369
(bkz: #1441048)
bütün gün polisin çeşitli araçlarıyla üzerimizde yürüttüğü bir savaştan çıktıktan sonra eve geldim. olayların sözlükteki yansımalarını da merak ediyordum. bir bakar çıkarım derken sözlük girişindeki berkin elvan resmiyle hüzünlendim. çok kayıp verdik, insanlarımız öldü, sakat kaldı. ben her gün dolmuştan inip işe giderken ethem’in vurulduğu yerden geçiyorum, her seferinde o gün geliyor gözlerimin önüne. hayatımızdan hiç silinmeyecek şeyler oldu, oluyor. sessiz kalmamız beklenemez.
her neyse, neverfall’ın üslubunu tartışmayacağım. farklı hassasiyetlere sahip olabiliriz. kimimiz 14 yaşındaki bir çocuğun hayatını kaybetmesindeki adaletsizliğine isyan eder kimimiz de ölümün olduğu yerde “yasalara uyulması gerektiği”ni vurgulamayı tercih eder. kişinin böyle bir günde bu tercihi yapmasına neden olan siyasi düşüncesi benim için hiçbir anlam ifade etmiyor. kuşkusuz bu yüzden onların kafalarına biber gazı kapsülü atarak onun kafatasını parçalanmasını, keza gözünü kaybetmesini, felç kalmasını veya sokak arasında dövülerek ölmesini istemem.
burada öncelikle doğru olmayan şeyler söylenmiş. neverfall ne iş yapar bilmem, eğer hukukçuysa yanlış yorumluyor, değilse bilmediği konular hakkında fazla iddialı konuşmamasını tavsiye ederim. yazarın ceza hukuku'yla ilgili tek doğru tespiti de kanunu bilmiyordum denilerek kimsenin cezadan sıyıramayacağı olmuş.
yazarın isyanının belli başlı kelimelere odaklandığını görüyoruz: “katil, hırsız, şerefsiz.” bu nedenle yazarın söylediği bu ve benzeri kelimeler çerçevesinde, bu konularda dava yürütmekte olan birisi olarak kısa bir değerlendirme yapacağım.
öncelikle;
anayasanın 90.maddesinin son fıkrası: "usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır."
bilindiği üzere türkiye, avrupa insan hakları sözleşmesi’ne taraf devletlerden biridir. aihs’nin denetim organı da avrupa insan hakları mahkemesi’dir. sözleşmede belirtilen hakların içeriğinin mahkeme içtihatlarıyla zenginleştirildiği bilinen bir gerçektir. özellikle ifade özgürlüğünün bu içtihatlar arasında oldukça önemli bir yeri vardır. hatta söylenebilir ki aihm içtihatlarla avrupa’da ifade özgürlüğünü düzenlemiştir. malumunuz türkiye de ifade özgürlüğü konusunda mahkemede çok kez mahkum edilmiştir.
şu halde ifade özgürlüğü çerçevesinde bir mahkemenin görüşünü aktaralım: aihm handyside vs ingiltere kararında şöyle der:
"ifade özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. ifade özgürlüğü, 10. maddenin sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen 'haber' ve 'düşünceler' için değil, ama ayrıca devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz." aihm şu an bulmak için uğraşamayacağım bazı kararlarında toplum için şok edici fikirlere hoşgörülü olması gerektiğini de vurgulamıştır.
gelelim diğer örnek kararımıza. aihm pek çok kararında lingens vs avusturya kararında atıfta bulunmaktadır. olay özetle şöyledir: gazeteci lingens, avusturya şansölyesi bruno kreisky'yi eski nazileri koruduğu için eleştirdiği yazılarında 'en alçak oportünizm' 'ahlakdışı', şerefsizlik” gibi kelimeler kullanır. lingens avusturya mahkemeleri’nde mahkum olduktan sonra aihm’e başvurur. aihm kararında özetle şöyle der:
“o halde bir siyasetçiye yönelik eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, özel bir şahsa yönelik eleştiri sınırına göre daha geniştir. bir siyasetçi, özel şahıstan farklı olarak her sözünü ve eylemini bilerek ve kaçınılmaz bir biçimde, gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açar; bu nedenle daha geniş bir hoşgörü göstermek zorundadır. hiç kuşku yok ki, sözleşme’nin 10(2) fıkrası başkalarının yani bütün bireylerin itibarının korunmasına imkan verir; bu koruma siyasetçileri şahsi sıfatları dışında hareket ettikleri zaman da içine alır. ancak bu gibi durumlarda söz konusu korumanın gerekleri, siyasi meseleleri açık biçimde tartışmanın yararıyla bağlantılı olarak tartılmalıdır.
