resim
Selçuk İnan
Görev:Teknik Direktör
Takım:Gaziantep FK
Yaş:39
Uyruk:Türkiye
  • 3003
    gecen sene four four two dergisi için yaptıgı röportaj'ın tamamı şu sekildedir. kaçıranlar veya tekrar okumak isteyenler buyursun.

    --------------------------------röportaj----------------------------------------

    selçuk inan, çocukluğunda kurduğu hayalleri hâlâ kalbinde taşıyor. tek fark artık aralarından bazılarını somutlaştırmaya başlamış olması…

    iskenderun’da münir inan’a ait küçük bir mahalle bakkalı… münir bey yıllar sonra süper lig’e damga vuracak selçuk inan’ın babası. yıl 1994. selçuk henüz dokuz yaşında. selçuk bakkal çırağı ama aynı zamanda o bakkalın vârisi. aslında baba münir inan’ın hayali daha büyük: bir market açıp, oğlunu başına geçirmek.

    ama selçuk inan’ın aklı gofret satışlarında değil, futbol topunda… bakkalda alışverişe gelen çocuklar, kolalarını ve gofretlerini aldıktan sonra çıkıp gidecekler; selçuk da kepenkleri indirip her zaman yaptığı gibi oraya şut çekecek. sonra hemen bakkalın yanı başındaki sahada maç yapan karaağaçspor’lu abilerini izleyecek.

    selçuk, 10 yaşında. artık kenardan izlediği abileriyle birlikte oynamak için karaağaçspor’un seçmelerine giriyor. kendinden iki-üç yaş büyüklerin arasında olmasına rağmen recep altın hocanın gözüne girmeyi başarıyor. ancak tablonun rengi bu kadar pembe olmayacak. önce baba münir inan karşı çıkacak futbolcu olmasına. “bu işte gelecek yok” diyecek. çünkü kendisi de aynı yollardan geçmiş ve adana demirspor’a futbol oynamaya gidecekken babası tarafından engellenmiş. selçuk idmanlara gidemesin diye antrenman saatlerinde oğlunu bakkalda yalnız bırakacak.

    neyse ki recep altun idealist bir hoca, selçuk’u büyük topçu yapmayı takmış kafasına. münir beye direniyor. selçuk inan anlatıyor: “beş çocuklu bir ailenin tek erkek çocuğuyum. babamın benimle ilgili planları vardı. işleri ilerletip bir gün benim için market açmayı hayal ediyordu. bu benim aklımın ucundan bile geçmiyordu. ben o kepenkleri indirip şut çekme derdindeydim. bakkalın en çok bu yönünü seviyordum.”

    “belki ukalalık olacak ama bir gün futbolcu olacağımı biliyordum. ‘futbolcu olmazsan ne olursun’ diye soranlara ‘yine futbolcu olurum’ diye cevap verirdim.”

    engel bir değil iki; babası gibi, annesi ve ablaları da selçuk inan’ın futbolcu olmasına karşı çıkıyor. bir gün recep hoca aileyi ziyaret ediyor. “onu büyük futbolcu yapacağım. isterse çocuk bende kalsın, eğitimini de üstleneyim” diyor. anne nazmiye hanım bu teklif karşısında çılgına dönüp “manyak mısınız?” diye bağırıp çağırıyor. recep hoca ailenin düşmanı haline geliyor artık. ama selçuk’un futbolcu olma hayallerinde en ufak bir azalma olmayacağı gibi, bu durum küçük çocuğu daha da heveslendiriyor.
    hayallerinin yanı başında

    karaağaçspor, futbolculuk hayallerine yaklaşmak demek. her fırsatta bakkalın kapısını kilitleyip sahaya maça gidiyor, müşteri geldiğinde oyunu durdurup hemen bakkala… saha artık ikinci evi gibi. “çok küçüktüm ama o sahanın görevlisi de bendim, bekçisi de… diğer takımlar maç yaptığında sağlıkçı diye kulübede ben oturuyordum. biri sakatlandığında oyuna ben girerdim” diye anlatıyor selçuk. “kireçle çizgileri bile ben çiziyordum, fileleri ben takıyordum. kulübün anahtarı da bendeydi. futbolu çok seviyordum.”

