• 121
    arapları dünya genelinde seven çok azdır diyebiliriz. görgüsüzlüklerinden ya da şımarıklıklarından ziyade buna asıl sebep olan tutumlarından dolayı olduğunu düşünüyorum. sadece ben değil, ibn-i haldun karşıtı tüm arap sosyologlar da öyle düşünüyor. ve ibn-i haldun karşıtı bir arap sosyolog, oralarda en hafif tabir ile haindir.

    ibn-i haldun karşıtlarını siktir edelim şimdilik. ben neden sevmem arapları? üstelik ataları bağdat'tan göçmüş bir arap olmama rağmen?

    arapları sevmeme nedenim onların şımarıklık ve görgüsüzlüklerine neden olan sapkınlık derecesine varmış milliyetçilikleridir. veda hutbesinde, kutsal kitap kuran-ı kerim'de defalarca geçmesine rağmen vazgeçemedikleri milliyetçilikleri.

    ben her atasözünde aydınlanmalar yaşar, bir dogma gibi sorgulamadan onları kabul ederim. çekici gelir bana. ilk defa bir atasözünü duyar duymaz ''bu ne lan'' dedim ki o da şudur;

    (bkz: ağaç ve kitabın yaprağı ne kadar çoksa, meyvesi o kadar az olur)*

    bu ne olum?

    benim bildiğim her kitabın her sayfası değerlidir. bunu hangi kafayla yazdıklarını bilmiyorum.

    ben bu atasözünü yazan arkadaşın kafasını yakalamak için çeşit çeşit alkol,ot denerken çevremde de böyle insanlar olduğunun farkına vardım. hatta bir zamanlar kendimin de bu kafada yürüyen bir böcek olduğumun. kafka'nın kahramanı şekilcilik olarak değil, manevi olarak böcekti. sizi, şekliniz böcek yapmaz dostlarım, ancak kafanızın içindekiler ve o kafadakilerin size hissettirdikleri...

    galatasaray sözlük'te zamanında bu tutum almış gidiyordu, az olalım, öz olalım...vs. iyi yazarlar kalsın, gerisi siktirsin gitsin...vs. eskiler dönsün, yeniler az yazsın...vs.
    resmen deniyordu ki, kitabın yaprağı ne kadar çoksa, meyvesi o kadar az olur... ötekileştirmeye o kadar bağımlıyız ki. ve bu yüzden dikenli tellerle çevrili bir toprak parçasında yaşıyoruz. tellerin dikenleri kimsenin eline batmamıştır emin olun, o dikenler fikirlere batıyor.(u: bir de propaganda filminde meltem cumbulla oynaşan rafet el roman'ın kıymetlisine batmıştı)*

    ve şimdi görüyoruz ki, bir flashbackle değerlendirirsek sözlüğü, çeşit çeşit insandan, çeşit çeşit yazı, bilgi, espri, küfür... sanırım bu kitabın her yaprağı kıymetli, bu yapraklar sayesinde her meyvesi çok tatlı. burada öğrendiğim kelimeleri yazsam buradan atalarımın memleketine yol olur. sakin ol hayat senin, belinde silah olan bir adam neden aşağılanmaya izin verir, youtube'tan futbolcu beğenmek, benim galatasaray'ımı okan buruk temsil edemez, in the long run we are all dead, bir bakraç süt verip verdiği sütü bir çifte ile deviren inek ...vs.vs.

    şimdi bu revolution durumları bir yana, yaprağın sayısını arttırmak gerek. meyvesinin az olmayacağını garanti ederim. bir ibn-i haldun karşıtı olarak köyümde linç edilebilirim, fakat siz de bilirsiniz ki ''bedenimi öldürebilirsiniz ama fikirlerimi asla'' ve biz de bu site içinde nickleri el birliğiyle öldürülen kişilerin fikirlerinin ölmediğini biliyoruz elbet. yukarıda lügatımıza girenler onların nickleri değil, fikirleri idi. ve bunlar bu kadar çok yaprakları olan bu kitaptan* çıktı.

    ötekileştirme yolu ile sadeleştirme sevdalısı kardeşlerime küçük bir hatırlatma, ne kadar çabalasanız da hayatın bir bölümünde birileri için, siz de bir ''öteki''siniz.

    buraya kadar demokrasi devrimimiz sonuç versin ve ben beyaz sakalları olan votka kokulu bir amca olayım derdinde değilim. tek derdim, yeteri dozda demokrasi alanların bünyesinin ne kadar sağlam olduğunu bilmelerinin önemini vurgulamak.

    demokrasi coşkusu, özgür olmanın vermiş olduğu haz, bir klavye ya da kaleme sahip olmak çok güzel olsa da kimi zaman arap sapkınlığına yol açıyor. sahip oldukları sayesinde kendini üstün sayan insan, acınması gerekendir. ne akıyor o kalemlerden? rencide.

    rencide,

    rencide... ve rencide.

    hakaret demedim. küfür de... aptallık hiç demedim.

    en güzel kelime; rencide.

    elindeki klavye senin demokrasi aracın, eyvallah ama demokrasi aracını sallarken götüme çarparsan homofobik bir insan olarak anlık bir tepki veririm sana. senin demokrasi aracın benim homofobimi körükleyemez arkadaşım.

    ya da inançlarımla alay edilmesi, kişilik haklarımı engellemek gibi eylemlerin başlangıcı olan; kutsalımı rencide etmek beni gerçekten çıldırtabilir. sen de bunu demokrasi aracın, klavyenle yapıyorsun.

    ben fatih terim'e inanıyorum ya da belki milan baros'a... bu benim demokrasim. sen belki şükrü haznedar'a inanıyorsun ya da rakı-şalgam'a. bu da senin demokrasin. klavyenden rencide aktığı anda, demokrasi aracın götüme çarpar ve malesef bende homofobi başlar.

    eleştiri pek tabi ama rencide etmeden. değersizleştirmeden. yaptığı hareket yanlış demek başka, bu hareketi yaparak bize yakışmadığını belli etmiştir demek başka. belki o harekete inanan var, ya da onu kendisine yakıştıran.

    çok ince girdim değil mi? sanırım bu seviyeye gelmemize daha çok yol var.

    sadece; sadece, eleştirirken jenga oynadığınızı hayal edin. hedefiniz, alacağınız tahta olmasın, altındakilere de bir bakın ve yanındakilere, üstüne... politika böyle başlamış, bir tapınağın inşasından. bir geometri alimiyle bir filozofun tartışmasından.

    kaliteli yazı dediğin, içinde fikrinin olduğu yazıdır. gerisi tantana.

    ve senin özgürlüğünün sınırı, başkasınınkini engelleyene kadardır.

    rencide kötü. onu yapmayalım. ötesinde alayına giydirebilirsiniz.

    ve bir kalem olmadan asla, mürekkep düşmez kağıda, demişler. lütfen bu kağıda kalemden düşsün mürekkebimiz. kolumuzla çarpıp düşürmeyelim hokka*yı. biraz bilinç.

    ve saygı... en azından emeğe, en azından düşünceye. hiçbirine değilse de, kağıda damlamış mürekkebe.

    saygılar herkese...
App Store'dan indirin Google Play'den alın