…
ne var ki olay kreisky’nin bir siyasetçi sıfatıyla ilgili olduğundan bu yazıların yazıldığı ortama bakılması gerekir. bu yazılar ekim 1975 seçimlerinden hemen sonra çıkmıştır. seçimler öncesinde birçok avusturyalı kreisky’nin partisinin mutlak çoğunuğu kaybedeceğini ve hükümet kurabilmek için peter’in partisiyle bir koalisyon oluşturacağını düşünmüştür. seçimlerden sonra wiesenthal peter’in nazi geçmişiyle ilgili açıklamalarda bulununca başbakan da peter’i savunmuş ve kendisini kötüleyenlerin faaliyetlerini “mafya yöntemleri” olarak tanımlamak suretiyle onlara saldırmıştır; işte bunun üzerine lingens sert bir tepki göstermiştir. o halde tartışma konusu ifadeler seçim sonrası siyasal tartışma ortamı içinde ele alınmalıdır. başvurucuya verilen cea ve buna dair ulusal mahkemelerin gerekçeleri sözleşme bakımından değerlendirilirken bu koşullar göz ardı edilmemelidir.
…
başvurucunun ifade özgürlüğünü kullanmasına yapılan müdahalenin “başkalarının itibarlarının korunması için demokratik bir toplumda gerekli” bir müdahale olmadığı, izlenen meşru amaçla orantılı olmadığı anlaşılmaktadır. buna göre sözleşmenin 10.maddesi ihlal edilmiştir.
----------------------------
kararın önemli bazı bölümlerini yazıyı uzatmamak için eklemedim. okumak isteyen şuradan edinebilir:
http://www.inhak.adalet.gov.tr/...ihm_diger_ulke/3.pdf
yukarıda da belirttiğimiz üzere türkiye aihs’e tarafsa sözleşmeyi uygulamak zorundadır. türkiye işte bunu uygulamadığı için aihm’de ihlal birinciliğini yıllarca kimseye kaptırmamıştır.
şu halde “katil erdoğan” kelimesinin başbakan’ın gezi’de hayatını kaybedenlerden polise saldırın emri verdiği için sorumlu olduğunu belirten bir eleştiri olduğu açıktır. hatta belki gün gelecektir ki kendisi bu emirden dolayı yargılanacaktır. demokratik bir toplumda başbakan’ın bu sözü anlayışla karşılaması, mahkemelerin de ceza vermemesi gerekir. keza “hırsız erdoğan” sözünün ses kayıtları nedeniyle söylenen bir eleştiri olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. şerefsizlik kelimesini yukarıda somut bir örnekle açıkladığım için ayrıca bir şey yazmayacağım. tayyip zaten bu konuda oldukça sıkıntılı :(
hukuk normlardan ibaret değildir. bu yüzden de kanun devleti ile hukuk devleti arasında fark vardır. sen tck’nın hakaret suçunu düzenleyen maddesini açıp “oha ya adama katil demişler” diye düşünerek insanlara ceza kesemezsin.
sonuç olarak neverfall’un söyledikleri doğru değildir. ama illa ki kanun seviciliği yapacaksa tck md 81, 82/e’de tanımlanan kasten öldürme suçunun nitelikli halini incelemesini tavsiye ederim. hukuk devleti olalım istiyorsa da "sözlük olarak başımız belaya girer mi" diye düşünmek yerine mücadele etmesini öneririm.