    14 yaşında hayatının ikinci engeliyle karşılaşıyor. recep hoca onun artık daha büyük bir kulübe transfer olması gerektiğine karar veriyor. çanakkale dardanelspor’un seçmelerinde beğenilecek ve çanakkale’ye davet edilecek. recep hoca yine ailenin kapısını çalıp bu kez daha kararlı bir şekilde “oğlunu alıyorum, yarın götüreceğim” diyor. artık evde daha büyük kıyamet kopuyor. baba münir inan müsaade etse de anne ve ablalar selçuk’ın karşısında. ama selçuk sonunda istediğini yapacak ve gidecek…

    “ailesinden ne azarlar yedim? ben manyak mıyım? iskenderun’dan bir yıldız çıksın istiyordum. kapılarında yattım. onları ikna edebilmek için belediye başkanını bile devreye soktum” diye anlatıyor recep hoca.

    karaağaçspor’da oynarken bir gün takım halinde recep hoca ile birlikte kulübün yakınlarına kavak ağaçları dikiyorlar. recep hoca bizim aracılığımızla selçuk’a o günlerin anısına bir mesaj iletiyor: “ektiğimiz kavak ağaçlarıyla birlikte sen de büyüdün.” selçuk bunu bizden duyunca duygusallaşıyor, çekik gözleri daha da küçülüyor. “iki gün önce iskenderun’daydım” diyor. “eski kulübüme gittim. o ağaçları gördüm. insan çok duygulanıyor. benim önüme hedeflerimi ilk recep hoca koydu. onunla birlikte oynama fırsatı da buldum. o benim hocamdı, ben futbolcuydum, birlikte orta sahada oynuyorduk. çok özel günlerdi benim için.”

    ideallerle büyüyor selçuk. babasından ve annesinden iyi insan olmak, recep hocasından büyük topçu olmak konusunda öğütler alıyor. ama daha 14’ünde aileden kopup başka bir şehirde yaşamayı o yaşa kadar kimseden öğrenemiyor. çanakkale’deki ilk günlerinde çok zorlanıyor. “ilk gittiğimde çok sıkılmıştım. hiçbir şey yiyip içemiyordum. çamurların içinde okula gidiyorduk. çok zor dönemlerdi. annemden, babamdan arkadaşlarımdan ayrılmak çok zor gelmişti. geri dönmek istedim ama beni hep tuttular. aslında ortam mükemmeldi. ajax’ın altyapısından hocalar geliyordu. yine de aileden uzak kalmak çok zordu.”
    “insanların beni istemediklerini düşünüyordum”

    o zor günlerde imdadına zidane yetişiyor. takımın genel menajeri nahit güzel, selçuk için özel olarak fransız yıldızın kasetlerini getiritiyor. selçuk’un hayallerindeki hep onunki gibi bir gelecek çünkü. “zidane’ı hâlâ izliyorum” diyor selçuk. “istisnasız her maçtan önce videolarını izliyorum. o çok farklı. bütün maçlarını izledim, hiçbir maçını kaçırmadım. insan olarak kendisini çok yakın hissediyorum. her maçtan önce illa ki internetten videolarını izlerim. sezon başında real madrid’le yaptığımız maç için gittiğimizde haber gönderdim. o maç bitmeden gitmiş. neden bana söylemediniz demiş. maç biter bitmez, bir saat duş almadan bekledim. gelecek dediler, görevlileri araya soktum. sonra haber aldım ki, gitmiş. sonra imzalı bir formasını gönderdi. dolapta bir tek o var şimdi (gülüyor). yanına hiçbir şey koymuyorum.”

    17 yaşında çanakkale dardanelspor’la ilk profesyonel maç, takımın dümeninde metin tekin… selçuk, manisa maçına 10 numara olarak başlayıyor ve ilk maçında galibiyet sevinci yaşıyor. artık her şey farklı… “maçtan sonra çok değişik hissediyordum artık. bana çok basit gelmişti. genç milli takımda ya da altyapıda oynamak çok daha zordu.” o günden sonra bir daha paf takıma dönmeyecek.

    sonra ilk profesyonel transfer… ersun yanal, çanakkale’ye gelip selçuk’u izleyip vestel manisa’ya götürüyor. yanal, zamanla selçuk’u futbol kariyerindeki en önemli karakterlerden biri haline gelecek.

