tıpkı
cem dizdar gibi, talep artıp maddiyata dönünce esprisi kaçacak olan güzel fikir. türk toplumu olarak ne yazık ki böyle de bir döngüden geçiyoruz. her türlü medya üzerinde, hitap ettiği kitle artışıyla doğru orantılı bir otosansür olduğu ne kadar inkar edilmeye çalışılsa da acı bir gerçek. bu zaten yaratıcılığı, özgünlüğü ve kaliteyi ciddi anlamda baltalayan bir olay. buna bir de yine tipik türk mantığıyla kısa yoldan parayı vurayım, maddiyatı en önde tutayım, buna karşılık başım hiç ağrımasın kafasındaki müteahit zihniyetli medya patronları eklenince ortaya çok acınası bir sonuç çıkıyor.
ahval ve şerait böyle iken toplumun her kesiminde özgün, farklı, samimi diyebileceğimiz işlere karşı büyük bir açlık var. bu kameranın önündekiler için de öyle, ekran karşısındakiler için de öyle. kamera önündekiler için kaçış noktası işte böyle "alternatif" diyebileceğimiz işler yapmak oluyor, ekran önündekiler için de haliyle bu işleri izlemek oluyor.
ancak ne zaman ki iş kamera önü için "tuttu galiba bu" , ekran karşısındakiler için de "abi çok güzel keşke daha fazla olsa" noktasına geliyor; orda iş kocaman bir hezimete doğru yol almaya başlıyor. algıları, kavramları ve ölçüsü kaçmış bir toplum olduk ne yazık ki. sosyal medyada özellikle bu iş 10 katı şiddetle yaşanıyor. göklere çıkarma ve eleştirme olayı çok hızlı ve çok ani değişimlerle oluyor. bu konuyu yeterince açarsam hem uzun hem de alakasız bir yazı olur. kısacası çok büyük bir baskı oluyor her anlamda.
şu an için çok güzel ve samimi bir fikir. ama bu samimiyet malesef ki çok bıçak sırtında gidiyor. yıllar yılı çizilen ya da çizilmek zorunda kalan profili var hem ırmak kazuk hem de mehmet demirkol'un. ondan ne kadar sıyrılabilecekleri önemli. karşısına çıkacak konukların ne kadar sıyrılabileceği önemli.
gibi, gibi, gibi....