bütün gün polisin çeşitli araçlarıyla üzerimizde yürüttüğü bir savaştan çıktıktan sonra eve geldim. olayların sözlükteki yansımalarını da merak ediyordum. bir bakar çıkarım derken sözlük girişindeki berkin elvan resmiyle hüzünlendim. çok kayıp verdik, insanlarımız öldü, sakat kaldı. ben her gün dolmuştan inip işe giderken ethem’in vurulduğu yerden geçiyorum, her seferinde o gün geliyor gözlerimin önüne. hayatımızdan hiç silinmeyecek şeyler oldu, oluyor. sessiz kalmamız beklenemez.
her neyse, neverfall’ın üslubunu tartışmayacağım. farklı hassasiyetlere sahip olabiliriz. kimimiz 14 yaşındaki bir çocuğun hayatını kaybetmesindeki adaletsizliğine isyan eder kimimiz de ölümün olduğu yerde “yasalara uyulması gerektiği”ni vurgulamayı tercih eder. kişinin böyle bir günde bu tercihi yapmasına neden olan siyasi düşüncesi benim için hiçbir anlam ifade etmiyor. kuşkusuz bu yüzden onların kafalarına biber gazı kapsülü atarak onun kafatasını parçalanmasını, keza gözünü kaybetmesini, felç kalmasını veya sokak arasında dövülerek ölmesini istemem.
burada öncelikle doğru olmayan şeyler söylenmiş. neverfall ne iş yapar bilmem, eğer hukukçuysa yanlış yorumluyor, değilse bilmediği konular hakkında fazla iddialı konuşmamasını tavsiye ederim. yazarın ceza hukuku'yla ilgili tek doğru tespiti de kanunu bilmiyordum denilerek kimsenin cezadan sıyıramayacağı olmuş.
yazarın isyanının belli başlı kelimelere odaklandığını görüyoruz: “katil, hırsız, şerefsiz.” bu nedenle yazarın söylediği bu ve benzeri kelimeler çerçevesinde, bu konularda dava yürütmekte olan birisi olarak kısa bir değerlendirme yapacağım.
öncelikle;
anayasanın 90.maddesinin son fıkrası: "usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır."
bilindiği üzere türkiye, avrupa insan hakları sözleşmesi’ne taraf devletlerden biridir. aihs’nin denetim organı da avrupa insan hakları mahkemesi’dir. sözleşmede belirtilen hakların içeriğinin mahkeme içtihatlarıyla zenginleştirildiği bilinen bir gerçektir. özellikle ifade özgürlüğünün bu içtihatlar arasında oldukça önemli bir yeri vardır. hatta söylenebilir ki aihm içtihatlarla avrupa’da ifade özgürlüğünü düzenlemiştir. malumunuz türkiye de ifade özgürlüğü konusunda mahkemede çok kez mahkum edilmiştir.
şu halde ifade özgürlüğü çerçevesinde bir mahkemenin görüşünü aktaralım: aihm handyside vs ingiltere kararında şöyle der:
"ifade özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. ifade özgürlüğü, 10. maddenin sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen 'haber' ve 'düşünceler' için değil, ama ayrıca devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz." aihm şu an bulmak için uğraşamayacağım bazı kararlarında toplum için şok edici fikirlere hoşgörülü olması gerektiğini de vurgulamıştır.
gelelim diğer örnek kararımıza. aihm pek çok kararında lingens vs avusturya kararında atıfta bulunmaktadır. olay özetle şöyledir: gazeteci lingens, avusturya şansölyesi bruno kreisky'yi eski nazileri koruduğu için eleştirdiği yazılarında 'en alçak oportünizm' 'ahlakdışı', şerefsizlik” gibi kelimeler kullanır. lingens avusturya mahkemeleri’nde mahkum olduktan sonra aihm’e başvurur. aihm kararında özetle şöyle der:
“o halde bir siyasetçiye yönelik eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, özel bir şahsa yönelik eleştiri sınırına göre daha geniştir. bir siyasetçi, özel şahıstan farklı olarak her sözünü ve eylemini bilerek ve kaçınılmaz bir biçimde, gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açar; bu nedenle daha geniş bir hoşgörü göstermek zorundadır. hiç kuşku yok ki, sözleşme’nin 10(2) fıkrası başkalarının yani bütün bireylerin itibarının korunmasına imkan verir; bu koruma siyasetçileri şahsi sıfatları dışında hareket ettikleri zaman da içine alır. ancak bu gibi durumlarda söz konusu korumanın gerekleri, siyasi meseleleri açık biçimde tartışmanın yararıyla bağlantılı olarak tartılmalıdır.