    ama belki de futbol kariyerinin en önemli manevrasını kendi iradesiyle yapıyor. manisa’daki ilk günlerinde etraftan kulağına “çok yetenekli ama koşmuyor, tembel oynuyor” eleştirileri geldiği sırada kafasının tası atıyor. kendisi anlatıyor: “manisa’ya imza attım, formayı giydim, ilk hazırlık maçına çıktık. ersun hoca beni 10 numara olarak oynatmak istiyordu. ben 10 numara olmaktan çok rahatsızdım. her şeyden nem kapıyordum. gol atıyorum, attırıyorum ama ‘koşmuyor’ diyorlardı. insanların beni istemediklerini düşünüyordum. ersun hocaya gittim, ‘artık ben ön liberoyum’ dedim. ‘eğer koşmaksa olay, koşarım.’ maça çıkacağız. ben önde, zelenka arkada oynayacaktı. ‘hocam ben 10 numara oynamak istemiyorum’ dedim. ‘nasıl oynamak istemezsin, sen oynayacaksın’ dedi. karşı çıktım, ‘ben öyle olmak istemiyorum’ dedim. kararlı olduğumu görünce isteğimi kabul etti. maçtan sonra ön libero oldum. bir daha hiç değişmemek üzere.”

    “biraz fazla mı duygusalsın” diye soruyoruz. “çok duygusalım” diye gülerek cevap veriyor. “inanılmaz hem de… o konu biraz hassas.”
    hiç durmayan gelişim

    selçuk inan için fourfourtwo’ya röportaj veren en mütevazı oyunculardan biri dersek abartmış olmayız. florya’da buluşuyoruz ve oturur oturmaz bize su getirmeye gidiyor. fotoğraf çekimleri için bizi kırmıyor, iki kez arabasına, bir kez de odasına gidip fotoğraf çekimleri için bir şeyler getiriyor. sonra bir buçuk saat süren röportajın ardından “vaktinizi aldım, kusura bakmayın” diyor. bunları söylerken ne kadar samimi olduğunu söyleşinin muhtelif bölümlerinde de anlıyoruz.

    samimiyet ve duygusallık, selçuk’un hayatının fazlasıyla odağında ve biz de buna yakından şahidiz. zaten kariyeri de bu doğrultuda şekilleniyor. mesela onu manisaspor’dan trabzonspor’a transfer ettiren şey de ersun yanal ile arasındaki bağ. “ersun hocanın bende çok farkı yeri var. trabzon’dayken beni aradı, ‘mutlaka gelmen gerekiyor’ dedi. ben de gittim. benim için tamamen duygusal bir karardı. ‘hayır’ diyemezdim. kendimi ona borçlu hissediyordum. manisa’da pubis sakatlığından sonra güçsüz olmama rağmen beni kazanmak için sürekli oynattı. galatasaray da, fenerbahçe de, beşiktaş da beni istiyordu. ersun hocanın araya girmesiyle ben artık araya kendim girdim ve menajerleri aradan çıkardım.”

    bu selçuk’un şansı mıdır yoksa içgüdülerinin başarısı mı bilinmez, şimdiye kadar aldığı duygusal kararların hiçbiri onu mahcup etmedi. “trabzon’da güzel günler geçirdim. ersun hocayla, şenol hocayla çalıştım. burak yılmaz’la bir araya geldim.”

    peki gelişimini tamamladı mı? o, geldiği noktayı sadece yeni bir basamak olarak görüyor.

    “gelişim hiç durmuyor. kariyerim adına her zaman bir basamak atladığımı düşünüyorum. zaten başarı da şu anda bununla doğru orantılı olarak gidiyor. hep merdivenleri tek tek çıktım. kariyer planlamamı da küçüklüğümden beri öyle yapmıştım. 18 yaşında galatasaray’a gidip 22 yaşında oradan ayrılacağıma ben 30 yaşında gidip 35 yaşında bırakayım daha iyi. hayatımda hiçbir şeyde aceleci olmadım. her zaman basamak basamak çıkmaya çalışıyorum.”

    orta sahada boş alan bırakma, yerini boşaltan arkadaşlarının açıklarını kapat, topu alınca arkadaşlarının nerelere hareketlendiğini gör! onun mevkisinde oynayan bir oyuncunun çok fazla sorumluluğu var. selçuk inan, bu sezon tüm bunların üstesinden gelebildi ve oyunun ne kadar olgun olduğunu gösterdi. tabii bu, onun kariyerinde biraz zaman aldı. “ben herkese ‘27 yaşında futbolcu olacağım’ diyordum. çünkü hep bir eksik tarafınız oluyor” diyor. “sonradan izleyince ‘neden ben bunu düşünemedim’ diyorum. ama bu her geçen gün azalıyor. 20 yaşında maç bittiğinde kendime 1000 tane soru soruyordum, şimdi çok daha az… bence bir orta saha için olgunluk, tecrübe ve yaş çok çok önemli.”
    “benim için gülümsemek çok önemli”

    belki artık pek zaman bulamıyor ama bir dönem kişisel gelişim kitaplarından bol miktarda okumuş. ne bulursa… bunların arasında “nasıl ceo olunur?” başlıklı kitaplar da var, “iş dünyasında nasıl yükselinir” başlıklı olanları da…

