1
türkiye'deki futbol sistemi ve algısının yaratmış olduğu taraftar profilidir. zira herhangi bir sınıfı net olarak temsil etmemesine rağmen bir takımın milyonlarla ifade edilecek bir taraftar sayısına ulaşmasının başka bir açıklaması yoktur. insanlar çimin rengini ya da kokusunu hissetmeden, parkenin gıcırtısını duymadan bir takımın taraftarı oluyor. hayatında belki de tekerlekli sandalye görmemiş adam engelsiz aslanlar ile övünebiliyor mesela. istanbul'da hiç bulunmamış adamın derbi haftasında stresten karnına ağrılar giriyor, geceleri uykuları bölünüyor. yaşadığım kıbrıs'tan örnek verirsem; özellikle passolig öncesi dönemde bir derbi maç için 4-5 uçak dolusu insan istanbul'a taşınırken, ülkede o haftasonu oynanan yaklaşık 30 tane futbol maçının toplam seyirci sayısının o uçaklardaki insanlar kadar bile olmaması çok ama çok gariptir. yaşadığı yerdeki stadın yolunu bilmeyip istanbul'da kaybolmadan stada gidebilecek adamlar var. gelirinin önemli bir kısmını maça gitmek, maçları izlemek ya da çoğunluğu maç dışında kullanamayacağı ürünlerden ibaret mağazalardan alışveriş yapmak için harcayan yığınlar var.
galatasaray bir grup lise öğrencisinin, o dönemin "osmanlı"sında yerli halkın soyutlanmış olduğu futbol çayırlarına inmek için idealist duygular ve net bir tavırla bir araya gelmesiyle oluşan bir futbol takımı aslında. o dönem ortaya çıkan diğer türk takımları için de durumun üç aşağı beş yukarı aynı olduğunu göz önüne alırsak; herhangi bir etnik, milli ya da siyasi görüşe mal etmek imkansızdır galatasaray'ı. aileniz, arkadaşlarınız ya da çocukluk döneminizde hangi takımın başarılı olduğu gibi son derece raslantısal olaylar belirliyor türkiye'de tuttuğunuz takımı. peki o zaman benim de dahil olduğum bu kitleyi bir araya toplayan ne olabilir? cevabı "ummadık taş baş yarar" misali kafası yerinden biraz oynamış bir abimizden geliyor:
https://www.youtube.com/watch?v=I8G4wzZX-Jc
malum türk insanı kendini geliştirmeye pek eğilim gösteren bir millet değil. niyeti olanın da önünde dandik eğitim sisteminden tut "mahalle baskısı"na kadar bir dolu engel var. bundan sebep hayatımızdaki acizliklerimizi düzeltmeye çalışmak yerine oturup karalar bağlamayı daha bir seviyoruz ki bu noktada kendimi de ayrı tutacak değilim. durum böyleyken futboldan tut neredeyse televizyondaki dizilere kadar taraf olup birbirimize girmemize çok şaşırmamak gerek. çünkü aslında çoğumuz sevmeyi bilmiyoruz; ne kendimizi ne de etrafımızdakileri. futbolu değil kazanmayı seviyoruz. çalışmayı değil parayı seviyoruz. insanlarla ahbablık etmeyi değil dedikodu yapmayı seviyoruz. erkekler için söylersek kadınları değil seks yapmayı(!) seviyoruz. haticeyi sallayıp neticeye odaklanıyoruz ya da odaklandırılıyoruz bir şekilde. bu şekilde birbirimizin hayatını zindana çeviriyor, sonra da o zindanlardan şikayet edip duruyoruz.
galatasaray bir grup lise öğrencisinin, o dönemin "osmanlı"sında yerli halkın soyutlanmış olduğu futbol çayırlarına inmek için idealist duygular ve net bir tavırla bir araya gelmesiyle oluşan bir futbol takımı aslında. o dönem ortaya çıkan diğer türk takımları için de durumun üç aşağı beş yukarı aynı olduğunu göz önüne alırsak; herhangi bir etnik, milli ya da siyasi görüşe mal etmek imkansızdır galatasaray'ı. aileniz, arkadaşlarınız ya da çocukluk döneminizde hangi takımın başarılı olduğu gibi son derece raslantısal olaylar belirliyor türkiye'de tuttuğunuz takımı. peki o zaman benim de dahil olduğum bu kitleyi bir araya toplayan ne olabilir? cevabı "ummadık taş baş yarar" misali kafası yerinden biraz oynamış bir abimizden geliyor:
https://www.youtube.com/watch?v=I8G4wzZX-Jc
malum türk insanı kendini geliştirmeye pek eğilim gösteren bir millet değil. niyeti olanın da önünde dandik eğitim sisteminden tut "mahalle baskısı"na kadar bir dolu engel var. bundan sebep hayatımızdaki acizliklerimizi düzeltmeye çalışmak yerine oturup karalar bağlamayı daha bir seviyoruz ki bu noktada kendimi de ayrı tutacak değilim. durum böyleyken futboldan tut neredeyse televizyondaki dizilere kadar taraf olup birbirimize girmemize çok şaşırmamak gerek. çünkü aslında çoğumuz sevmeyi bilmiyoruz; ne kendimizi ne de etrafımızdakileri. futbolu değil kazanmayı seviyoruz. çalışmayı değil parayı seviyoruz. insanlarla ahbablık etmeyi değil dedikodu yapmayı seviyoruz. erkekler için söylersek kadınları değil seks yapmayı(!) seviyoruz. haticeyi sallayıp neticeye odaklanıyoruz ya da odaklandırılıyoruz bir şekilde. bu şekilde birbirimizin hayatını zindana çeviriyor, sonra da o zindanlardan şikayet edip duruyoruz.