737
liseyi özel okulda okudum ve hiç başarılı bir öğrenci değildim. annemin ve babamın binbir emekle sağladığı bu lükse şükredip, adam gibi oturup ders çalışmak hiç içimden gelmedi. her sene veli toplantılarında ve okul şenliklerinde öğretmenlerle yüz yüze gelen babamın başını yerden hiç kaldıramadım. hayatımın hiçbir evresinde babamın benimle gurur duymasını, işte benim oğlum diye göğsünün kabarmasını hiç sağlayamadım. adam da garibim, bir kez olsun dönüp niye be oğlum demedi.
lisede insanlar gezip tozarken, ders çalışırken, denemelerde puan kasarken ben çalışıyordum. parasızlıktan değil. ailemin durumu yerindeydi şükür. sadece çalışmak istediğim için. biraz asilik, biraz düşüncesizlik, biraz da sistem karşıtlığı yüzünden okumanın mantıklı bir tarafını bulamadım herhalde bilmiyorum. hatırlamıyorum yani. lise hayatım boyunca, yaşımın yetmediği rock barlardan tut, açık hava düğün salonlarına kadar bir sürü abuk yerde çaldım. yetmedi aranjeler yaptım, kayıtlar yaptım, stüdyo kayıtlarında çaldım. bu sayede bir lise öğrencisi için çok fazla sayılabilecek miktarda para kazandım. o zamanlar çalıştığımı ve okumak istemediğimi aileme, öğretmenlerime, arkadaşlarıma ya da çevreme söyleyemedim. beceremedim. çalıştığımı okul arkadaşlarımdan özellikle sakladım, çünkü ailemin maddi durumunu sorgulayacaklarını düşündüm. bu durumlardan ilk defa babamın haberi oldu; o da koskoca şehirde gidecek başka türkü bar yokmuş gibi çaldığım yere babamın iş arkadaşının gelmesiyle. evden her defasında başka başka bahanelerle çıkan ben, bunca yalandan sonra işin doğrusunu anlatmak zorunda kaldım. adam yine garibim, hayat senin hayatın dedi.
liseyi bitirdikten bir yıl sonra, hatırı sayılır bir üniversitenin konservatuvarını dereceyle kazandım. üniversite hayatım boyunca yine hem okudum, hem çalıştım. senelerce müzik dershanelerinde üç kuruşa öğretmenlik yaptım, barlarda ve korolarda çaldım, aranjeler yaptım. mezun olduktan sonra pop müziğin siktiği memleket müzik piyasasında ne işim var diye düşündüm, siyasi iktidarın haydarisi olmuş devlet korolarını düşündüm, böyle gecesiz gündüzsüz hayatın geçmeyeceğini düşündüm, müzisyen adama kız vermeyen kayınbabaları düşündüm, hala onun nezdinde adam olacağım diye bekleyen babamı düşündüm ve pedagojik formasyona başvurdum. gönülden yaptım bunu. başka çarem yok diye değil. memlekette değişmesi gereken çok şey var diye, bu işler böyle gitmesin diye, henüz yanmamış beyinlerle müzik konuşabileyim diye.
bundan bir buçuk ay önce çektim takım elbiseyi üstüme, oldum sinekkaydı tıraşımı, aldım diplomamla cv'mi elime, dayandım mezun olduğum lisenin kapısına. iş başvurusu yaptım. kurumsallık ayağına 5 sayfalık bir form verdiler. çocukluğumu biliyorsunuz demek geldi içimden, demedim. doldurdum abuk subuk tüm soruları. gece işten geç geliyor diye tüm lise hayatını sınıfta uyuyarak geçirmiş, ingilizce dersleri dışında kafasını sırasından doğru dürüst kaldırmamış*, çoğu öğretmeninin adını bile bilmediği, her dönem baba korkusundan eve karne diye çamaşır suyu kokulu kağıt parçası götüren, tüm gün uyuduğu için okul yıllığında bile taşak geçilen, ağzı var dili yok sünepe bir çocuğun yönetim lobisinde iş başvurusu için form doldurduğunu gören bir sürü eski öğretmenimle karşılaştım.
ilk ingilizce öğretmenim gördü. o çok severdi beni. gönülden severdi. özel okul müşterisine yaranmaya çalışır gibi değil. kardeşi gibi. eşi dostu gibi. mezuniyetinden hemen sonra başlamıştı öğretmenliğe. yakındı yaşımız. en iyi o anlardı beni. koştu sarıldı hemen. yeminle gözleri doldu kadının. onu görünce benim de doldu. çok kısa konuşma geçti. hayırdır dedi. konservatuvar bitti dedim. formasyon da aldım. yapmam gerekeni yapıyorum şimdi. duy da inanma dedi. o bile öyle dedi. sonra gitti. dersi varmış.
