• 1
    --- alıntı ---
    albert camus’a altın ayakkabı verilirse
    iki taş, yumakları karıştırarak yapılmış mümkün olduğunca yuvarlak bir top ve eğer sağlam kalmışsa iki çift ayak. bunlar dünyayı kasıp kavuran, her kesimi kucaklayan, birleştiren ve romantik bir rekabet ortamı yaratan futbolla ilgili söylenebilecek şeyler. ancak bundan rahatsız olanlarımız da var. futbolun uzun kollarıyla bütün kitleleri kucaklaması “banal” kesimle veya tam tersine “sosyete” kesimiyle bir arada olmak istemeyenleri rahatsız ediyor. hal böyle olunca tribünler tayfalara,gruplara, cemaatlere bölünüyor. meşin yuvarlakta buluşan bakışlar birbirlerine değer değmez yabancılaşıyor. peki neden eziliyor futbol? neden pek çok kez aksini kanıtlamasına rağmen futbol sadece bir oyun olarak görülüyor? neden elit kesim futbolu ezip ondan uzaklaşmaya başlarken alt kesim daha çok sahiplenip daha bi’ gönülden bağlanıyor? neden entelektüel düşünce futbolu tamamen arabesk ve küfür yumağı olarak değerlendiriyor? eğer durum gerçekten buysa bunun sebebi entelektüel birikimin futbol ortamlarından çekilmesi değil midir? kahvelerden de kral dairelerinden de izlenen bir oyunken futbol neden saçma olarak görülüyor? neden futbolla ilgilenmemek tıpkı ilgilenmek gibi bir statü belirtisi almış durumda? neden futbolla sanat bu kadar zıt kutuplarda değerlendiriliyor? işte bütün bunlar sıradan bir internet sitesinde albert camus’un sözlerini gören bendenizin aklına takılanlar.

    modernizmle bezenen toplumun iki yüzlülüklerini ve iç çatışmalarını aktaran bir yazar olmuş camus. la chute romanında ise karakteri vasıtasıyla kendisinin tiyatro ve futbolla ilgili düşüncelerini ve aralarındaki ince çizgiyi aktarma başarısını gösterebilmiş. felsefi derinliğiyle bildiğimiz o çok elit, o çok entelektüel ufukların adamı olan camus sadece tiyatroda ve futbolda kendim oluyorum diyerek aslında bu iki “zıt” alanı eşitlediğini göstermiştir. öte yandan bu durum futbolun bir oyuncan çok daha ileri bir olgu olduğuna kanıt olarak gösterilebilir. peki camus bile böyle bir fark yaratmazken neden bizler iki temaşa kaynağını birbirinden ayırıyoruz? toplumu yansıttığını düşündüğümüz tiyatro sahnelerine gıptayla bakarken futbol izleyicilerini neden yaftalıyoruz? sahalar toplumu yansıtmıyor mu? milyonlarca insan güney amerika’nın genel hayat felsefesi olan “rahatlık” kavramını o kıvrak bileklerde ve akrobatik hareketlerde görmese brezilya bu kadar izlenir mi? dünyanın her yerindeki futbol sahnesine oyuncu gönderebilir mi? işte bütün bunlar sıradan bir internet sitesinde albert camus’un sözlerini gören bendenizin aklına takılanlar.

    birde aforoz edip dışlama yönümüz var tabiî ki. coşkulu diye görece daha alt kesimin bulunduğu yerlerde maçı izleyenlere “yerini beğenmeyen” muamelesi yaparken alt kesime mensup olup “vip”’de maç izleyen “görgüsüzlere” tutup nerelerini kopardıklarını soruyoruz. kim bilir belki de bu kadar çok paranın girmesi sıkıntıya soktu bizi? belki de dönen milyarlarca dolar ve bahisler bozdu futbolun dostluk ve kardeşliğini. ve belki de bu ayırdı futbolu tiyatrolardan. ters açıdan bakıldığında da bir kıskançlık vardı sanki. maddi kriz var diye kendini avutan boş tiyatro salonları sahipleri dolan stadlara daha bi’ hasetle yaklaştı belki de. sebebi ne olursa olsun. gereksiz bir ayrıma gidip ötekileştirdik belki de.

    maçtan sonra sergiye giden anadolu’nun bağrından kopup gelmiş futbolcularla dalga geçtik önce. sonra sırasıyla uçakta kitap okuyan futbolcuları soğuttuk saygıyla izlememiz gereken ilgi alanlarından. işimize mi geldi futbolu güzel sanatlardan ayırmak? işimize mi geldi her futbolcuyu “kıro” diye yaftalamak, tıpkı her oyuncuyu “entel” gibi etiketlediğimiz gibi? neden ezdik futbolu bu kadar? oysa her ikisini de bir arada icra etmek çokta zor değildi? bölünmek kimin işini kolaylaştırdı ki?