…
ne var ki olay kreisky’nin bir siyasetçi sıfatıyla ilgili olduğundan bu yazıların yazıldığı ortama bakılması gerekir. bu yazılar ekim 1975 seçimlerinden hemen sonra çıkmıştır. seçimler öncesinde birçok avusturyalı kreisky’nin partisinin mutlak çoğunuğu kaybedeceğini ve hükümet kurabilmek için peter’in partisiyle bir koalisyon oluşturacağını düşünmüştür. seçimlerden sonra wiesenthal peter’in nazi geçmişiyle ilgili açıklamalarda bulununca başbakan da peter’i savunmuş ve kendisini kötüleyenlerin faaliyetlerini “mafya yöntemleri” olarak tanımlamak suretiyle onlara saldırmıştır; işte bunun üzerine lingens sert bir tepki göstermiştir. o halde tartışma konusu ifadeler seçim sonrası siyasal tartışma ortamı içinde ele alınmalıdır. başvurucuya verilen cea ve buna dair ulusal mahkemelerin gerekçeleri sözleşme bakımından değerlendirilirken bu koşullar göz ardı edilmemelidir.
…
başvurucunun ifade özgürlüğünü kullanmasına yapılan müdahalenin “başkalarının itibarlarının korunması için demokratik bir toplumda gerekli” bir müdahale olmadığı, izlenen meşru amaçla orantılı olmadığı anlaşılmaktadır. buna göre sözleşmenin 10.maddesi ihlal edilmiştir.
----------------------------
kararın önemli bazı bölümlerini yazıyı uzatmamak için eklemedim. okumak isteyen şuradan edinebilir:
http://www.inhak.adalet.gov.tr/...ihm_diger_ulke/3.pdf
yukarıda da belirttiğimiz üzere türkiye aihs’e tarafsa sözleşmeyi uygulamak zorundadır. türkiye işte bunu uygulamadığı için aihm’de ihlal birinciliğini yıllarca kimseye kaptırmamıştır.
şu halde “katil erdoğan” kelimesinin başbakan’ın gezi’de hayatını kaybedenlerden polise saldırın emri verdiği için sorumlu olduğunu belirten bir eleştiri olduğu açıktır. hatta belki gün gelecektir ki kendisi bu emirden dolayı yargılanacaktır. demokratik bir toplumda başbakan’ın bu sözü anlayışla karşılaması, mahkemelerin de ceza vermemesi gerekir. keza “hırsız erdoğan” sözünün ses kayıtları nedeniyle söylenen bir eleştiri olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. şerefsizlik kelimesini yukarıda somut bir örnekle açıkladığım için ayrıca bir şey yazmayacağım. tayyip zaten bu konuda oldukça sıkıntılı :(
hukuk normlardan ibaret değildir. bu yüzden de kanun devleti ile hukuk devleti arasında fark vardır. sen tck’nın hakaret suçunu düzenleyen maddesini açıp “oha ya adama katil demişler” diye düşünerek insanlara ceza kesemezsin.
sonuç olarak neverfall’un söyledikleri doğru değildir. ama illa ki kanun seviciliği yapacaksa tck md 81, 82/e’de tanımlanan kasten öldürme suçunun nitelikli halini incelemesini tavsiye ederim. hukuk devleti olalım istiyorsa da "sözlük olarak başımız belaya girer mi" diye düşünmek yerine mücadele etmesini öneririm.