yönetim lobisi, ilkokul-ortaokul bölümüyle lise bölümünün tam ortasında kalıyor. iki bölümde de çalışan ya da yemekhaneye giden öğretmenler, ben form doldurmaya çalışırken önümden geçiyor. eski öğretmenlerimden birkaç tanesi hariç hepsi hala çalışıyormuş. tümüyle yıllar sonra tekrar görüştüm. ne alaka sen diyenler, büyümüşsün sen ya diyenler, sesini ilk defa duydum diyenler. söylediklerinin hepsi kulaklarımda çınlıyor.
okulun yabancı dil zümre başkanı bir hoca vardı. okulun en havalı, en bilmiş, en geçimsiz öğretmenlerinden biriydi. hamileymiş. hayırlısıyla doğsun, rızkıyla doğsun, hayırlı evlat olsun dedim. sağol dedi. form doldurduğumu görünce teknikerlik için filan mı dedi. bir kere zümre odasının telefonunda sıkıntı vardı onu yapmıştım. yok dedim. meslektaşlık için. ingilizce abuk subuk bir şeyler mırıldandı anlamadım. sonra tokalaştı gitti. yüzünde öyle abuk bir ifade vardı ki en çok ona alındım. sonra okul sahibi, idari koordinatör, personel departmanı bilmem ne.. bir sürü alışkın olmadığım insan tipiyle görüştürdüler beni. benim zamanımda hiçbiri yoktu. bin türlü insan tipiyle görüştükten sonra biz sizi ararız dediler. çektim gittim. bildiğin biz siz ararız dediler. komik geldi ilk başta. gülmemek için kendimi zor tuttum.
nadiren insan sevdim ben bu okulda. bunca hadiseyi yaşadıktan sonra çok sevdiğim bir arkadaşım geldi aklıma. okul grubunda da çaldık beraber. konservatuvara girdiğimi duyunca kızmıştı. ne sikim yiyeceksin orada demişti. müzisyen olup milletin ağız kokusunu mu çekeceksin demişti. kendi benden bir sene sonra diş hekimliğini kazandı.
bugün sabahlamıştım. dokuz buçuk gibi aynı okuldan almanca öğretmenim aradı. sınıf öğretmenim aynı zamanda. müdür yardımcısı olmuş. yarın sabah burada olabilir misin dedi. akşam binersem sabah orada olurum dedim. ben seni birazdan arayacağım dedi kapattı. 10 - 15 dakika sonra tekrar aradı. başvurun kabul edildi, haziran'da hizmetiçi seminerlerimiz var, senin bir daha gel git yapmana gerek yok, seminere geldiğinde sözleşmeni de imzalarsın dedi. sadece sağol çıktı ağzımdan. sağol hocam. başka bir şey diyemedim. kapattıktan sonra anneme bahsettim konudan, hayırlısı olsun dedi.
akşam fener maçını izleyeyim diye televizyonu açıp uzandım. uyku düzenim zaten bozulmuş, fener bu maçı* illa ki kazanır, bari bugün maçtan sonra erken yatayım diye düşünüp uyumamıştım sabahladıktan sonra. maç öncesi yorumları dinlerken dalmışım. babam uyandırdı. işten gelmiş. kalk öğretmenim kalk dedi. heyecandan ne yapacağımı bilemedim. annem anlatmış hadiseyi. babam bana öğretmenim dedi. bir ara uyku sersemi kardeşim göründü gözüme formayla. maç bitti de giydi sandım. babam bana öğretmenim dedi. uyanıp lig tv'de reklam olduğunu görünce maçkolik'e baktım, devre golsüz. sonrasını hatırlamıyorum. o uykusuzlukla tekrar uyumuşum. uyandım, 2-2 yazıyor televizyonda. melih maç sonu konuşuyor. babam bana öğretmenim dedi.
ağlamaya başladım. sebep yok. öyle ağlamaya başladım. doğrulup sigara içtim bir tane. kalktım yataktan. içeri gidip kardeşime sarıldım yekten. sigara kokuyorsun git dedi. ben yine de sarıldım. babam bana öğretmenim dedi. sonra dışarı çıktım. çok bağırdım.
ben bugün öğretmen oldum. babam bana öğretmenim dedi. adam oldun demedi. ama öğretmenim dedi. bugün galatasaray şampiyon oldu. bir de ben öğretmen oldum.
ben bugün sevinmedim. ben bugün dünyada cenneti yaşadım. keşke becerebilsem de anlatabilsem değerini.
