16
her şeyden önce şunu kabul edelim: sene 2012, rakip seyirciden etkilenebilir ama korkmaz. bu maçı manchester'ın ilk gelişiyle karşılaştırmak, yeniden bir "hell ispatına" girmek büyük yanlış olur. o zamanlar manchester'ı havaalanında karşılayan adamların üzerinde koyu renkli kazak üstüne giyilmiş koyu renkli sıradan montlar vardı. yüzlerde yarı traş, yarı pos bıyıklar, sarı dişler vardı. kafalarda jöle yoktu. ve bu adamlar bir şekilde organize olup havaalanına gitmemişlerdi. içgüdüleriyle oradaydılar. ve içgüdüleriyle "buradan çıkış yok," "cehenneme hoşgeldiniz" diye bağırıyorlardı. işaret parmaklarını manchester oyuncularının üzerlerine sallarken bir yandan onlara korkutucu gelen doğu fiziğinin kasvetini ve ürkütücülüğünü gösteriyorlardı. o günkü bilindik röportajdaki görüntülerde oyuncuların ağzından çıkan sözler "eski tip geleneksel sahalar," "havadaki duman kokusu," "öğle yemeğinde stada gitmiş taraftar" gibi öğeler içeriyordu. kendinize bir sorun bugün ingiliz taraftarlarla dolu old trafford'da maça çıkmaktan mı daha çok "korkarsınız" yoksa peşmergelerin tribünleri doldurduğu afganistan'da kabil stadı'nda mı?
evet o zamanlar manchester united oyuncuları bilinmeyenin korkusuna kapılmışlardı. maç öncesi sahaya çıktıklarında acaba bu manyaklar tribünden atlayıp bize zarar vermeye kadar ileri gider mi diye düşünüyorlardı. çünkü tek kişilik koltuklarda 3 kişi, standlardan tek ayakları dışarda düşme tehlikesini umursamayan ve ellerini sallayıp deli gibi bağıran insanlar görüyorlardı. her yerde polis vardı. ve kendi ağızlarından "sahaya beraber çıkacağızsize zarar verebilirler" cümleleri dökülüyordu. bugün modern bir stada gelecekler. bu dediklerimin hiçbiri olmayacak. lüks soyunma odalarında üstlerini değişip, lüks bir statta maça çıkacaklar, merdiven boşlukları muntazam olarak görünen, her birinin üzerinde forma elinde iphone, "terbiye edilmiş taraftar" önünde mücadele verecekler. artık bu topraklardaki futbol anlayışı ve taraftar profili avrupa tarafından biliniyor. o yüzden korkmaları mümkün değil.
ama etkilenmelerini sağlayabiliriz.
ama bunu 3d koreografi gibi yurtdışına gösteriş uğruna harcanacak emekle başaramayız. bu ancak medyada ve blog sitelerinde paylaşılan kareler olarak tarihe geçer. yapmamız gereken orada ve evlerinde orda olmayı isteyen milyonlarca taraftarın ne hissettiğini rakibe iletmek. onlara maçı ne kadar çok istediğimizi göstrermeliyiz. (şahsen 20 sene önceki maçtaki kadar istemiyoruz diye düşünüyorum bu da ayrı bir konu.) bu atmosferi yaratmanın tek yolu çıkarılan sestir. maçla ve sahadaki futbolcularımızla ne kadar özdeşleştiğimizi göstermeliyiz. korner atılırken veya serbest vuruş kullanılırken şarkı söylenmez. gittikçe artan bir "oooo" sesi gerekir. bu rakibe şu mesajı verir: "hapı yutmak üzeresin!" kendi futbolcumuzda da adrenalin salgılatır. korkuyla veya heyecanla salgılanan adrenalin bilimsel olarak insanın performansının üzerine çıkmasını sağlar. ben eminim ki her futbolcu hafiften artan bir ses eşliğinde korner kullanırken atışını sesin dozajını artırmak için bekletir. ve o biriken enerji gole veya pozisyona verilen tepkiyle patlar. top auta bile gitse rakip bu pozisyonu üst üste birkaç kez yaşadığında mental olarak yıpranır.
