türkiye'de altyapı eğitmenliğinin ne kadar boş olduğunun bir numaralı kanıtı olan büyük yetenek.
avrupa'da bir çocuk 5 yaşında bir kulübün altyapısına girse, 17 yaşına kadar da o seviyede kalsa diyelim, bu çocuğa 12 sene boyunca futbolun temellerini mi öğretiyorlar sanıyorsunuz? tabii ki hayır. 5 yaşından 10 yaşına kadar futbol temel eğitimi alsa ağırlıklı olarak, kalan kısmında ağırlığı iyi bir birey, iyi bir sporcu ve mental gelişim üzerine oluyordur kanımca. tabii ki sürekli olarak futbol gelişimi var ama bir o kadar da en azından takım ruhu, baskıyla, başarıyla, başarısızlıkla başa çıkabilme, kendini ifade edebilme vs. aklınıza ne kadar kişisel gelişim ögesi geliyorsa hepsiyle haşır neşir oluyorlar. bunu sadece aile, çevre gibi dış etmenlere bırakmıyor kulüpler, o riske girmiyorlar. gerekli mental gelişimi gösterebilen yetenekli oyuncular zaten zamanı gelince a takım bünyesine dahil oluyorlar, ondan sonrası bu spora kendilerine ne kadar adadıklarına, buldukları fırsatları nasıl değerlendiklerine ve biraz da şansa kalıyor. yani kulüp a takım seviyesine oyuncu çıkana kadar elinden gelenin en iyisini yapıyor.
"türk kulüplerinin altyapı eğitiminde oyuncuya verilen mental desteğin futboldaki yeri" diye bir lisansüstü tez yazmaya kalksam "yoktur" diye tek kelime içeren bir sayfa verir çıkardım herhalde. bir ikisi hariç bu işin önemini kavramış olan çok sayıda türk kulübü olduğunu sanmıyorum.
aydın yılmaz,
sabri sarıoğlu,
semih kaya gibi örneklere bakıldığı zaman çıkış noktasında yetenek olarak son derece ümit vaat eden oyuncular olduğu ama zamanla üst seviyede istikrarlı bir performans gösteremedikleri görülüyor. ne oluyor peki bu çocuklara; yetenekleri mi köreliyor? tabii ki hayır, zamanında mental gelişimi gösteremedikleri için üst seviyede tutunamıyorlar sadece, kariyer yolunda karşılarına çıkabilecek engeller konusunda önceden hazırlanmadıkları için, eğer bu eğitimi aile, çevre vs. gibi kendi benliklerini oluşturan dış etmenler kanalıyla da kazanmamışlarsa, afallıyorlar.
arda turan diyeceksiniz şimdi. arda bunu belli ki ailesinden vs. almış, her ne kadar çok konuşuyor olsa da konuşmalarında diğerlerinden farkını görüyorsunuz zaten, türkiye'deyken de hatırlarsınız, o, maç sonunda
önümüzdeki maçlara bakacağızdan fazlasıydı. zaten öyle olmasa forma bulabilmek için
manisaspor'a gitmez, hücum oyuncusu olmasına rağmen sağ bekte görev almaz, yıllarca adamın ciğerini söken, insanlığından çıkaran medya keşmekeşinden kendini uzak tutabileceği an olan
fatih terim'in
galatasaray'a dönüşüyle beraber yakalanan o şanlı galatasaray ufkunun yamacındayken her şeyi riske atıp klasik türk oyuncusu zihniyetinden son derece aykırı bir kararla
atletico madrid'e transfer olmazdı. sonuçlarını hep beraber görüyoruz bu kararların.
gelelim
emre çolak'a. yeteneklerine kimse laf edemez sanırım. istediği zaman tek pası bu kadar güzel oynayabilen, topu dikine kullanan, etrafını oyuna sokan, ters toplar atan, ara pasını kullanan, zaman zaman uzaktan şutlarla şansını deneyen, gol bölgelerine giren bir oyuncu olduğunu hepimiz biliyoruz. ne anlattın be birader,
messi sanki diyorsunuz şimdi muhtemelen. emre'nin problemi bunları istikrarlı bir şekilde yapamaması. peki suç tamamen emre'nin kendisinde mi?
yukarıda anlattığım hususlar ışığından bir daha düşünün bence isterseniz. aileden gereken eğitimi almazsa, çevresinden alıp kendini geliştiremezse, altyapıda üzerine eğilinmezse iş tamamen tesadüfe kalıyor işte. ondan sonra 2 maç oynatılıyor, iyi oynuyor, 3. maç hata yaptığı zaman taraftardan tepki görünce veya hocası tarafından kenara çekilince oynayacağı ilk maçta kendini göstermek için o basit oyundan uzaklaşmak, ekstra işler yapmak zorunda hissediyor kendisini. böyle yapınca daha fena çuvallıyor.
"ya bu emre de ..." diyorsunuz ya hep, o fiillerin tek sorumlusu belki de emre değildir, ne dersiniz?