resim
Rade Zalad
Görev:Kaleci Antrenörü
Takım:-
Yaş:68
Uyruk:Bosna-Hersek
  • 4
    14 yıl aradan sonra şampiyonluğu kutladığımız yıldan sonraki sezondu *.

    mabette bir beşiktaş derbisi * oynamış ve tatsız tutsuz 0-0 berabere biten maçın ardından, çocukluk arkadaşımla beraber mabedin, şimdi vip tribünü girişi adı verilen kapısında beklemeye başlamıştık.

    (burada bir parantez açıp, o günlerde gözümde flashback yapan hatıralarımı paylaşmak isterim çünkü çok kıymetli ve geri gelmeyecek günlerdir o günler)

    şimdilerde olduğu gibi stadyum kapılarının önüne; "lise kapısında sevgilisini bekleyen ergen" misali takım taraftarlarınca sevdikleri futbolcuları bekleyen taraftara "it" muamelesi yapan modern gladyatörler, kendi taraftarından dahi korunmak amacıyla "metal kafesler", -çıkış kapısını geçtim- neredeyse duşlardan futbolcuları toplayacak düzenekte hazırlanmış vip takım otobüsleri yoktu.

    işin tuhafı, çıkış kapısında bekleyen bir medya ordusu, tv kameraları, elinde 93 nanopiksel 28 milyon çözünürlüklü dijital fotoğraf makinelerine sahip insanlar, ses kayıt cihazları da yoktu. cep telefonunu geçiniz, tuşlu telefon bile "star trek" tadında bir nostaljiydi o zamanlar.

    ercan taner; 95 kilo ve hakan peker tadında kot pantolon+blazer ceket+ip kravat+çakma ray-ban komboları ile dolaşan çömez muhabir, levent özçelik daha henüz bıyıklı (yaaa, şaştınız değil mi?) ve sesi daha ergen, ömer üründül henüz adı sanı tanınmayan bir kişilikti. yukarıda saydığım televizyon kişileri, bundan 12 yıl sonra galatasaray ın türk sporuna kazandırdığı kelimeler başlığına yazılacak entarilerin güzide sahipleri olacaklarını da elbette bilemezlerdi.

    stadyum çıkışında bu insanlar ve o teknoloji yoktu çünkü sahada ropörtaj yapmak serbest birşeydi. misal cüneyt golü attıktan sonra önce seyirciye gidiyor sonra da vazifeymiş gibi "ray ban sahibi" ercan'ın yanına geliveriyordu. kısa bir gol anlatımı sonrası herkes kendi yerine dönüyordu, takdir edersiniz ki o vakit wi-fi mikrofon olmadığından, en büyük lüksü "çim zemin ile aynı renge sahip rj kabloları" olan kameramanlar vardı. her bir kamera vhs özellikli olup, beheri bir ercan taner ağırlığındaydı *. dolayısı ile sahada 23 nisan etkinliklerine katılmış çocuklar gibi hoplayıp zıplayan kameraman bulmak mümkün değildi, zaten televizyonlar da tek kanaldı.

    velhasıl; herşey saha içinde olup bitiyor, dışarıya birşey kalmıyor, reina/laila gibi küçük ünlü ses uyumuna aykırı mekanlar henüz "babasının pazar filesinde portakal" bile olmadığından gece boyu skandallar patlamıyor, "paparazzi" kelimesi ise o zamanlar çok genç ve vurulmamış aynı zamanda da tanınmamış olan hıncal uluç'un erkekçe dergisindeki köşe yazısının adı oluyordu.

    (parantezi burada kapatıyorum, umarım yeteri kadar anlaşılmıştır)

    maç sonu çocukların o zaman sevgilileri kaleciler en çok beklenen oyuncuları olurdu. schumacher'in dilimize almanya'dan ithal ettiği "reusch" marka eldivenler, kolları "yastıklı" kaleci kazakları, koruması gereken bir kale ile bir takımın "kalecisi" bizlere darth vader kadar donanımlı gelirdi.

    rade zalad çıkışta zoran simovic ile birlikte göründü. beşiktaşlı arkadaşım, zalad'ın yanına geldi ve bir çifgt eldiven istedi. zalad o kadar rahat ve sanki arkadaşıyla konuşurmuş gibiydi ki;

    "ne eldiven istersin bre, bende yok eldiven, nişta, almışımdır ben bir çıft eldiven ödünç simo'dan be ya, git ondan istersin bre piçka be!"

    kolay değil, biz aristokrat takımız. eldivenimiz 10 çift olurdu, tozluklarımız da...

    ama yüreği mangal gibi oyuncularımız da olurdu. simovic, o gün bir çift eldiveni arkadaşıma verdi.

    o günden sonra arkadaşımla bir daha dağ-bayır gezemedik, birlikte misket yuvarlayamadık, çok nadir görüşebiliyorduk o da yalnızca hastanede....

    o gün yaptığınız bir stand up tadındaydı zalad ve simo, belki de canım arkadaşımın son mutlu günüydü...

    selam olsun!
App Store'dan indirin Google Play'den alın