bunu faul pozisyonlarında da kullanmalıyız. hakemi haklı veya haksız her pozisyonda etki altına almak için şiddetli gürültü altında bırakmalıyız. göstermemiz gereken "biz bu maçı takip ediyoruz, ne olursa olsun kazanmak istiyoruz ve hata istemiyoruz" hissiyatı. aynı şekilde tepkiyi rakip futbolcuya da vermeliyiz. keşke şu yasaklar olmasa da meşale ve ses bombası olaylarına da girebilsek ama o konuda ne diyeceğimi bilemiyorum. eminim ki 20 yıl önceki şartlar olsa koca bir alev topuna dönerdi arena.
bu arada tribüne gelen çökçökçü diye tabir edilen taraftara gereksiz yükleniliyor. her şeyden önce hoşunuza gitsin ya da gitmesin oraya her türlü insanın gitme hakkı var. ama şu da bir gerçek; dediğiniz kadar rahatına düşkün insanlar o kadar yol çilesi çekip o stada gideceğine evinde, restoranda seyreder maçı. her ne kadar pasif gözükse de o taraftarı da heyecanlandırmak, ateşlemek gerek. batı üstten kombinesi olan biri olarak sanırım stadın en pasif alanlarından birinde oturduğumu kabul edebiliriz. şu ana kadar ki maçlarda gözlemim şu ki bu tribün pegasus'a eşlik etmiyor. ama doğu üst köşeden yükselen tezahüratlara eşlik ediyor. ultraslan olgusu faktörünü geçersek aralarındaki fark, başlatılan tezahüratların türü. laylay yerine rerererarara istiyor bu tribün, milyonlarca taraftarın yanyana istiyor. bu insanları tezahürata katmanın bir yolu da dört tribünün ayrı ayrı bağırdığı tezahüratlara yönelmek. sarı kırmızı şampiyon cimbom bile yeter. hem yormaz hem de avrupalının yabancı olduğu dört tribünün karşılıklı bağırmasını kullanırız. istediğiniz kadar küçümseyin o oturan insanları da ateşlemenin yolu var ve o insanları ateşlemeye ihtiyacımız da var. kendi burnunuzun dikine gittiğiniz sürece o silahınızı çekmecenizde atıl bırakacaksınız.
upuzun yazdım bir-iki cümleyle özetleyeyim. koreografiyi geçin, ıslık lazım, yuh lazım, alkış lazım. bırakın hell'den alex bahsetsin.
bir not da takıma: stada toplanan taraftarlar patlamaya hazır siz de üzerinize düşeni yapın ve üzerlerine ateş atın, su değil.
evet o zamanlar manchester united oyuncuları bilinmeyenin korkusuna kapılmışlardı. maç öncesi sahaya çıktıklarında acaba bu manyaklar tribünden atlayıp bize zarar vermeye kadar ileri gider mi diye düşünüyorlardı. çünkü tek kişilik koltuklarda 3 kişi, standlardan tek ayakları dışarda düşme tehlikesini umursamayan ve ellerini sallayıp deli gibi bağıran insanlar görüyorlardı. her yerde polis vardı. ve kendi ağızlarından "sahaya beraber çıkacağızsize zarar verebilirler" cümleleri dökülüyordu. bugün modern bir stada gelecekler. bu dediklerimin hiçbiri olmayacak. lüks soyunma odalarında üstlerini değişip, lüks bir statta maça çıkacaklar, merdiven boşlukları muntazam olarak görünen, her birinin üzerinde forma elinde iphone, "terbiye edilmiş taraftar" önünde mücadele verecekler. artık bu topraklardaki futbol anlayışı ve taraftar profili avrupa tarafından biliniyor. o yüzden korkmaları mümkün değil.
ama etkilenmelerini sağlayabiliriz.
