düşündüm, tarttım, olasılıkları değerlendirdim, son olarak swot analizini de yapıp elde kalanlara baktım ve liste bomboştu. evet aklıma kimse gelmemişti. ne kadar yalnız olduğumu hayat bir kez daha yüzüme vurmuştu. derken bulutların arasından aniden çıkagelen beyaz atlı prens gibi aklıma o isim düştü.

    neverfall.

    biricik kuzenim. hazır yeni işe de girmişti. parası da vardı. beni asla yarıyolda bırakmazdı. zaten kendimi kimsesiz hissediyor, korkuyordum. istanbul'a vardığımdan beri içimde tarifsiz bir heyecan ve tedirginlik vardı. amk sanki türkiye'den yük gemisiyle kaçıp amerika'ya gitmiştim. nasıl bi tribe girdiysem sağda solda polis görünce saklanıyorum falan. fazla vakit kaybetmeden hemen otobüse bindim.

    kader yine oyununu oynamıştı. ben planlar yaparken o gizlice arkamdan gülüyordu. akbilimi almak için elimi göt cebimdeki cüzdanıma götürürken cüzdanımın göt cebimde olmadığını farkettim. büyük ihtimalle ido'da düşürmüştüm. bu kadar şanssız bi insan için aslında bu durum olumlu bile sayılabilirdi. bu kadar uğursuzluğa göt cebimdeki cüzdanı kaybetmemi bırak götümün yerinde olmasına bile şaşırmıştım. beş parasız, çaresiz istanbullar'da kalmıştım. iki kolumu havaya kaldırıp yumruklarımı sıkıp "istanbul sen mi büyüksün ben mi?" diye bağırmak üzereyken şoför "in ulan aşağı serseri, nedir bu tinercilerden çektiğimiz arkadaş" diye söylenmeye başladı. tamam en az bir tinerci kadar yüzüm karaydı ama güneş bronzluğuydu o cahil adam.

    otobüsten inip telefonumda 'murt turkcell' diye kayıtlı olan biricik kuzenime ödemeli attım. sağolsun iki buçuk saat sonra geri döndü. acilen yenikapı'ya gelip beni almasını çok zor durumda olduğumu söyledim. "hemen geliyorum orada bekle" dedikten takribi 4 saat sonra kendisi karşımdaydı. beraber bi kafeye oturduk ve bana "aç mısın?" diye sordu. "açım" dedim. "ben de açım" dedi. "tamam" dedim. yüzüme bakmaya devam ediyordu. "bi şeyler yiyelim istersen" dedim. "yiyelim mi" diye o da bana sordu. sanki oraya ben onu kurtarmaya gelmiştim. büyük bir iştahla ağzımdan çıkacak "iyi hadi yiyelim madem" lafını bekliyor gibiydi. "olm cüzdanımı kaybettim beş parasızım bi şeyler söyle de yiyelim ben sana sonra veririm" dedim. garsonu çağırıp bir poğaça söyledi. yarısını koparıp kendisi yedi. tam "kuru kuru da gitmiyor meret" diyecektim ki elindeki poşetten yarısı dolu pet şişedeki suyu poğaçayla beraber içtiğini görünce vazgeçtim. bir an acaba işten mi çıktı diye düşündüm. "işler nasıl?" diye sordum. "çok iyi" dedi. "bok iyi" dedim içimden. böyle iyi iş mi olur lan poğaçayla su içiyosun. hesabı istemek için garsonu çağırdık. garson "2 lira" dedi. ulan bunlar da insan sikiyor diye düşünürken neverfall garsonu duymamış gibiydi. pencereden dışarıya dalmış denizi izliyordu. göz ucuyla bana bakıp hızlıca tekrar denize döndüğünü farkettim. "olm salak mısın cüzdanımı kaybettim diyorum şimdi hesabı kitlemenin zamanı mı?" dedim. "aa pardon ya unuttum" deyip cebindeki bozuk paralarla hesabı ödedi. artık yancılık nasıl işlemişse içine adam oraya bana yardım etmeye geldiğini unutup hâlâ hesap kitleme derdinde.

    kafeden çıktığımzda "kuzen, sen böyle hesapları ödemekle falan uğraşma bana toplam bi para ver, ben yanında kaldığım süre boyunca o parayı harcayayım sonra elime para geçtiğinde total olarak hepsini bi kerede öderim, nasıl fikir?" diye sordum. ona da bu fikir mantıklı geldi. elini cebine atıp 10 tl çıkardı. paranın üzerindeki atatürk bile güldü ak. benimle alenen taşak geçiliyordu. nerden kaçıp nereye gelmiştim. sonunda tepem atmıştı. "senin bu verdiğin parayı ben bakkaldan almayı unutuyorum lan. paran da pulun da senin olsun. ben gidiyorum" diye rest çektim. mutluluğu gözlerinden okunuyordu.

    sonra ido'ya gelip cüdanımı kaybettiğimi söyledim. adamlar bulmuşlar verdiler. cüzdanımı alır almaz ilk iş olarak dönüş biletimi alıp ailemin yanına döndüm. onlar evden kaçtığımı bile farketmemiş ak. annem "sabah nereye gittin namaza mı" dedi. he namaza gittim. öyle mükemmel bir sülalem var ki şükür namazı kılmaya gittim. allah böyle bir kuzen düşmanımın başına vermesin dostlar. kendisi dara düştüğüm zaman en son arayacağım kişidir. burada da tanıyan eden varsa sakın kendisinden bir hayır beklemesin. şahsen ben hiç görmedim.

    allah da böylelerini mod yapıyor.
App Store'dan indirin Google Play'den alın