çok şükür allaha.
lisede insanlar gezip tozarken, ders çalışırken, denemelerde puan kasarken ben çalışıyordum. parasızlıktan değil. ailemin durumu yerindeydi şükür. sadece çalışmak istediğim için. biraz asilik, biraz düşüncesizlik, biraz da sistem karşıtlığı yüzünden okumanın mantıklı bir tarafını bulamadım herhalde bilmiyorum. hatırlamıyorum yani. lise hayatım boyunca, yaşımın yetmediği rock barlardan tut, açık hava düğün salonlarına kadar bir sürü abuk yerde çaldım. yetmedi aranjeler yaptım, kayıtlar yaptım, stüdyo kayıtlarında çaldım. bu sayede bir lise öğrencisi için çok fazla sayılabilecek miktarda para kazandım. o zamanlar çalıştığımı ve okumak istemediğimi aileme, öğretmenlerime, arkadaşlarıma ya da çevreme söyleyemedim. beceremedim. çalıştığımı okul arkadaşlarımdan özellikle sakladım, çünkü ailemin maddi durumunu sorgulayacaklarını düşündüm. bu durumlardan ilk defa babamın haberi oldu; o da koskoca şehirde gidecek başka türkü bar yokmuş gibi çaldığım yere babamın iş arkadaşının gelmesiyle. evden her defasında başka başka bahanelerle çıkan ben, bunca yalandan sonra işin doğrusunu anlatmak zorunda kaldım. adam yine garibim, hayat senin hayatın dedi.
liseyi bitirdikten bir yıl sonra, hatırı sayılır bir üniversitenin konservatuvarını dereceyle kazandım. üniversite hayatım boyunca yine hem okudum, hem çalıştım. senelerce müzik dershanelerinde üç kuruşa öğretmenlik yaptım, barlarda ve korolarda çaldım, aranjeler yaptım. mezun olduktan sonra pop müziğin siktiği memleket müzik piyasasında ne işim var diye düşündüm, siyasi iktidarın haydarisi olmuş devlet korolarını düşündüm, böyle gecesiz gündüzsüz hayatın geçmeyeceğini düşündüm, müzisyen adama kız vermeyen kayınbabaları düşündüm, hala onun nezdinde adam olacağım diye bekleyen babamı düşündüm ve pedagojik formasyona başvurdum. gönülden yaptım bunu. başka çarem yok diye değil. memlekette değişmesi gereken çok şey var diye, bu işler böyle gitmesin diye, henüz yanmamış beyinlerle müzik konuşabileyim diye.
bundan bir buçuk ay önce çektim takım elbiseyi üstüme, oldum sinekkaydı tıraşımı, aldım diplomamla cv'mi elime, dayandım mezun olduğum lisenin kapısına. iş başvurusu yaptım. kurumsallık ayağına 5 sayfalık bir form verdiler. çocukluğumu biliyorsunuz demek geldi içimden, demedim. doldurdum abuk subuk tüm soruları. gece işten geç geliyor diye tüm lise hayatını sınıfta uyuyarak geçirmiş, ingilizce dersleri dışında kafasını sırasından doğru dürüst kaldırmamış*, çoğu öğretmeninin adını bile bilmediği, her dönem baba korkusundan eve karne diye çamaşır suyu kokulu kağıt parçası götüren, tüm gün uyuduğu için okul yıllığında bile taşak geçilen, ağzı var dili yok sünepe bir çocuğun yönetim lobisinde iş başvurusu için form doldurduğunu gören bir sürü eski öğretmenimle karşılaştım.
ilk ingilizce öğretmenim gördü. o çok severdi beni. gönülden severdi. özel okul müşterisine yaranmaya çalışır gibi değil. kardeşi gibi. eşi dostu gibi. mezuniyetinden hemen sonra başlamıştı öğretmenliğe. yakındı yaşımız. en iyi o anlardı beni. koştu sarıldı hemen. yeminle gözleri doldu kadının. onu görünce benim de doldu. çok kısa konuşma geçti. hayırdır dedi. konservatuvar bitti dedim. formasyon da aldım. yapmam gerekeni yapıyorum şimdi. duy da inanma dedi. o bile öyle dedi. sonra gitti. dersi varmış.
