1627
mecidiköyde olanın arsasının devlete ait olduğu, üst kullanım hakkının galatasaray kulübüne ait olduğu efsane stadımız.
biz burayı satıp, yeni stadımızı yaptırırken sadece üst kullanım hakkımızı sattık. önce kendime, sonra burayı peşkeş çektiler diyenlere hatırlatma olsun. ali sami yen arsası hiç bir zaman bizim olmadı. üst kullanım hakkı bizimdi.. biz de bu kullanım hakkını devlete geri satıp, cebimizden para çıkmadan stad yaptırdık.
devlet burayı arsa olarak kendi satma hakkına sahipti, öyle de yaptı. kime ne kadara sattı, olması gerekenden ucuza mı sattı, onu bilemem ve bizi ilgilendiren bir konu da değil.
1628
çocukken gitmek için yanıp tutuştuğum ama hiçbir zaman kapısından içeri adım atamadığım stat. istanbul’da yaşamıyor olmanın o zamanki çocuk aklımla üzüntüsünü hep burada hissederdim. tribünlerini televizyondan izler, gürültüsünü hayal eder, geceleri rüyamda kendimi tribünlerde bulurdum.
ali sami yen, benim için gerçekte hiç görmediğim ama rüyalarımda ezbere bildiğim bir yerdi.
yıllar sonra, stadın yıkılmasına yakın bir dönemde nihayet bir maça girebildim. ne büyük bir derbiydi ne de unutulmaz bir galibiyet… hatta hatırlanmaya değer bir tarafı bile yoktu. şaşalı günlerden uzakta, kaybettiğimiz bir maçtı. ama o gün benim için çocukluk rüyamın kapanışıydı. ilk kez gördüğüm tribünler, yıllardır gördüğümü sandığım tribünlerle garip bir şekilde çakıştı. “gerçekte böyle miydi?” diye sordum kendi kendime. belki de rüyamdaki hali gerçek statlardan daha güzeldi, kim bilir.
bugün hâlâ bazen o rüyalar geri geliyor. maç başlamadan hemen önce mecidiyeköy'de sarı-kırmızı galatasaray formalı insanlarla beraber tribünlere girer gibi uyanıyorum. ali sami yen çoktan yıkıldı ama benim için hâlâ orada bir yerlerde duruyor; çocukluğumun en saf, en ulaşılmaz hayallerinden biri olarak.
1629
ilk göz ağrım. o kadar küçük bir yapıda o kadar devasa bir atmosfer yaratmak inanılmaz bir iş.
harçlık biriktirip yeni açık bileti için beylikdüzü carefour'da sıraya girdiğim günler daha dün gibi. yaşlanmışız be...