    simon kuper’siz böyle bir yazı düşünülemez elbette. ancak futbolun sadece futbol olmadığı ondan çok daha önce albert camus tarafından kurgulanmış. “kendim oluyorum” diyorum camus. futbol oynadıktan sonra “iyyhhh ne o öyle terli terli” demiyor veya keyifli bir oyundan çıktıktan sonra “entel dantel işler bunlar bize ters” diyip ortamdaki keyfi emmiyor. işte belki de bu nedenle arıyoruz bu iki temaşa arasındaki bağı. peki neden kopardık ki biz o aradaki bağı? sahnelerin bir saha sahalarında bir sahne olabileceği gerçeği hangimizi rahatsız etti ki? belli ki camus’u zamanında rahatsız etmemiş ki kendisi tüm aydın kişiliğine rağmen bu iki alanı aynı potada eritmeyi başarmış.

    “futbolun 22 adamın topun peşinden koşması olduğunu düşünmenin, kemanın telden ve yaydan, hamlet’in kağıt ve mürekkepten ibaret olduğunu söylemekten bir farkı yoktur” demiş priestley, güzel birleşimler kitabında. o da camus gibi düşünenlerden belki de. iki alanı birbirinden ayırıp ötekini aşağılamayı bir şuursuzluk olarak görmekte. belki de bu yüzden camus ve türevlerinden öğrenecek çok şeyimiz var. belki bu yüzden baldırı çıplakları atkılılardan ayırmamak için binlerce sebep var.

    belki de camus’a altın ayakkabı vermeliyiz sırf verdiği bu mesaj için.

    ancak o zaman da neden altın portakal veya oscar verilmedi diye köpürenler ortaya çıkabilir.

    kim bilir?

    kaan akkanat
    http://www.enbiey.com/...kkabi-verilirse.html

    --- alıntı ---
  • 8
    20. yüzyılın güçlü fransız yazarlarından albert camus, 1913 yılında cezayir’in mondovi kasabasında doğdu. hayatının çoğunu fransa’da idame ettirdi. yoksul bir aileden gelen camus’nün babası bir alsaslı, annesi ise ispanyol idi. 1. dünya savaşı sırasında, babasını kaybetti. babasının ölümünden sonra annesi oğlunu geçindirebilmek için hizmetçilik yaptı; ancak camus daha rahat bir hayat sürebilmek için evinden ayrıldı. bu noktadan sonra albert camus’nün spora, özellikle futbola olan aşkı başladı.

    gençlik yıllarında cezayir’in racing universitaire d’alger takımında kalecilik yaparken kuzey afrika şampiyonası ve kuzey afrika kupası’nda takımıyla iki kez şampiyonluğa ulaştı. birçok kişi takım ruhunu, kardeşlik ve ortak amaç duygusunu camus’un takım arkadaşlarına aşıladığını dile getirdi. ciğerlerindeki rahatsızlık sebebiyle iyi giden futbol hayatına son vermek zorunda kaldı. bir arkadaşının futbol mu tiyatro mu sorusuna "tabii ki futbol" demiştir. ayrıca ahlak felsefesi ve insanın temel görevleri hakkındaki birçok şeyi rua’da kalecilik yaparken öğrendiğini söylemiş, “normal vatandaşların” gerçekleri felsefe ve dogmanın karışık dehlizlerindense futbolun olanca yalınlığında bulabileceğini belirtmiştir.

    daha sonra edebiyat alanında yazdığı eserlerle dikkat çekti; ancak hiçbir zaman futbola olan aşkını gizlemedi. 1950’li yıllarda bir spor dergisine verdiği bir röportajda yazdığı yazılarda her zaman futboldaki fair-play ve takım ruhundan yararlandığını, dini ve siyasi yetkililerin sadece aklımızı karıştırdığını söyledi. kafamızı karıştıran bu etkenlerden kurtulmanın tek yolunun da ‘futbol ve futbol ahlakı’ olduğunu da ekleyerek, nasıl bir spor tutkunu olduğunu herkese göstermiş oldu.

    https://twitter.com/...s/957802207465885697

    --- alıntı ---

    futbola olan ilgisi ile bilinen albert camus, 1957 yılında nobel ödülü'nü aldıktan sonra racing paris ile monaco arasında gerçekleştirilen bir maçı izlerken kameralara yansıyor ve maç sırasında kendisiyle ufak bir röportaj yapılıyor. hele ki nobel sorusuna verdiği cevap çok hoş.

    --- alıntı ---
App Store'dan indirin Google Play'den alın