    “kariyer planlaması yapma derdindeydim. elbette o kitaplardan bir şeyler öğrendim. ama istediğin kadar başarılı ol, iyi insan olmak farklıdır. yaşadıklarımdan ve okuduklarımdan çıkardığım ders şu: ‘insanlara güveniyorsan ve temiz kalpliysen hedefine ulaşırsın.’ bu yüzden sıcakkanlıyım. benim hayatımda gülümsemek çok önemli. bir insana soğuk bir şekilde de selam verebilirsin, gülümseyerek de… ayrıca adalet duygusuna da çok önem veriyorum.”

    peki bu son ve bundan sonra da devamı gelmesi muhtemel başarılar onu değiştirir mi? “hiçbir zaman ego sahibi olmadım. egosu yüksek insanlar görüyorum ama etrafımda öyle insanları çok tutmuyorum. tabii bazıları da böyle yaşıyor, onlara saygı duyuyorum ama ego bana biraz ters geliyor.”

    belki aşırı duyusallığı dışında hem sahada hem de saha dışında şimdiye kadar çizdiğimiz portre mükemmele yakın. peki hiç mi eksik yanı yok? “aslında bütün oyuncular genellikle kendi oyununa konsantre olur. belki ben öyle yapabilseydim şimdikinden çok daha iyi oynayabilirdim. çünkü hiç öyle yapmıyorum, hep başka şeyler düşünüyorum. o nereye gitti, bu ne yaptı?.. son fenerbahçe maçında artık arkadaşlarıma onların oyunuyla ilgili o kadar çok şey söyledim ki, dalıp gitmiştim. top ayağıma her geldiğinde bocalamaya başladım. sesimi duyuramadıkça boğazlarım şişti. kendi kendime sahanın içinde konuşuyorum ‘sen kendi işine bak’ diye.”

    bu durumdan rahatsız olduğu kadar memnun da… “ben hiçbir zaman kendimi düşünmedim. benim için önemli olan öbür tarafı. çünkü asıl bir şeyleri yerine oturtan şey o. bunu sahanın içinde yapabilen en az üç dört oyuncunuzun olması gerekiyor. çünkü ben eğer ön liberoysam sağ bek çıkmışsa kesinlikle dönüşünü düşünmeliyim.”

    selçuk inan, ailesinin ona işaret ettiği yoldan gitmedi. bir süre recep hocasının çizdiği yolu takip etmişti ama artık onu da değiştirdi! çocukluk yıllarıydı. recep ona serbest vuruşlar konusunda bir tavsiye vermişti: “direğe nişan al, vur! gol olursa 100 bin kişi ayağa kalkar, direkten dönerse 50 bin, auta giderse 30 bin… denemekten korkma!” yıllarca bu sözü kulağına küpe yaptı. “genç milli takım dahil, belki de bugüne kadar attığım golün üç katı top direkten dönmüştür” diyor selçuk. “annem hep şöyle yakınırdı: ‘oğlum biraz ayarla şunu, neden aşağı vurmuyorsun?’ ‘ya anne hep bu recep hoca yüzünden! küçükken bana hep direğe nişan aldırırdı. yine öyle yapıyorum, direği vuruyorum!’ derdim. recep hocanın tavsiyesini hiçbir zaman unutmadım. ama artık onu dinlemiyorum. şimdi artık direğin biraz aşağısını nişan almaya çalışıyorum (gülüyor).”

    gelecek için ise çok daha yukarıları nişan alıyor ve son sözü söylüyor. “şampiyonluk belki bazıları için en üst basamak olarak gözükebilir ama henüz bu şampiyonluğu sadece türkiye’de yaşadım. bütün başarıların daha da ötesi vardır. hepsini kazansanız bile bunu ikinci kez kazanmak bir başka başarı. bu yıl kazandığımız şampiyonluk benim için bir ilkti. inşallah katlanarak gidecek…” selçuk galiba bu gidişle yakında recep hocasıyla birlikte ektikleri kavakların boyunu da aşacak.

    --------------------------------röportaj----------------------------------------

    http://www.fourfourtwo.com.tr/...in-boyunu-da-asacak/
App Store'dan indirin Google Play'den alın