3
(bkz: söyleyecek sözü az olan adam)
çocuk evin beton merdivenlerine dikmişti gözlerini. bütün çocuklar yapar ya bazen. ne beklediğini, neye baktığını bilemezsiniz o anda. akşamın güneşi, rüzgarın küçük oyunlarıyla havalanan toz ve küçük kağıtlar bile vardı baktığı sahnede. öyle bir an geldi ki, bu sahneye bakarken. bir an gözleri kararır gibi oldu. artık merdivenden gelmesini beklediği, akşam işten eve dönen babasının da fazla bir önemi kalmadı küçük gözlerinde. tansiyonu mu düşmüştü ? muhtemelen hayır. zaten dört,beş yıllık beyninde; ne tansiyon kavramı vardı, ne de onun düşmesi. sonradan öğreneceği şekilde, arkadaşları da benzer anı yaşamıştı. kimisine saatin tiktakları anlamlı hikayeler anlatmış, kimisine de zamanlar uzamış, kısalmıştı uykularında. çoğu umursamamıştı bunu. annelerinin pişirdiği kek ve çayı gırtlaklarından aşağı yutarlarken, eriyip gitmişti bu anlar çoğunun damaklarında. bazısı da orta yaşlı adam olduklarında bile, uyuduğu odada saat bulundurmayan tipler olup çıkmıştı.
inatçı bir çocuktu o. umursayacağı tuttu. ciddiye aldı. kabullendi o anı. bir daha zamana, mekana ve eşyaya başka gözle bakamaz oldu. derin bir uykudan uyanmıştı sanki. kendisi vardı, başkaları vardı, zaman vardı, mekan vardı ve irili ufaklı bir sürü küçük olay vardı. onu zamandan koparan o kısacık ana sebep göz dalması objeleri gibi.
az daha büyüsün, yaşadığı saçmalıklarla kıyaslayınca, sandığından çok daha az şeyi olduğunu öğrenecekti. dili olduğuna göre, diline dolanacaktı bu şey. gırtlağında bir düğüm, sözlü pandomimcilere savurmak istediği bir var olma küfrü. çakılmış bir kibrit gibi parladı ve söndü zamanın o günü. geçmişteki yerini aldı.
ve hala,
söyleyecek ne kadar az şeyi vardı.
çocuk evin beton merdivenlerine dikmişti gözlerini. bütün çocuklar yapar ya bazen. ne beklediğini, neye baktığını bilemezsiniz o anda. akşamın güneşi, rüzgarın küçük oyunlarıyla havalanan toz ve küçük kağıtlar bile vardı baktığı sahnede. öyle bir an geldi ki, bu sahneye bakarken. bir an gözleri kararır gibi oldu. artık merdivenden gelmesini beklediği, akşam işten eve dönen babasının da fazla bir önemi kalmadı küçük gözlerinde. tansiyonu mu düşmüştü ? muhtemelen hayır. zaten dört,beş yıllık beyninde; ne tansiyon kavramı vardı, ne de onun düşmesi. sonradan öğreneceği şekilde, arkadaşları da benzer anı yaşamıştı. kimisine saatin tiktakları anlamlı hikayeler anlatmış, kimisine de zamanlar uzamış, kısalmıştı uykularında. çoğu umursamamıştı bunu. annelerinin pişirdiği kek ve çayı gırtlaklarından aşağı yutarlarken, eriyip gitmişti bu anlar çoğunun damaklarında. bazısı da orta yaşlı adam olduklarında bile, uyuduğu odada saat bulundurmayan tipler olup çıkmıştı.
inatçı bir çocuktu o. umursayacağı tuttu. ciddiye aldı. kabullendi o anı. bir daha zamana, mekana ve eşyaya başka gözle bakamaz oldu. derin bir uykudan uyanmıştı sanki. kendisi vardı, başkaları vardı, zaman vardı, mekan vardı ve irili ufaklı bir sürü küçük olay vardı. onu zamandan koparan o kısacık ana sebep göz dalması objeleri gibi.
az daha büyüsün, yaşadığı saçmalıklarla kıyaslayınca, sandığından çok daha az şeyi olduğunu öğrenecekti. dili olduğuna göre, diline dolanacaktı bu şey. gırtlağında bir düğüm, sözlü pandomimcilere savurmak istediği bir var olma küfrü. çakılmış bir kibrit gibi parladı ve söndü zamanın o günü. geçmişteki yerini aldı.
ve hala,
söyleyecek ne kadar az şeyi vardı.