yönetim lobisi, ilkokul-ortaokul bölümüyle lise bölümünün tam ortasında kalıyor. iki bölümde de çalışan ya da yemekhaneye giden öğretmenler, ben form doldurmaya çalışırken önümden geçiyor. eski öğretmenlerimden birkaç tanesi hariç hepsi hala çalışıyormuş. tümüyle yıllar sonra tekrar görüştüm. ne alaka sen diyenler, büyümüşsün sen ya diyenler, sesini ilk defa duydum diyenler. söylediklerinin hepsi kulaklarımda çınlıyor.
okulun yabancı dil zümre başkanı bir hoca vardı. okulun en havalı, en bilmiş, en geçimsiz öğretmenlerinden biriydi. hamileymiş. hayırlısıyla doğsun, rızkıyla doğsun, hayırlı evlat olsun dedim. sağol dedi. form doldurduğumu görünce teknikerlik için filan mı dedi. bir kere zümre odasının telefonunda sıkıntı vardı onu yapmıştım. yok dedim. meslektaşlık için. ingilizce abuk subuk bir şeyler mırıldandı anlamadım. sonra tokalaştı gitti. yüzünde öyle abuk bir ifade vardı ki en çok ona alındım. sonra okul sahibi, idari koordinatör, personel departmanı bilmem ne.. bir sürü alışkın olmadığım insan tipiyle görüştürdüler beni. benim zamanımda hiçbiri yoktu. bin türlü insan tipiyle görüştükten sonra biz sizi ararız dediler. çektim gittim. bildiğin biz siz ararız dediler. komik geldi ilk başta. gülmemek için kendimi zor tuttum.
nadiren insan sevdim ben bu okulda. bunca hadiseyi yaşadıktan sonra çok sevdiğim bir arkadaşım geldi aklıma. okul grubunda da çaldık beraber. konservatuvara girdiğimi duyunca kızmıştı. ne sikim yiyeceksin orada demişti. müzisyen olup milletin ağız kokusunu mu çekeceksin demişti. kendi benden bir sene sonra diş hekimliğini kazandı.
bugün sabahlamıştım. dokuz buçuk gibi aynı okuldan almanca öğretmenim aradı. sınıf öğretmenim aynı zamanda. müdür yardımcısı olmuş. yarın sabah burada olabilir misin dedi. akşam binersem sabah orada olurum dedim. ben seni birazdan arayacağım dedi kapattı. 10 - 15 dakika sonra tekrar aradı. başvurun kabul edildi, haziran'da hizmetiçi seminerlerimiz var, senin bir daha gel git yapmana gerek yok, seminere geldiğinde sözleşmeni de imzalarsın dedi. sadece sağol çıktı ağzımdan. sağol hocam. başka bir şey diyemedim. kapattıktan sonra anneme bahsettim konudan, hayırlısı olsun dedi.
akşam fener maçını izleyeyim diye televizyonu açıp uzandım. uyku düzenim zaten bozulmuş, fener bu maçı* illa ki kazanır, bari bugün maçtan sonra erken yatayım diye düşünüp uyumamıştım sabahladıktan sonra. maç öncesi yorumları dinlerken dalmışım. babam uyandırdı. işten gelmiş. kalk öğretmenim kalk dedi. heyecandan ne yapacağımı bilemedim. annem anlatmış hadiseyi. babam bana öğretmenim dedi. bir ara uyku sersemi kardeşim göründü gözüme formayla. maç bitti de giydi sandım. babam bana öğretmenim dedi. uyanıp lig tv'de reklam olduğunu görünce maçkolik'e baktım, devre golsüz. sonrasını hatırlamıyorum. o uykusuzlukla tekrar uyumuşum. uyandım, 2-2 yazıyor televizyonda. melih maç sonu konuşuyor. babam bana öğretmenim dedi.
ağlamaya başladım. sebep yok. öyle ağlamaya başladım. doğrulup sigara içtim bir tane. kalktım yataktan. içeri gidip kardeşime sarıldım yekten. sigara kokuyorsun git dedi. ben yine de sarıldım. babam bana öğretmenim dedi. sonra dışarı çıktım. çok bağırdım.
ben bugün öğretmen oldum. babam bana öğretmenim dedi. adam oldun demedi. ama öğretmenim dedi. bugün galatasaray şampiyon oldu. bir de ben öğretmen oldum.
ben bugün sevinmedim. ben bugün dünyada cenneti yaşadım. keşke becerebilsem de anlatabilsem değerini.
çok şükür allaha.