ama bunu 3d koreografi gibi yurtdışına gösteriş uğruna harcanacak emekle başaramayız. bu ancak medyada ve blog sitelerinde paylaşılan kareler olarak tarihe geçer. yapmamız gereken orada ve evlerinde orda olmayı isteyen milyonlarca taraftarın ne hissettiğini rakibe iletmek. onlara maçı ne kadar çok istediğimizi göstrermeliyiz. (şahsen 20 sene önceki maçtaki kadar istemiyoruz diye düşünüyorum bu da ayrı bir konu.) bu atmosferi yaratmanın tek yolu çıkarılan sestir. maçla ve sahadaki futbolcularımızla ne kadar özdeşleştiğimizi göstermeliyiz. korner atılırken veya serbest vuruş kullanılırken şarkı söylenmez. gittikçe artan bir "oooo" sesi gerekir. bu rakibe şu mesajı verir: "hapı yutmak üzeresin!" kendi futbolcumuzda da adrenalin salgılatır. korkuyla veya heyecanla salgılanan adrenalin bilimsel olarak insanın performansının üzerine çıkmasını sağlar. ben eminim ki her futbolcu hafiften artan bir ses eşliğinde korner kullanırken atışını sesin dozajını artırmak için bekletir. ve o biriken enerji gole veya pozisyona verilen tepkiyle patlar. top auta bile gitse rakip bu pozisyonu üst üste birkaç kez yaşadığında mental olarak yıpranır.
bunu faul pozisyonlarında da kullanmalıyız. hakemi haklı veya haksız her pozisyonda etki altına almak için şiddetli gürültü altında bırakmalıyız. göstermemiz gereken "biz bu maçı takip ediyoruz, ne olursa olsun kazanmak istiyoruz ve hata istemiyoruz" hissiyatı. aynı şekilde tepkiyi rakip futbolcuya da vermeliyiz. keşke şu yasaklar olmasa da meşale ve ses bombası olaylarına da girebilsek ama o konuda ne diyeceğimi bilemiyorum. eminim ki 20 yıl önceki şartlar olsa koca bir alev topuna dönerdi arena.
bu arada tribüne gelen çökçökçü diye tabir edilen taraftara gereksiz yükleniliyor. her şeyden önce hoşunuza gitsin ya da gitmesin oraya her türlü insanın gitme hakkı var. ama şu da bir gerçek; dediğiniz kadar rahatına düşkün insanlar o kadar yol çilesi çekip o stada gideceğine evinde, restoranda seyreder maçı. her ne kadar pasif gözükse de o taraftarı da heyecanlandırmak, ateşlemek gerek. batı üstten kombinesi olan biri olarak sanırım stadın en pasif alanlarından birinde oturduğumu kabul edebiliriz. şu ana kadar ki maçlarda gözlemim şu ki bu tribün pegasus'a eşlik etmiyor. ama doğu üst köşeden yükselen tezahüratlara eşlik ediyor. ultraslan olgusu faktörünü geçersek aralarındaki fark, başlatılan tezahüratların türü. laylay yerine rerererarara istiyor bu tribün, milyonlarca taraftarın yanyana istiyor. bu insanları tezahürata katmanın bir yolu da dört tribünün ayrı ayrı bağırdığı tezahüratlara yönelmek. sarı kırmızı şampiyon cimbom bile yeter. hem yormaz hem de avrupalının yabancı olduğu dört tribünün karşılıklı bağırmasını kullanırız. istediğiniz kadar küçümseyin o oturan insanları da ateşlemenin yolu var ve o insanları ateşlemeye ihtiyacımız da var. kendi burnunuzun dikine gittiğiniz sürece o silahınızı çekmecenizde atıl bırakacaksınız.
upuzun yazdım bir-iki cümleyle özetleyeyim. koreografiyi geçin, ıslık lazım, yuh lazım, alkış lazım. bırakın hell'den alex bahsetsin.
bir not da takıma: stada toplanan taraftarlar patlamaya hazır siz de üzerinize düşeni yapın ve üzerlerine ateş atın, su değil.